“#BBCGoHome”: Tek millet, tek görüş bize yeter mi?

Devletin bile “tek devlet” olup olmadığı kuşkuluyken, tek görüşte olmadığımızı haberleştirmek bugün daha da önemli

EFE KEREM SÖZERİ

24.07.2016

Bu satırlar yazılırken Erdoğan güdümündeki sosyal medya çevrelerinde #BBCGoHome etiketi yaygınlaştırılıyor. Anadolu Ajansı’nda da birbiri ardına “Batı Medyası”na eleştiriler yer alıyor, özellikle de BBC’ye yönelik.

Aslında bu hikâye oldukça tanıdık: “Milletçe” Erdoğan’ın safında kenetlenmemiz beklenen anlardan birinde iktidarın politikalarını sorgulama görevini sürdüren yabancı haber kanalları ve muhabirler hedef gösteriliyor. Fakat bu sefer “#BBCGoHome” kampanyasına destek veren “milli ve yerli” gazetecilerin, akademisyenlerin, kamu görevlilerinin tepki gösterdiği şey bu alandaki standartları ne denli düşürdüğümüzün göstergesi.

Olay ne?

Britanya’nın yayın kuruluşu BBC’de çalışan yapımcı James Bryant, Londra’da bulunan Imperial College üniversitesindeki 30 üyeli Türk Cemiyeti öğrenci kulübüne bir e-posta göndermiş:

"İyi günler,

“Ben BBC’nin uluslararası haber kanalı olan BBC World News’da çalışan bir yapımcıyım. Türkiye’de gerçekleşen başarısız darbe girişimini ve oradaki genel siyasi durumu ele alıyoruz doğal olarak.

“Hükümetin yaptıklarına eleştirel yaklaşan birini bulmakta zorlanıyoruz –geçtiğimiz hafta destekleyen pek çok kişiye yer vermiştik– bu nedenle şimdi de bu duruma karşı görüşlerini dile getirebilecek birini arıyoruz.

“Böyle bir tanıdığınız var mı?

“Doğal olarak, görüştüğümüz kişinin Türkiye'de sıkıntı yaşamayacağına emin olmamız gerekiyor.

“Zaman ayırdığınız için teşekkürler.”

Kim ne dedi?

Imperial College’daki Türk Cemiyeti sorularımı yanıtsız bıraktı, ancak bu mesajın Londra’daki bir Türk gazeteciye aktarıldığını biliyoruz. O noktadan sonra her Erdoğan destekçisi bir öncekine komplo ekleyip paylaşmış, darbeden mezhep çatışmasına dek her şeyin suçlusu BBC olmuş:

Yeni Şafak gazetesi yazarı Yusuf Kaplan, “Üst aklın borazanı #BBC darbeyi övecek darbeye direnen halkı aşağılayacak aşağılık yaratıklar arıyor! #BBCGoHome” diye yazmış. Twitter’daki kontr-gerilla hesaplarıyla ilişkisi ifşa olan Beytüşşebap Kaymakamı Kadir Güntepe, “BBC görev başında! Dili, ırkı, inancı, ideolojisi ne olursa olsun hiçbir duyarlı vatandaş BBC'nin oyununa gelmemeli!” demiş. Anadolu Ajansı eski genel müdürü Kemal Öztürk "Eğer BBC e-posta ile ülkenize karşı konuşmak için birini arasaydı ne yapardınız" diye sormuş.

Akşam gazetesi genel yayın yönetmeni Murat Kelkitlioğlu BBC’nin “mezhep çatısması” hedeflediğini iddia ediyor, Takvim gazetesinin “İngiliz BBC’den büyük alçaklık!” başlığını attığı haberin orijinal başlığı “Türkiye’de Haçlı Saldırısı”. EnSonHaber.com sitesindeki “BBC Türkiye aleyhine konuşacak gazeteci arıyor” haberine de ilk başta “BBC Alevileri Ayaklandıracak” başlığı uygun görülmüş.

Neden?

Darbe girişiminden sonra yaklaşık 50 bin memur hakkında verilen görevden alma ve soruşturma kararları ve OHAL kapsamında alınan tedbirler uluslararası basında “otoriterleşme” endişeleriyle ele alındı. Anadolu Ajansı, bunu “Batı Medyası”nın Erdoğan karşıtı, tarafgir bir yayın politikası izlemesi olarak değerlendirdi, devamında AA’da yer alan bir analiz Türkiye hükümetine yönelik eleştirileri “ahlak yoksunu” olarak nitelendirirken, bu makaleye konu son olayı ele alan AA Londra muhabiri Büşra Akın Dinçer BBC’yi “demokrasiyi karalayacak birini aramak”la suçluyor.

