Barıştan Vazgeçmeyelim, Barışı Kutuplaşmaya Kurban Etmeyelim
Tüm güvensizliklere, kaygılara, soru işaretlerine, geçmişin hatalarına rağmen barış süreci devam etmeli. Halkların çıkarı bunu gerektiriyor ve kaybedecek bir şeyimiz yok. Ayrıca yeni bir gelişme; Cilvegözü soruşturmasına ilişkin İçişleri Bakanlığı müfettişiyle görüştüm

31.07.2025
Türkiye’nin hem siyaseti hem halkları, kutuplaşmanın en derin halini yaşıyor ve bu sıkıntılı durum, maalesef barış sürecine de yansıyor.
En temel hata, bugünkü barış sürecini geçmişteki süreçle karşılaştırmak. Oysa yürüyen süreç, herhangi bir siyasi partinin tekelinde veya kendi hesapları için kurguladığı bir manevra değil. Bunu anlamak için şimdiye kadarki gelişmelere bakmak yeterli.
- Ne Öcalan’la yapılan görüşmeler ne de Öcalan’ın İmralı’dan sürece yönelik ürettiği politikalar, kamuoyundan gizlendi.
- DEM Parti sürecin önemli bir aktörü olarak hak ettiği saygı ve önemi gördü, aynı zamanda iktidar partileriyle yakın bir iletişim içinde.
- ABD ve AB ülkeleri süreci yakından takip ediyor, hatta önemli görüşmeler yapabiliyor, toplantılarda bilgi alıp, aracılık edebiliyorlar.
Siyasetçiler krizlere rağmen süreç dedi
Daha pek çok şey sayılabilir. Öte yandan Ekim ayından bu yana, sürece karşı olan, çeşitli ayak oyunlarıyla engel olmaya çalışan, tarafları manipüle etmeye kalkışan iç ve dış birçok unsura tanık olduk.
Bakın burada, şimdiye kadar yürütülen politikalar nedeniyle halkların birbirine düşmanlaşmasından ve siyasi yapıların iktidara duyduğu haklı güvensizliklerden bahsetmiyorum. Bunlar elbette tartışılabilir, yeter ki “Asla olmaz” veya “İstemezük” diye bir çuval incir berbat edilmesin.
Evet, bahsettiğim unsurlara rağmen süreç bitirildi mi? Hayır. İsrail’in türlü çabaları ve içerdeki seçkin üstencilerin tepkisine rağmen süreç geriye çekildi mi? Yine hayır.
Hep yazdım, yine yazıyorum. Israrcı olmakta ve her krize rağmen süreçten vazgeçmemekte öne çıkan iki aktör; Devlet Bahçeli ve Abdullah Öcalan’dı. Ak Parti içinden zaman zaman ayak direyenleri, süreci gizlice baltalamaya çalışanları gördük, hatta onlar, kimlerdir biliyoruz.
Kürt halkı barış istiyor
Halklar içinse önemli bir eşik artık aşıldı ve bunun geriye dönüşü yoktu. Gerekirse aktörler değişecek lakin süreç yürüyecekti. Yaşananları, kimin nerede, hangi adımı attığını ve nereye evrildiğini incelerseniz bu gelişmeleri görebilirsiniz.
Şimdi art niyetsiz ve hesapsız şekilde sürece dair güvensizlik duyan kamuoyunun, solcu ve ilerici kesimlerin de seçkinci elitlerden etkilendiği bir dönemdeyiz.
Tabii bu güvensizliğin oluşmasında, iktidar partilerinin payı büyük. Geçmişteki kutuplaştırma siyasetine yönelik hiç özeleştiri yapılmadan yola devam edilmesi ise güvensizliği körüklüyor.
Devletin “terörle mücadele” adı altında yürüttüğü politikada ne kadar çok masum insanın işkence gördüğünü, katledildiğini, ailelerin, köylerin dağıtıldığını, bir halkın neredeyse topyekûn düşman ilan edildiğini yaşayarak gören, bedel ödeyen kuşaktanım.
