Ayna ayna söyle bana: Kimin hatırasısın

Oysa o nehir ne güzel demişti. Aşkla bakmaktı her şeyin özü…

KARİN KARAKAŞLI

24.10.2019

Ayna dediğin karizmatik bir nesne. Öylece bomboş bir cam yüzey gibi dururken, karşısına geçtiğinde sana seni yansıtma özelliği var. Senin kendinden kaçtığın dönemlere denk gelmişse, vay hâline. Ayna gözünün yaşına bakmadan görmekten korktuğunu çıkaracak karşına.

İnsanın aynayla imtihanı, bebeğin kendi sûretine verdiği o ilk tepkiyle başlıyor. Çocuğun kendini ayrı bir varlık olarak algıladığı ilk an, ayna önünde kendisine baktığı, elini kolunu sallayıp karşısındaki varlığın o hareketleri eşzamanlı yinelediğini fark ettiğinde gevrek gevrek güldüğü zaman. Ve o âna tanık olmak, senin de hafızana kazıdığın, dahası aynalara baktığın bütün anları bir bir hatırladığın zaman. Aynanın hikmeti bu. Bütün aynalar birbirine bağlıdır. Tıpkı gökyüzünde ahenkle süzülen kuş sürüleri gibi, onlar da biriktirdikleri ne varsa özenle birbirine teyeller. Bebekle aynaya baktığında bütün sûretlerin çorap söküğü gibi çözülür önünde. Hafıza aynayı, ayna hafızayı sever.

Ayna sadece bir nesne olarak değil, metafor olarak da çocukluktan girer hayatımıza. Dolayısıyla da hafızamıza. Pamuk Prenses’in üvey annesi her dilden aynı tekerlemeyi söyler bize:

Ayna ayna söyle bana
Var mı benden daha güzeli bu dünyada?

Kendini pek beğenenin, cam gibi kırılabilecek özgüvenidir bu. Eğer güzelliği gençliğin ışıltısı olarak kodlamışsan, gelip geçiciliğe, senden daha genç olanın kaçınılmaz cazibesine teslim olmuşsun demektir. Aynı masalda bu kıskançlıktan nasibini almış ve üvey annenin zehirli elmasıyla uyanamadığı bir ölüm uykusuna dalmış olan pamuk prensesin cam tabutunu düşlersin. Şu meşhur prens geldiğinde, sadece prensesi değil, cam yüzeye yansımış kendi aksini de görmüştür ve ihtimal o ikiliğe âşık olmuştur, diye düşünürsün. Elbette büyüdüğünde, bütün masallar dahil öğretilmiş her şeyi sorguladığında düşünürsün bunları. Kendi masallarını yazmaya başlarken…
 
Kırık aynanın zorlu parçası

Masalların zalim efendisi Hans Christian Andersen, yüzden fazla dile çevrilmiş, kerelerce tiyatroya, müzikallere, çizgi filmlere uyarlanmıştır Karlar Kraliçesi (The Snow Queen) adlı 1844 tarihli masalında, aynanın diğer yüzüyle tanıştırır bizi. Kay ve Gerda’nın arkadaşlığı, Kay’ın gözüne Karlar Kraliçesi’nin her şey çirkin ve kötü gösteren sihirli aynasından bir parçanın saplanmasıyla ağır bir sınavdan geçer. Donuk, alaycı, kötücül birine dönüşen Kay’dan yine de vazgeçmeyen Gerda, arkadaşının kraliçenin şatosunda buzdan bir heykele dönüştüğünü görünce ağlar ve gözyaşları o lanetli parçayı çocuğun gözünden çıkarır. İki yol arkadaşı sevgide birleşir bir kez daha.

Hissizliğin, donakalmışlığın simgesi, kırılmış bir aynanın göze saplanışıdır. Sizin için gözyaşı dökecek kadar saf bir sevgi uyanmanızı sağlar. Mesaj budur ama yıllar geçip de insan denen yaratığın her hâlini görünce, Karlar Kraliçesi’nin o aynayı bizzat kendi biriktirdiği hayal kırıklıkları ve uğradığı ihanetlerden yaptığını da anlarız. Bunun adı da büyümek olur.

