Basılı gazeteler nostalji mi oluyor?

Ne yazık ki, Evrensel, Yurt, Birgün ve Cumhuriyet gibi gazetelerin tirajlar bakımından sürekli bir gerileme içinde olduğunu görüyoruz

SARPHAN UZUNOĞLU

18.07.2018

Türkiye’de medyanın akıbetinin ne olacağı her geçen hafta daha fazla merak konusu oluyor. Siyasal sistemdeki belirgin değişikliklerin medyadaki yansımaları ise beklediğimizden hızlı gerçekleşecek gibi.
 
Basılı yayınların geleceği bağlamında tartışma Habertürk’ün dijitalleşme kararıyla alevlenmişti. Yaklaşık olarak aynı günlere gelen, iktidara yakın ama eleştirel şeklinde tanımlanabilecek Karar  gazetesine yönelen tehditler ve Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin gazetelerde yayınladığı ilan da geleneksel medyanın öne çıkan isimlerini hedef alarak “artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” mesajı vermeye çalışıyordu.
 
Olaylar yavaş yavaş soğudu. Şu anda ne Bahçeli’nin ilanı ne Karar gazetesi yazar ve emekçilerinin durumu gündemde. Şimdinin TBMM Başkanı Binali Yıldırım’ın Habertürk’ün ardından yaptığı “biri gitti biri kaldı” yorumu ise soğuk bir gerçeklik olarak karşımızda.
 
Ancak, dikkat edilmesi gereken bir şey var. O da şu: Türkiye’de Habertürk’ü resmin dışında bırakırsak çıkmakta olan ve Medyatava.com’un verdiği tiraj raporlarına giren 40 gazete daha var. Ve bu gazeteler yıllardır öyle ya da böyle çıkmaya devam ediyor. Gelin “öyle ya da böyle” kısmını açıklayalım.
 
Gazete, dergi, kitap gibi ürünlerin başarılarını değerlendirmede en önemli kıstaslardan biri de tirajdır. Gazetelerin kaç kişi tarafından okunduğu, okuma eyleminin nasıl gerçekleştiği, girdikleri ortamda kaç dakika okundukları gibi “analitik detaylara” geleneksel okuma pratiğinde uzlaşmak imkansızdır. Tiraj, çoğu zaman erişilebilecek en gerçekçi veri olarak görülür. 
 
Aşağıdaki tablo Türkiye’de çıkmakta olan mevcut gazetelerin 2016, 2017 ve 2018 yıllarının Haziran aylarındaki tiraj performanslarını ele alıyor. (Bu tirajları gazete gazete ve interaktif grafiklerle incelemek isterseniz şuraya tıklayabilrsiniz.)

Gelin, bu tablodaki verilere önce genel bir bakış atalım. Tabloda kırmızı çubuk 2018, mor çubuk 2017, yeşil çubuk ise 2016 Haziran ayının üçüncü pazartesi günlerinin tirajını yansıtıyor. 
 
Geçen dönem içerisinde düşüşe geçen gazeteler hangileri diye bakıldığında Hürriyet, Posta, Türkiye, Cumhuriyet, Birgün, Evrensel, Yeni Mesaj, Milli Gazete, Yurt, Korkusuz gibi gazetelerin tirajlarında gözle görülür bir düşüş gözlemlenebiliyor. Buna karşın, Sabah, Sözcü, Yeni Şafak gibi gazetelerin tirajlarında dramatik olmasa da artışlar gözlemek mümkün.
 
Bu tabii ki, Türkiye’de gazete satın alma pratiklerinde parti ve sivil toplum örgütlerinin yaptıkları toplu satın almalar ve gazetelerin kâğıtçılara sattıkları gazeteler gibi türlü “hinlikleri” de göz ardı etmeden yapılabilecek bir analiz değil; ama bu konuyla ilgili yazık ki kesin bir istatistik elde etmek güç. Yine de tiraj artışlarının tiraj kayıplarını ikame ettiğini sayısal olarak söyleyemiyoruz. Zira arada bir fark var.
 
2016 ve öncesi döneme bakıldığında aslında toplam olarak basılı yayınlara ilişkin bir kuraklaşma dönemi içerisine girdiğimiz ortadaydı. Zira TÜİK’in de 2017’de yayınladığı basılı yayın verileri buna işaret ediyordu.[1]
 

 
Genel tabloyu bir kenara bırakıp, Türkiye’de özgürlükçü, ulusalcı, seküler ve sol muhalefet tarafından okunan ve muhalif ya da bağımsız olarak tanımlanabilecek gazetelere bakınca ortaya daha farklı bir tablo çıkıyor.
 