Yanı sıra PKK’nin, Türkiye metropollerini hedef alarak sayısız insanın ölmesine neden olduğu Kızılay, Mavi Çarşı, Çetinkaya gibi saldırıları, öğretmenlerin öldürülmesini de yaşadık.
Bu acı ve kanlı geçmiş, bugün halkları provokasyona ve manipülasyona açık bir hale getirmekte. Yine de Kürt halkı, büyük bir özveriyle geçmişindeki acılara ve bedellere rağmen barış umuduna dört elle sarılıyor. Ne büyük vakar.
Merak etmeyin, ulus devlet elden gitmez
İtirazlar, genellikle Türk halkından gelmekte. İslamcı/ulusalcı kutuplaşması, demokratik ve ekonomik açıdan dibe vuran yönetim tarzı ve son dönemde CHP’ye yönelik siyasi operasyonlar, itirazların iktidardan kaynaklanan boyutları. Fakat tüm bir barış sürecini “AKP’nin oyunu” ya da “Öcalan’ın meşrulaştırılması” şeklinde etiketlemek de itirazcıların darlığı.
Ak Parti ve MHP’den gelen her şeye hayır, CHP’den gelen her şeye ise evet demenin politik bir tutum olduğunu düşünmüyorum.
Türk halkı da artık kimin dediğine değil ne dendiğine bakmayı, sürece katılım talep etmeyi, karşısındakini de dinlemeyi öğrenmeli. “Bu ülkenin sahibi biziz, geriye kalan tüm halklar bizim artçımız, ırgatımız” şeklinde bir bakış açısının, küresel dünyada hiçbir karşılığı yok. AB üyesi pek çok ülkede artık onlarca halk yan yana yaşıyor.
Kaybetmekten çok korkulan ulus devletler ise merak buyurmayın, halen yerinde duruyor ki Türkiye, zaten devlet statükosunu değiştirecek bir dönemde değil. Ne altyapı ne de üstyapı buna hazır.
Bunu tarihte Mustafa Kemal, doğrusuyla yanlışıyla yapmıştı ve altyapısal hiçbir hazırlık ve temel yokken üstyapıyı bir günde koyduğu yasalarla değiştirmişti.
Aşağıdan yukarı değil de yukarıdan aşağıya yaptırımlarla işleyen süreç, modernleşme ve Batı’ya yakınlaşma faktörleri taşısa da seçkinci ve ayrıcalıklı bir zümre oluşturdu. Oysa kurtuluş savaşını, bu zümre vermemişti aslında, en alttakilerin var ettiği bir mücadeleydi o.
Neyse amacım Kemalizm değerlendirmesi yapmak değil. Her ülkenin geçmişinde, eğrisi ve doğrusuyla reformcu tarihsel kişilikler bulunur.
Vurgulamak istediğim, yukarıdan aşağıya baskıyla uygulanan reformlar, yıllar içinde dindar kesimlerin zapturapt altına alınmasına ve evlerine kapatılmasına, öcü ve “ülkeden yallah defolması gereken kişiler” olarak etiketlenmesine evrildi.
Ak Parti’nin iktidara gelmesinden bugüne kadar da geçmişteki mağduriyetlerini maske olarak kullanan, en az Kemalist seçkinciler kadar anlayışsız, ezici ve kendine Müslüman ayrıcalıklılar, her yerde kontrol sahibi oldular. Onlar da aynı Kemalistler gibi kendilerinden olmayana yaşam hakkı tanımadılar. Hepsi kendi kitlesini diğerine karşı kutuplaştırmayı da ihmal etmedi.
Uzun yıllar boyu halklar, iki kesimin iktidar ve güç sahibi olma heves ve savaşlarına alet edildi. Şimdi bir günde tüm bunları yok etmek, yüzyılların bakış açısını değiştirmek mümkün değil.
Kemalistler, modern yaşam tarzı ve seküler, tekçi Cumhuriyetin elden gideceği noktasında endişeliyken, İslamcılar, Kemalistlerin iktidara gelmesi halinde eskisi gibi ezilen statüsüne döneceklerinden korkuyorlar.