Dinçer’in analizi yukarıdaki e-postanın nasıl bir “olay”a dönüştürüldüğünün iyi bir özeti aslında. Dinçer, BBC’de yayınlanan "Türkiye'deki darbenin ardında kimler var?" başlıklı yazıda darbenin bir tiyatro olduğunun, bunu da Erdoğan’ın sahnelediğinin iddia edildiğini söylüyor. Dinçer’in bu iddiası tamamen yalan. Darbe girişiminin sabahında Radikal eski genel yayın yönetmeni Ezgi Başaran’ın kaleme aldığı o makalede, tüm ihtimaller sıralanmış, darbenin Erdoğan tarafından sahnelendiği iddiası ise akla mantığa aykırı bulunup işlenmemiş bile. Dinçer’in BBC’yi “FETÖ terör örgütü”nün videosunu yayınlamakla suçladığı bir diğer haberde ise, bizzat Fethullah Gülen darbe girişimini vatan hainliği olarak niteliyor, haberin geri kalanında Erdoğan ile Gülen’in ortaklıktan düşmanlığa evrilen tarihi anlatılıyor.

Darbe girişiminden hemen sonra uluslararası ajansların muhabirleri Gülen’e Erdoğan’ın kendisine yönelik suçlamalarını sordular, 19 Temmuz’da ise aralarında BBC muhabirinin de olduğu bir grup gazeteci Gülen ile söyleşi yaptı. İlk günkü açıklamalar Diken ve BirGün gibi mecralarda detaylı yer alırken, Gülen’in darbenin “senaryo” olabileceğine dair 19 Temmuz’daki söyleşisi de T24 gibi mecralarda BBC kaynak gösterilerek yayınlandı. Sansürün ucundan dönen Medyascope ise Ruşen Çakır’ın kaleminden, Cemaat’in devlet içinde güçlenmesinin tarihini detaylı olarak verdi.

Bir zamanlar Gülen’in her sözünü haber yapan hükümete yakın basın ise bu açıklamaların ve geçmiş ilişki ağlarının hiçbirini görmeyip, Gülen’in bir tweet ile darbe talimatı verdiğini, bir video ile darbeyi itiraf ettiğini iddia eden zayıf haberler yaptılar; bu metinlerde Gülen için kullanılan “terörist başı” ifadesinin 90’larda Öcalan için zorunlu bir sıfat olarak haberlere eklendiğini hatırlatmak gerekiyor.

Buradaki mesele, darbe girişiminde bulunanların yargılanacağı, Gülen’in de aynı suçlamayla ABD’den iadesinin isteneceği günlerde hükümetin sivil denetimine mi yoksa propaganda ihtiyacına mı hizmet ettiğimiz.

Türkiye’de ana akım basın hem 90’larda, hem de 2015 yazından beri “terörle mücadele”yi haklı göstermek için insan hakları ihlallerini çokça görmezden geldi, halbuki bu ihlaller Türkiye ile ilgili dünya basınında çıkan haberlerin ana konusu. Hürriyet Washington temsilcisi Tolga Tanış’ın aktardığı gibi, darbe girişimi konusunda Türkiye’deki basının ürettiği kamuoyu algısı ile uluslararası basının uluslararası kamuoyunda ürettiği algı birbirinden çok farklı. Bunda Türkiye’nin kötü insan hakları karnesinin etkisi yadsınamaz.

Hükümetin darbe girişimiyle mücadelede aldığı önlemler insan haklarını askıya alırken, darbe girişimine katıldığı iddia edilenlere yönelik kötü muamele ve işkence iddiaları basında çoğunlukla görmezden geliniyor. İHD ve TİHV’nin ortak açıklaması ile Af Örgütü’nün bulguları (ki bunlar arasında gözaltına alınanlara tecavüz edildiği iddiası da var) Türkiye’den sadece bianet, T24 ve Cumhuriyet gibi alternatif basında haber yapılırken, dünya basınının Türkçe servislerinde Sputnik Türkiye, Deutsche Welle Türkçe, Amerika’nın Sesi’nde gündemde kalıyor. 

Bunun tam karşısında, devletin resmî haber ajansı AA, işkence görmüş TSK üyelerinin fotoğraflarını servis etmekte beis görmemişti; hattâ bu fotoğrafların yer aldığı bir kitap dahi yayınladı. TSK daha sonraki bir basın açıklamasında, bu sanıklar arasında yer alan Akın Öztürk’ün darbecileri ikna etmek için gönderildiğini açıklamış, hükümet ise bu bilginin kamuoyuyla paylaşılmasından rahatsız olup Genelkurmay’ı uyarmıştı.