Kırık ayna batıl inancın uğursuzluk simgesidir çünkü sûretinin dağılması insana her yıkımda şurada burada kaybettiği parçalarını anımsatır. O parçaları yeniden birleştirmek, ömürlük bir uğraştır.  Dağıldıkça toplanmak, azaldıkça çoğalmak da öyle.

Sonra bir şarkı gelir. Salim Dündar’ın yanık sesinden bütün kırılmışlıkların çığlığı olur, kalp boşluğunda yankılanır:
 
Harmanım ben harmanım
Kırk satırlık fermanım
Yok dizinde dermanım
 
Eyletmen beni
Söyletmen beni
Ağlatman beni
Aynalar aynalar
 
Hüznüm sizde görünür
Saçım beyaz örülür
Yaşarken de ölünür
 
Söyletmen beni
Ağlatman beni
Aynalar aynalar
 
Aynaya bakma hâlleri

Aynalardan kaçamazsın. Karşılarına geçip gözünün içine bakmamayı seçsen dahi, hayatın küçük tuzaklarından kurtulamazsın. Sûretin gelir seni vitrin camlarında, metronun, trenin, otobüsün, vapurun camında, en olmadı bir su birikintisinin ortasında yakalar. Kendin karşısında kalakalırsın.

Herkese nasip olmaz Narcissus’un kaderi. Hani şu Yunan mitolojisinde kendi görüntüsüne âşık olup, bir nergise dönüşenin hikâyesi. Derler ki, Narsis ya da Narkissos, kendisine âşık olanlara aldırmayıp, onları karşılıksız bırakan peri kızı olan Echo’yu ( Eko) büyüler. Ama karşılıksız aşkın acısını tatma sırası bu kez Eko’nundur. Kara sevdadan erir peri. Arta kalan kemikleri kayalara, sesi ise bu kayalarda 'eko' dediğimiz yankıya dönüşür.

Olimpos dağında yaşayan tanrılar bu duruma kızar ve Narsis’i cezalandırmaya karar verir. Günlerden bir gün av izindeki Narsis susamış ve bitkin bir şekilde bir nehir kenarına gelir. Su içmek için eğildiğinde, sudan yansıyan kendi yüzü ve vücudunun güzelliğini görür ve kendi sûretine âşık olur.  Eko gibi o da günden güne erir ve vücudu nergis çiçeğine dönüşür. Hikâyenin bir başka yorumunda Narsis’in ölümünden sonra Styx nehri de ağlamaya başlar. Biri ona sorar, “Seninle bu kadar vakit geçiren Narsis’i kaybettiğin için mi ağlıyorsun?” Nehir de cevap verir: “Ben Narsis’in gözlerinde kendi yansımamı görüyordum, onu kaybettiğime ağlıyorum…” Bir insanın sevdiğinin gözbebeğinde gördüğü yansıma, aşkın en billur tanımıdır. Yaşayan bilir.

Günümüzde kimselerin kolay kolay Narsis gibi hissetme şansı yok. Daha ziyade halk arasında ayna hastalığı olarak bilinen dismorfofobiden mustarip insanlık. Görünümünden hoşnutsuz, aynaya baktıkça kendinde kusur gören, çirkin olduğunu düşünen, estetik ameliyatlar bile geçirse huzur bulamayan ve kendini yiyip bitiren insan sürüsü… Utanç, reddedilme, aşağılanma korkusu, değersizlik hissi ayna önündeki lanetli ritüelin parçasıdır. Maske kılıklı makyaj, aşırı bakım, şapka ve aksesuarlı kamuflaj, bitmeyen diyetler işe yaramaz. Kalbin ve zihnin seni aksine ikna edemedikçe, görmezsin biricik güzelliğini.
 
Birbirinde yansımak

Oysa o nehir ne güzel demişti. Aşkla bakmaktı her şeyin özü. Justin Timberlake, Mirrors (Aynalar) klibinde tam da bunu anlatıyordu. Sekiz dakika yirmi saniyelik süresiyle bir kısa filmi andıran klip, William ve Sadie’ye adanmış. Altmış üç yıldır evli olan Justin’in büyükbaba ve büyükannesine. William’ın ölümü üzerine Sadie üzerinden, birbiriyle kalabilmeyi başarmış insanların sırrına bakıyor şarkıcı. Bütün klip yaşlı bir kadının hatıralarla dolu zihninin içine götürüyor bizi. Kadının peşinde eşi olduğunu anladığımız adam var sürekli. Kadın bir yandan ölen eşinin eşyalarını toparlarken, adam da aynadaki akis gibi onun hareketlerini taklit ediyor. Sadece bir ömrü birlikte geçirebilenlerin bildiği o birbirinin uzvu olma hâli var ikisinde de.