Ne yazık ki, Evrensel, Yurt[2], Birgün ve Cumhuriyet gibi gazetelerin tirajlar bakımından sürekli bir gerileme içinde olduğunu görüyoruz. Elbette, ulusalcı muhalefet açısından Posta ve Hürriyet gibi ana akım aktörlerinin ve Cumhuriyet’in kaybettiği tirajların Sözcü gazetesinde toplandığı varsayımı yapılabilir; ancak bayii ve kullanıcı düzeyinde araştırma yapılmadıkça bu bir varsayımdan ibaret olacaktır. Ancak özellikle Birgün ve Cumhuriyet gazetelerinin tirajlarında önemli bir kayıp gözlemleyebiliyoruz.
 

Muhalif ve sol medyanın bu mevcut durumunu elbette farklı şekillerde açıklamak mümkün. Artan milliyetçi seküler muhalefet eğilimiyle Sözcü’ye kayan tirajlar, dijitalleşme ve kentli kesimin alışkanlıklarında gelen değişiklikler ya da dağıtımdaki zorluklar bu tiraj dönüşümlerini açıklamak için kullanılabilir.

 Peki gazetelerin tirajlarındaki bu düşüşle ve olası sonuçlarıyla ilgili öne çıkan görüşler neler?
 

 İletişim Akademisyeni Prof.Dr. Yasemin Giritli İnceoğlu, tirajlardaki bu dönüşümleri gazeteciliğin etik kriziyle bağdaştırıyor. İnceoğlu, Medya-siyaset ilişkilerinin bu denli sıkı fıkı olduğu, gazete patronlarının iktidarla olan ilişkilerini düzenlemek ve kendi ticari faaliyetlerini siyasi olarak desteklemek amacı için gazeteler satın aldıkları bir ortamda, basın birincil görevi olan kamunun bilgi edinme hakkını ihlal ettiğini, okuyucuların kendisine karşı olan güven bunalımını arttırdığını ifade ediyor.
 
Basılı yayınların düşüşünü dijitalleşme ile açıklamak haksızlık olur diyen İnceoğlu, Türkiye’de gazete tirajlarının hiçbir zaman çok yüksek olmadığını, ülkede nüfusun 30 milyon olduğu 1960’lı yıllarda da tirajların 1.5 milyon seviyesinde seyrettiğini belirtiyor. 2018’de bu sayının yaklaşık 80 milyonluk nüfusa rağmen 3 milyonu geçmemesini sözlü kültürün hakimiyetine bağlayan İnceoğlu, bu nedenle meseleyi yalnızca Internet’e bağlamanın doğru olmayacağı görüşünde.
 
Gelecekte basılı yayınların birer “prestij ürünü” hâline gelip gelmeyeceğini sorduğumda ise İnceoğlu Radikal örneğini veriyor. Doğan’ın prestij gazetesi olan Radikal’in ortama dayanamayıp kapandığını belirtiyor. Gazetelerin karşılaştıkları en önemli sorunun reklam ve ilan alamamaları olduğunu, ilan alamayan gazetenin girişimde bulunamadığını söyleyen İnceoğlu mevcut zayıf finansal yapı ve nitelikli eleman, yönetici istihdam edememe durumuyla gazetenin prestij ürününe dönüşmesinin bir hayal olduğu görüşünde.

Evrensel Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Fatih Polat ise kendi gazetesi özelinde dijital büyürken tirajda yaşanan daralmayı şöyle anlatıyor: “Bir süre öncesinde web sitemizi kadro açısından belli ölçülerde desteklemiştik. Orada, şu an için sayı açısından istediğimiz düzeyde olmasa da, nitelik bakımından iyi bir ekibimiz var. Arkadaşlarımız dijital alandaki gelişmeleri de yakından takip ederek sitemize uyarlamaya çalışıyorlar. Evet, sitemizde iyi ve gelişmeye açık bir grafiğimiz var. Çok geç kalmadan belirli bir kadro desteği ile bu grafiği daha da yükseltmek istiyoruz.” 
 
Polat, bir yandan dijital ekibin nitelikli hâle getirilmesi ve desteklenmesi alanındaki stratejilerini anlatırken tirajların durumu ve dijital okunma oranlarına farklı bir yorum getiriyor. Dijital alanın okura/izleyiciye sunduğu kolay ve maliyetsiz olarak habere, bilgiye ulaşma imkanının genel olarak basılı gazetelere olduğu gibi Evrensel’e de zor zamanlar yaşattığını söyleyen Polat, tiraj kendilerini bu açıdan memnun etmese de ilişkiyi farklı yorumladıklarını belirtiyor. “Dijital alanda kendimizi daha da geliştirmek, dijital imkanların haber alanında sunduğu ve basılı gazetelerin hız olarak yetişmesi imkansız anındalık durumunu da dikkate alarak, basılı gazete açısından haber ve yorumlar bakımından kendisini daha geniş bir kesim için ihtiyaç haline getirecek bir derinliğe ulaşmak. Bunu başarırsak, ikisi arasındaki ilişkiyi, dijitalin basılı olanın varlığını tehdit eden hale geldiği gibi bir fotoğrafı da yeniden anlamlandırmış olabiliriz.”
 
