Belediye başkanlarının ağır suçları
HDP’li belediye başkanlarının, Diyarbakır’dan Kayseri’ye, on saat hiç mola vermeden, kelepçeleri hiç çıkarılmadan götürüldüklerini okuyunca…
06.11.2019
70-80 yaşlarındaki köşe yazarlarının iki yandan kollarına girmiş; her an kaçabileceklermiş gibi sımsıkı tutan jandarmalar arasında yürürken gördüm.
Türkiye’nin en iyi roman yazarlarından birisinin cezaevinde, tıpkı bir mafya babası gibi muamele gördüğüne, kendisine verilen her belgeyi kameraya okumak zorunda bırakıldığına tanık oldum.
Sanki, bu yazarın, romanlarındaki bütün kelimeler, birer el bombası, suikast silahı, tank, tüfek olmuştu ve eğer onun avukatlarıyla görüşmesi sımsıkı zapturapt altına alınmazsa, romanlarındaki bu silahlar ve mühimmatlar, onun ağzından çıkacak kelimelerle dışarı sızar ve birilerinin ölümüne neden olurdu!
Çok düşündüm bu yapılanlar üzerine…
Boyun eğdirmek mi istiyorlardı?
Bir güç gösterisi miydi bütün bunlar?
Kollarına kimse girmese, o yazarların kaçmaya teşebbüs edeceğini mi düşünüyorlardı gerçekten?
Başına bir gardiyan dikmeseler, söylediği her kelimeyi tepeden bakan kameralarla kayıt altına almasalar, roman yazarı, avukatıyla bir talimat mı gönderecekti dışarıya?
Hâkiminden savcısına, infaz memurlarına kadar, böyle bir palavraya inanan bir tek kişi bile olabilir miydi gerçekten?
Duruşma salonlarındaki o olağanüstü önlemler neyin nesiydi? 80’ine merdiven dayamış, zaten cezaevinde hırpalanmış bu insanlar, çişini yapmak gibi bir ihtiyacını karşılamaya giderken, neden kollarına iki yandan girilerek götürülüyordu?
Yoksa, bütün ailesi ve sevenleri arka sıralarda olup bitenleri izlerken, kendilerince bu insanları duruşma salonunda aşağılamaya mı çalışıyorlardı?
Belki birisi, belki de hepsi birdendi müsebbip.
Ama sonra sonra, aklıma başka açıklamalar da gelmeye başladı…
Bütün bunlar, insanları kendi suçluluklarına inandırmak için de yapılıyor olabilir miydi?
Düşünsenize, ne poliste, ne savcılıkta, ne de sizi tutuklayan hâkim önünde sorulan sorulardan gerçekten neyle suçlandığınıza ilişkin olarak hiçbir şey anlamamışsınız! Bir türlü aklınız almıyor neden tutuklanmış olabileceğinizi…
Sorulan sorulardan, iddiaların çok zayıf; çok yetersiz olduğunu, hattâ ortada gerçek bir suçlama bile olmadığını anlıyorsunuz…
Ama, sonra öyle bir muamele görüyorsunuz ki, size “yoksa başka bir şey mi var” dedirtiyorlar.
Neden bu kadar ağır bir suçlu muamelesi görüyorum?
Neden jandarma kollarımı sımsıkı tutuyor?
Neden bütün bu gardiyanlar, sanki ben yokmuşum gibi davranıyor?
Dört duvarla çevrili olduğum yetmiyormuş gibi, neden bir de etrafımdaki bütün görevliler birer duvara dönüşüyor? Yüzüme bile bakmıyorlar, neden?
Seçilmiş üç belediye başkanının, Selçuk Mızraklı, Keziban Yılmaz ve Rojda Nazlıer’in, Diyarbakır’dan Kayseri’ye, on saat hiç mola vermeden ve ellerindeki kelepçeler hiç çıkarılmadan götürüldüklerini okuyunca yine bu düşünceler geldi aklıma.
