Basın hür değil, sansür ediliyor!!!

Anayasa ve uluslararası anlaşmalar ihlal edilip basın özgürlüğü hiçe sayılıyor. Seçim sonuçları umut olabilir ama çözüm için dayanışma şart

CEREN SÖZERİ

28.10.2015

Başlıkta Anayasa’nın 28.maddesine atıfta bulunduğumu anlamışsınızdır. Maalesef son dönemde yaşananlar Anayasa’nın basın ve ifade özgürlüğünü düzenleyen 26, 28 ve 29. Maddelerinin ihlalinin çok ciddi örnekleri. Bugün de Koza – İpek Grubu’nun medya kuruluşlarına el konma işlemi sırasında  “Kanuna uygun şekilde basın işletmesi olarak kurulan basımevi ve eklentileri ile basın araçları, suç aleti olduğu gerekçesiyle zapt ve müsadere edilemez veya işletilmekten alıkonulamaz” ifadesini içeren 30. Maddenin ihlaline tanıklık ettik. Bunca hukuksuzluk karşısında ‘emri verenlerden’ tek bir açıklama gelmezken, AKP Milletvekili Aydın Ünal seçim sonrası Hürriyet, Cumhuriyet, Sözcü, Zaman gibi gazetelerden de 'hesap soracaklarını' ifade etti. Mademki işin aslı muhalif medyaya hesap sormak o halde hukuksuz işlem yapanların da hesap vermeye hazır olması gerekiyor. Çünkü Anayasa’nın yanı sıra Türkiye imza atmış olduğu uluslararası anlaşmaları da ihlal ediyor.

Geçtiğimiz hafta aralarında IPI (Uluslararası Basın Enstitüsü), CPJ (Gazetecileri Koruma Komitesi), IFJ (Uluslararası Gazeteciler Federasyonu), EFJ (Avrupa Gazeteciler Federasyonu), Article 19 (19. Madde), Index of Censorship (Sansür İndeksi), EJN (Etik Gazetecilik Ağı) ve TGS’nin (Türkiye Gazeteciler Sendikası) olduğu basın özgürlüğü kuruluşları bir araya gelerek Türkiye’de artan sansür, gazetecilere ve medya kuruluşlarına yönelik saldırılar ve baskıları yerinde gözlemlemeye çalıştı ve son gün 21 Ekim 2015’te gözlemlerini bir deklarasyonla* açıkladı. Ben de bu uluslararası misyona Etik Gazetecilik Ağı’nı temsilen katıldım. Öncelikle söylenmesi gereken şu, Türkiye’de hükümeti eleştiren her yayın benzer türde baskıya maruz kalıyor. Bu hiçbirinizi şaşırtmamıştır herhalde. Ancak, bugün Koza- İpek Grubu’na yapılan baskının ardından “ama onlar da…” diyerek başlayan cümleleri kuranlara baskının “aslında herkese” olduğunu hatırlatmanın gerekli olduğunu düşünüyorum. Hatta baskıya karşı tepkilerin çoğu zaman çifte standartlı olduğunu da eklemek gerek. Hürriyet’e yapılan saldırılara gösterilen tepkinin yarısının bile Silvan’da DİHA ve Özgür Gün TV muhabirlerinin kafasına silah dayanarak tehdit edilmesine gösterilmediği bir gerçek. Sayısı yüz binleri geçen, her sansürde başka bir yere taşınan, okuyucularına türlü yollardan ulaşmaya çalışan engellenmiş internet siteleri ise görülmüyor, sayılmıyor bile.