Tam da bu noktada sınıfsal bakmak şart. Velevki kaygı ve korkuların haklı temelleri var fakat kabul etmek gerekir ki bunların halkların anladığı barış süreciyle hiçbir ilgisi yok.
Elbette her siyasi parti, barış sürecinden kendi çıkarları için de kazanım elde etmeye çalışacaktır. Buna Ak Parti de MHP de DEM Parti de dahil edilebilir. Siyasetin doğası budur. Lakin önemli olan, bu süreçten halkların kazanım sağlayıp sağlayamayacağına bakmaktır.
Önemli olan reformlardır
Hayır, ortada ne bir devrim ne de bir sistem değişikliği var. Kapitalizm devam ediyor, ulus devlet ise kendini koruyor. Mevzubahis olan ve tartışılması gereken olası reformlardır. Barış süreci, ülke halklarına demokratik reformlar sağlayabilir. İşte bunun için barışa sahip çıkmak ve sürmesi için mücadele vermek, özgüvenli olmak gerekiyor.
Hadi eli artırayım; baktınız olmuyor, yürümüyor hiçbir reform yapılmıyor mu, bitebilir de ama umarız ki böyle olmaz.
Yeni anayasa da aynı kapsam içinde değerlendirilmeli. Gelişmelere “Türkiye’deki sorunları komple çözecek bir süreç yaşanıyor” hayalciliğinden uzak kapsamda bakmak şart.
Mevcut anayasadaki gerici maddelerin revize edilmesi ve ilerici açılımlar yapılması, kimi neden rahatsız ediyor? Etmemeli.
Burada asıl talep, eski anayasayı savunmak değil, yeni anayasanın yapımına ve uygulanmasına katılımın sağlanması olmalıdır. Halkın söz ve karar hakkının olmayacağı, tepeden inme getirilen ve uygulanmayan bir anayasa, asla kabul edilemez.
CHP’ye yapılan operasyonlar süreci baltalar
CHP’ye yönelik siyasi operasyonların, süreç için büyük bir handikap olduğunu, bir yandan barış süreci yürütülürken, bir yandan da ülkenin ana muhalefet partisini susturmaya çalışmanın büyük bir tezat teşkil ettiğini, DEM Parti’nin bu sorunun üzerine gitmesi gerektiğini defalarca yazdım, tekrarlıyorum: Böyle olmaz.
Bağlamlar birbirinden kopuk değildir. Barış sürecini destekleyenler, demokratik reformlar yapılsın istiyor. Demokratik reform dediğin de sadece bir kesime uygulanmaz, tüm halkları kapsar.
Kısaca CHP’ye meclis komisyonuna katılmaması için baskı yapanlar yanılıyor. Neyse ki Özgür Özel yerinde bir kararla komisyonda yer alacaklarını söyledi. Kafalardaki soru işaretleri ve güvensizlikler ise komisyonda tartışılabilir ki komisyon da Ayet-i Kerime değildir, yürümüyorsa dağıtılıp, yürüyecek bir kapsamda tekrar oluşturulabilir. Fakat öncelikle bir komisyon kurulmalı.
Süreci dönüp dolaşıp Öcalan’a indirgeyen ve köpürtenlere ise cevabı, Öcalan vermişti aslında. Ne serbest kalmak istiyor ne de kendini öne çıkarmak. Hatta DEM Parti’den Türkiyelileşme açısından vizyoner siyasetçilerin öne çıkması, onun da bakış açısı.
Ben bu görevi öncelikle Selahattin Demirtaş’ın üstlenmesi ve sürecin bir tarafını bizzat temsil etmesi gerektiği kanaatindeyim. Elbette Öcalan, görüş ve müdahaleleriyle sürecin en önemli aktörü olmaya devam edecektir ki zaten lider pozisyonundadır.
Suriye’de de kriz bitmiyor
Suriye’deki gelişmeler şaşırtıcı değil. Nasıl ülke içinde pek çok unsur, barış sürecini baltalamaya çalışıyorsa Suriye açısından bunun iki katı engel söz konusu.