Yargı bağımsızlığının zaten kuşkulu olduğu ülkede, darbe sabahı 2 bin 745 hâkim ve savcının görevden alınıp üzerine de OHAL ilan edildiği zamanda, insan hakları ihlallerini gündeme getirmek bir görev, ama bu görevi getiren gazeteciler, BBC’ye yönelik yürütülen kampanyada olduğu gibi, hükümetin propagandasına karşıt görüşlere yer verdikleri için darbeye destek vermekle eşit tutulabiliyor.

Nasıl?

Haberleri Anadolu Ajansı‘ndan alan okuyucuların “Batı Medyası”nı suçlayan analizlere hak vermesi anlaşılabilir; çünkü Türkiye’de haberler işlenirken karşıt görüşlere yer verilmiyor, okuyucuların farklı görüşler arasından kendi değerlendirmelerini yapmaları beklenmiyor. Bunun yerine, herkesin kendi görüşüne en yakın mecradan haberleri tüketmesi, o haber kanalının ve o baskın görüşün sadık takipçisi olması bekleniyor.

Ama “Batı Medyası”nda, en azından BBC’de durum böyle değil. BBC’nin editoryal rehberi, bir haber işlenirken “karşıt görüşlere eşit derecede yer verilmeli” diyor. İşte birkaç gündür hükümet yanlısı görüşlere yer verdiği için şimdi de hükümet karşıtı görüşlerini dile getirebilecek bir kişiyi arayan BBC yapımcısının çabası bundan. Bulamamasının sebebi ise e-postasında açık ediyor kendini, Türkiye’de hele de şimdi OHAL şartlarında hükümeti eleştirmenin riski giderek artıyor.

Elbette BBC’nin de pek çok konuda taraflı yayınlar yaptığı, özellikle Britanya iç politikasında, örneğin AB referandumunda hükümet görüşünü öne çıkarttığı eleştirileri var; ama daha düne kadar “Rusların ‘Pravda’ yalanları” başlıklı infografikler hazırlıyan, bugünse ibreyi “Batı Medyası”na çeviren AA’dan daha güvenilir bir editoryal çizgisi olduğuna şüphe yok.

Britanya’nın kamu yayıncısı olan BBC’nin prensiplerinin Britanya medyasında uygulandığını iddia etmek de mümkün, hem de Türkiye’yi savunan bir örnekle: Mart ayında, Türkiye-Rusya gerginliğinin ortasında, Rusya hükümeti tarafından finanse edilen RT’nin (Russia Today) Britanya’da yayınlanan bir programında Türkiye’nin Kürtlere yönelik soykırım suçu işlediği iddia edilmiş; fakat programda Türkiye’nin görüşlerine yeterince yer ayrılmadığı için Britanya’nın Radyo ve Televizyon Üst Kurulu sayılabilecek Ofcom kanalın cezalandırılmasına karar vermişti.

Bizde ise her bombalı saldırıdan sonra yayın yasağı koyan, henüz sonuçlanmamış soruşturmaları temel alıp lisans iptali kararı veren RTÜK ile darbe sanıklarının işkence görmüş fotoğraflarını ‘ibreti âlem için’ yayınlayan Anadolu Ajansı basın standartlarını aşağıya çekiyorlar. Alternatif ve muhalif basın örgütleri de toplu sansürle kurban edilirken, editörleri hapse atılırken BBC’yi ülkeden göndermek değil, aksine çağırıp derdimizi bizzat anlatmak gerekiyor. AKtroller BBC’ye nefret kusarken Başbakan yardımcısı Canikli’nin BBC Türkiye muhabirine söyleşi vermesi böyle bir adım.

Türkiye kanlı bir darbe girişimini atlatırken, muhalefet partileri ve gazeteciler önemli bir sınavı başarıyla verdi, sivil halk ise askerî darbeye direnirken canını feda etti. Sivil halkın fedakârlığı hükümetin başarısı olarak sunulmamalı, hükümeti eleştirmek ölen sivillere saygısızlık sayılmamalı. Devletin bile “tek devlet” olup olmadığı kuşkuluyken, “ne dikta, ne darbe” diye Taksim’de toplanan on binlerce insan da bu milletin bir parçasıyken, tek görüşte olmadığımızı haberleştirmek bugün daha da önemli.