Uluslararası bir sivil toplum kuruluşu adına katılmış olsam bile Türkiye’de yaşayan ve bu alanda çalışan bir akademisyen olarak duyduklarım elbette beni çok fazla şaşırtmadı ancak “kurşun geçirmez perde”  görmeyi beklemiyordum. Konuştuğumuz hemen her gazetecinin sözlerine, ifadesine yansıyan endişeyi çok net biçimde hissettiğimi söyleyebilirim. Kıdemli gazetecilerin hepsi sözleşmiş gibi aynı cümleyi söyledi: “Darbe döneminde gazeteciydim ama onun geçici bir süreç olduğunu biliyorduk ve demokrasiye bir gün geçileceğini biliyorduk. Şimdi durum çok daha vahim.” Gazeteciler özellikle saldırıların hükümet tarafından himaye edildiğini düşünüyor ve bazıları uluslararası toplumun baskısı dâhil hiçbir şeyin işe yaramayacağı konusunda ısrarlı ve o derece umutsuz.
Haksız da sayılmazlar uluslararası toplum özellikle Avrupa Birliği mülteci krizinden elde edeceği yararlar nedeniyle olan bitene sessiz kalıyor. Avrupa Komisyonu İlerleme Raporu’nun yayınlanmasını bilinmeyen bir tarihe erteledi. Ertelemenin ardında Türkiye’nin özellikle de Erdoğan’ın talebinin olduğu söyleniyor. İlerleme Raporu’nun en azından bu sene yayınlanacağı bilgisini (!) aldığımızı söyleyebilirim. Uluslararası basın örgütlerinden oluşan bu misyonun görüşme talebine AKP’den hiçbir yanıt gelmemesi umutsuzların öngörüsünü destekler nitelikle. Yapılan görüşmelerde tüm muhalefet partileri seslerini duyurabilecekleri neredeyse hiçbir kanalın kalmadığının, TRT’nin iktidarın bir propaganda aracına dönüştüğünün altını çizdiler.

RTÜK üyesi Ersin Öngel’in açıkladığı TRT’nin 25 günlük seçim yayını performansına dair rakamlar her şeyi ortaya koyuyor zaten Gülen Cemaati’ne yakın kanalların kablodan, uydudan, Tivibu’dan ve Digitürk’ten çıkarılması sadece onlara verilmiş bir ceza değil, çok sesliliği engelleyen hukuksuz bir girişim. Radyo ve televizyon yayıncılığı alanın adil bir şekilde işlemesini sağlamakla görevli RTÜK’te muhalefet partilerinin çoğunlukta olması bile medya alanındaki baskıcı politikalara karşı direnmeye yetmiyor. Bir başka deyişle Meclis adım atmak için seçim sonuçlarını bekliyor.

Peki seçimden sonra bizleri neler bekliyor? Umutlu olabileceğimiz nokta seçimden bir koalisyon çıkması durumunda ülkedeki basın özgürlüğü ihlallerine son vereceklerine söz veren siyasi partiler sayesinde bir rahatlama olma ihtimali.  AKP’nin yeniden tek başına iktidar olması durumunda kimseye ‘merhametli’ davranmayacağı açık. Bununla birlikte bir yerlerden merhamet beklemenin yanı sıra yapılabilecekler de var. Hasan Cemal, 19 Ekim 2015’de P24 ve Article 19 tarafından düzenlenen İfadeye Özgürlük panelinde gelinen durumdan gazetecilerin de sorumlu olduğunu, baskılar karşısında ses çıkarılmayarak, öğütüle öğütüle bugüne gelindiğini söyledi. Bizler de yaptığımız görüşmelerde gazeteciler arasındaki dayanışmanın tüm bu baskılara rağmen hala çok güçlü olmadığını gözlemledik. Gelinen durum geçmişe göre elbette iyi ama ortak hareket etme noktasında hala çekinceler var. Medyanın bağımsız olmaması, diğer alanlardaki yatırımları, ekonomik ilişkiler hala en büyük engel. Çok daha zayıf ve kırılgan durumda olmalarına, ağır para cezaları ile boğuşmalarına rağmen bağımsız yayınlar çok daha cesur ve dirençli.

Diğer taraftan size mümkün görünmeyebilir ama hükümeti destekleyen, “yandaş medya” ya da “havuz medyası” denilen kurumlarda çalışan gerçek gazetecilerin de seslerini yükseltme ihtimallerini göz ardı etmemek gerektiğini düşünüyorum. Toplumu bölme, oyları konsolide etme politikaları gazetecilere ve gazeteciliğe de onarılması güç zararlar veriyor. Mesleklerine hâlâ saygısı kalanların korkularını yenip mesleği kurtarma çabalarına cevap vermeye başlamaları çok şey değiştirebilir. Umudu kaybetmemek gerek.

*Deklarasyonun tam metnini buradan okuyabilirsiniz.