Bakın 10 Mart mutabakatına imza atan kimse, bu mutabakata uymadı. Bugün her ne kadar sadece SDG’nin federasyon talebi tartışılsa da ne Şara ne de Dürziler mutabakata uydular.
ABD, herkese mavi boncuk dağıtırken, İsrail zaten sürekli provokasyonlar düzenliyordu. Türkiye ve Şara’yla görüşürken ulus devletin Suriye’nin tek kurtuluşu olduğunu söyleyen ABD, SDG’yle görüşürken de eğer Suriye halkları federasyon kararı verirse bunu onaylarız, diyordu. Bu durum tarafları, birbirinin gücünü test etmeye itti. Üstüne üstlük İsrail, saldırganlığını iyice artırdı.
Bu noktada artık ABD, Şara, Mazlum Abdi ve Türkiye’nin oturup bu anlaşmazlığa, çekişmeye bir çözüm bulmaları, 10 Mart mutabakatını ve mevcut anayasayı tekrar gözden geçirmeleri, tarafların kaygı ve taleplerine uygun ortak noktalarda anlaşmaları gerekiyor. Bu yapılmadığı takdirde, herkes kendi cephesinden, kendi çıkarlarını öne çıkaran demeçler vermeye, bir kelimeyle bin çam devirmeye devam edecek, görüşme zemini git gide yok olacak ve ortalık fena kızışacaktır. Şimdilerde olan da bu zaten.
Cilvegözü soruşturmasında yeni gelişme
Geçen haftaki yazımda, ifşa ettiğim Cilvegözü çetesi hakkında İçişleri Bakanlığı tarafından soruşturma açıldığını, müfettişlerin bana ulaştığını aktarmıştım.
Müfettiş Bey’le görüştük ve konuyu ciddiye aldığına, titiz ve ayrıntılı bir araştırma yaptığına tanık oldum. Bildiklerimi ve yorumlarımı da aktardım elbette.
Önemli bir nokta da Müfettiş Beyi’n görüşmenin başında, İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’nın, böylesi bir yolsuzluk ve rüşvet ağını yayınlayıp ifşa ettiğim için bana ve yayın organı P24’e teşekkürlerini, selamlarını iletmesiydi.
Kabinenin, adı kirli işlere ve yolsuzluğa bulaşmamış bakanlarından olan Ali Yerlikaya’nın iyi dilekleri, elbette güzeldi bizim için lakin bugüne kadarki yolsuzluk soruşturmalarının sonuçlarından yola çıkarak, temkinli iyimserliğimiz sürecektir ve gelişmeleri takip edeceğiz.
Yine görüşmenin sonunda Müfettiş Bey’in, incelemenin bu kadar hızlı başlatılmasını ve bulunduğum yere kadar gelerek ifademin alınmasını örnek göstererek, konuyu gayet ciddiye aldıklarını ve bizzat Yerlikaya’nın gideceği yere kadar gidecek, talimatını verdiğini iletmesi de olumlu bir gelişmeydi.
İçişleri Bakanlığıyla paralel olarak Adalet Bakanlığının da Cilvegözü hakkında soruşturma başlattığını, Reyhanlı Başsavcılığının çeteye dair bilgilerimi bizzat almak istediğini de belirtmeliyim. Bu görüşme henüz gerçekleşmedi.
Aynı zamanda Hatay CHP milletvekili Servet Mullaoğlu’yla olan görüşmemizde Mullaoğlu, İçişleri Bakanlığı ve savcılık soruşturmalarının sonuçlarına dair meclise soru önergesi verme niyetinde olduğunu bana iletti. Bunu da okurların bilgisine sunmak isterim.
Bana göre süreçle ilgili her gelişme, kamuoyunu da yakından ilgilendiriyor ve emin olun ki gelişmeleri buradan aktarmaya devam edeceğim zira malum, çete haberlerim nedeniyle X hesabım, halen Türkiye’de erişime kapalı.
Not: Yazı yayınlandıktan sonra öğrendiğimize göre CHP Hatay milletvekili Servet Mullaoğlu, birkaç gün önce, Cilvegözü’nde işlenen suçlara ilişkin TBMM’ye soru önergesi verdi.