Evrensel’in yayın hayatına başladığı 7 Haziran 1965 tarihinden itibaren hep mali sorunları olduğunu belirten Polat, gazetenin epey bir süre resmi ilan almadan ve sınırlı ilan alarak çıktığını hatırlatıyor. Kendilerini, ilan desteğinden yoksun olma ihtimaline hazırlamaya yönelik bir tartışmayı da bir süredir yaptıklarını ifade eden Polat, geçmiş deneyimlerimize de dayanarak bunu başarabileceğimize inandıklarını söylüyor.
 
İnceoğlu ve Polat’ın saptamaları aslında genel olarak yaşanan kriz ortamıyla ilgili çok şey söylüyor. Polat’ın ifadelerinde bağımsız medyanın bir yandan ilan krizi derinleşirse ne yaparız sorusuna bir yanıt ararken öte yandan da dijitalizasyonda mesafe kat etmeye çalıştığını görüyoruz. İnceoğlu ise, Türkiye’nin tüketim alışkanlıkları ve iletişim kültürü üstünden meseleyi ele alıp bizi istatistiksel bilginin tuzağına düşmemeye çağırıyor.

Tabii ki bu tiraj erimesini yalnızca gazetelerin sürdürülebilirliği açısından ele almak yanlış. Zira gazetecilerin örgütlülükleri ve yaşam güvenceleri de bu erimeden etkileniyor. Türkiye Gazeteciler Sendikası Örgütlenme Sekreteri Mustafa Kuleli’ye gelenekselin yaşadığı krizi sorduğumuzda Kuleli, işten çıkarmalardan Sendika üyeleri daha az etkilendiği için medyadaki örgütlülük seviyelerinin oransal olarak yükseldiğini söylüyor ve ekliyor: “Tirajların düşmesi, gelirlerin azalması, sektörün küçülmesi ve dolayısıyla medyada işsizliğin artması -ki şu anda yüzde 30- gazetecileri baskılıyor. Meslektaşlarımızın önceliği sosyal-ekonomik haklarını geliştirmekten ziyade işini korumak oluyor. Bu da sendikal örgütlenme önünde bir engel.”
 
Geniş bir perspektifle tekrar ele aldığımızda, tirajlardaki erimenin politik, finansal ve teknolojik sebepleri yine aynı kategorilerde tasnif edilebilecek sonuçlara neden oluyor. Bir yandan dijital alanında daha nitelikli üretim yapılması çözüm olarak görülürken, öte yandan politik sıkışmaya karşı kurumlar ve gazeteciler kendi alternatiflerini üretme çabasındalar; ancak bu konuda büyük ve etkili bir çözüm henüz bulunabilmiş değil.
 
Basılı gazetelerin kısa vadede “nostalji” olması güç. Zira Türkiye’de öyle ya da böyle 3 milyon okur var; aslolan da bu okurların ne kadarının “gerçek okur” olduğunu öğrenecek kadar gazetecilik ekonomisinin yara alıp almayacağı. Yani, gazetecilik endüstrisinin ardındaki “siyasi ve ticari hesaplarla yapılan satın almalar” ortadan kalkmadıkça, sadece istatistiklere dayalı formüller üretmek işimize yaramayacak.
 
Türkiye’nin mevcut siyasal durumunu gözden kaçırmamak da şart. Her şey normalmiş gibi hareket etmenin hiçbirimize faydası yok. Prestij gibi, yazı içinde de ele aldığımız baskıyı ayakta tutmaya diretme motivasyonları Türkiye için pek geçerli değil. Üstelik gazetelerin aniden Türkiye’nin dördüncü ya da üçüncü en büyüğü konumundayken de kapanabildiğini veya kâr edebilir görünümdeyken değerinin çok altına el değiştirebildiğini de tecrübe ettik.
 
Dünyadaki, siyasi motivasdyonlarla gazeteye sahip çıkma ve tirajların yükselmesi gibi durumlar Türkiye’de yazık ki pek yaygın değil. Dijital gelir modelleri ve abonelik kapsamları da pek belirgin olmayan gazeteler, bana kalırsa ayaklarına gelen fırsatı tepiyorlar. Ancak, Türkiye’nin geniş ve Internet’siz kesimi için devlet kontrolünde olmayan gazetelere erişim şu anki baskı ve dağıtım düzeyiyle oldukça zor görünüyor. Bu nedenle de, Türkiye’de nostaljileşen şeyin basılı yayınlar olmasa bile aslen bilginin toplumun tüm katmanlarına sansürsüz erişmesi olduğunu düşünebiliriz. Tabii burada da o kritik soruyu sormak şart: Böyle bir şey hiç mümkün oldu mu ki?
 
 
 

 

[1] Elbette burada KHK ile kapatılan gazete ve dergilerin de önemi büyük.
[2] Yurt Gazetesi ile ilgili son dönemde yazı işleri müdürü Hakan Gülseven’i yalnız bırakması ve birçok çalışanına ödeme yapmaması eksenindeki eleştiriler ve tartışma ayrı bir yazının konusu.