Ve yaşlı kadın bir bilardo salonundaki karşılaşmalarına, ilk aşka, verilen hediyelere, evlilik teklifine, hayallere sürüklüyor bizi hatırladıkça. Zaman olgusuyla oynayan ve her sahnesi ismine yakışır şekilde aynalarla bezeli klipte bir panayır yerinde âşıklarının sûretini tuhaf hâllere sokan sirk aynaları eşliğinde falcı kadının, ağzının içinden yaşlı çiftin fotoğraflarını çıkardığını görüyoruz. O iki genç birlikte olacaklarını inanmış, anlıyoruz.

Bu aşk pespembe bir klişe değil. Evlilik sonrası aynı yatak odasını bir kavgada darmadağın olmuş hâlde görüyoruz. Genç kadının rimelleri akmış ve her an gidecekmiş gibi duruyor. Ama gitmiyor, kalmayı ve savaşmayı göze alıyor. Yaşlı kadının bulanmış zihninde anılar ve şimdiki zaman birbirine karışarak dans ediyor. Kadının elinden çıkardığı yüzüğü tutan ve ancak o anda klibe dahil olan Justin Timberlake, sûretini misliyle çoğaltan aynalar karşısında dans ediyor. Ta ki aynalarda ruhunun karşılığı olan insanı görüp, onun sûretiyle birleşene kadar. Ve hep aynı nakaratı söylüyor bize:

Şimdi tam da o ettiğimiz yemindeki gibi berrak her şey
Birbirinde birleşmiş iki yansıma
Çünkü sanki benim aynam gibisin
bakışımı döndüren bana
 
O yaşlı çiftin hissini, aynaların kaydettiği ömürleri Ahmet Hamdi Tanpınar yankılar “Aynalar” şiirinde…
Bir sonu gelmeyen rüyaya dalar
Akşam, odalarda fersiz aynalar.
Durgun sularında hepsinin yer yer
Eski bir hatıra sanki genişler,
Maziden yadigâr kalan bir hisle.
 
Serpilen yağmurla, örtülen sisle
Birden kapanıp da akşamın ufku,
Gereken asabı hasta bir uyku
Bir hayal ufkudur kalplerimize,
Aynalar ki sessiz anlatır bize
Maziye karışan günlerimizi.
 
Bizden iyi tanır aynalar bizi…
O vefalı kalbe benzer ki onlar,
Bir küçük vesile maziye yollar.
Mazi, bir akşamın penceresinden
Kalplerde, gözlerde yaş seyredilen
O uzak ve hasret ışıklı fecir,
Ümitsiz ruhuna son tesellidir.
 
Her bakışta çizer bu kederli su,
Ömrümüzün geniş bir tablosunu.
Bir tablo ki, ne renk, ne çizgisi var
Fakat her hatıra içinde yaşar..
Ve derinliğinden bizlere güler,
Kalbi kalbimizde çarpan ölüler.
 
Kalbi kalbimizde çarpan ölülerle mazi bugünümüzdedir. Biz nefes aldıkça bizimledir. Zaman daire şeklinde dizili aynalara dönüşür. Çepeçevre kuşatır, eksilenlerimizle çoğaltır bizi.

O zaman yeniden dosdoğru aynadaki gözlerimize bakmayı öğreniriz. Bir aynanın karşısına birlikte geçtiğimiz, hayatın içinde birlikte yansıdığımız bütün insanları tek tek görerek. Bir ömre bakmaktır ayna karşısına geçmek. Sırrı dökülmüş aynalar kuşakların yükünü sırtlar. Biraz da ölülere karışmaktır sûretini orada bırakmak. Ve kendi tekerlemeni söylemektir günün birinde usulca:

“Ayna ayna söyle bana
Kimin hatırasısın bu hayatta?”