“Öyle, yüzde ellilerin üzerinde oylar alarak, buralarda belediye başkanı seçildiğinize falan bakmayız” diyen, onları ezmek isteyen bir akıl var bu işin içinde…
Ama yine, sözünü ettiğim yazarların hikayelerinde olduğu gibi, on saat cezaevi aracında, küçücük hücreler içinde seyahat ederken, bir “ihtiyaç” molası bile veremeyen bu otobüslerin acelesi; metalik soğukluğunu her daim hissettiren o kelepçeler, size işlediğiniz suçun ağırlığını anlatmak için sağa sola serpiştirilmiş işaretlerden bazıları olabilir mi?
Nasıl tutuklanmış bu belediye başkanları?
Çok yüksek oylarla seçilecekleri bütün anketlerde anlaşıldıktan ve yerel seçime ancak birkaç hafta kaldıktan sonra, aniden peyda olan “gizli tanık” ifadeleriyle…
İşte o gizli tanıklar da, bu, “sen anlamıyor olabilirsin, ama aslında çok ağır suçlar işledin” diyen hukuk sisteminin bir parçası.
Büyükada’daki insan hakları savunucuları, Rahip Brunson ve daha niceleri, bu “gizli tanıkların” anlattıkları inanılmaz “ağırlıktaki” suçlar için tutuklanmadılar mı?
Bu gizli tanıkların söyledikleri, günlerce çarşaf çarşaf yandaş gazetelerden yayınlanmadı mı?
Sonra ne oldu o ağır suçlara?
“Gizli” tanıklar, çıkıp birer birer, aslında yanlış anlamışım, “öyle dememiş”, “mesele öyle değilmiş” diye çıkıp konuşmadılar mı?
Şimdi, bu belediye başkanları için de, 6 ay sonra aynısını yapmayacaklarını nereden biliyoruz?
Neden bu gizli tanıklar, kendi yargılandıkları davalarda değil de, bir anda, seçimden önce, bu belediye başkanlarının işledikleri suçları anlatma ihtiyacı duymuşlar?
Eğer bu belediye başkanları, bu kadar ciddi suçlar işlemişlerse, neden mahkeme kararı olmadan görevden alınmışlar?
Neden tutuklanmaları, “yahu bu belediye başkanlarına yöneltilmiş bir suçlama bile yok” diye gelen eleştirilerin ardından olmuş?
Hani yargı reformu varmış ortalarda; tutuklama istisna olacakmış falan…
O yargı reformu neticesinde artık herkes AİHM kararlarına uyacakmış.
Daha geçen gün Avşar ve Tekin davasında, mahpusların kendi istemleri dışında, ikametlerinin bulunduğu yerdekinden farklı bir cezaevine nakledilmeleri nedeniyle AİHM Türkiye’yi mahkûm etmedi mi?
Siz neden belediye başkanlarını Kayseri’ye götürdünüz?
Birileri, bütün Kürt meselesini kriminalize etmek istiyor, sadece silahlar ve savaş tamtamları konuşsun istiyor; siyasetin ve parlamentonun bütün kapılarının sıkı sıkı kapanmasını arzuluyor, bütün bunları anlıyoruz da, hukuka ne oluyor?
Kaç ülkede, hukuk böyle siyasi iradenin her rüzgar değiştirmesinde, kolayca, yelkenlerini başka tarafa çevirebilir?
İşte o rüzgâr değil midir, yasaları değiştirmeden, dün suç olmayanı bugün suç yapan, kendisine karşı yürüyenleri dünyanın en ağır suçluları ilan eden?
Ellerinizde kelepçeler, hiç durmadan giden bir aracın içinde on saat seyahat ettikten sonra, işlediğiniz çok ağır suçların neler olduğunu, hem de bunlar, ne savcı, ne de yargıç tarafından söylenmediği halde, anlar mısınız?
Siz anlamasanız bile, size bu on saatlik tefekkür imkânını sunanların bunu amaçladıkları çok açık değil mi?