Beyaz bayrak falan değil, Doğan’ın bitiş düdüğü

Bu saatten sonra hakkında hakaret davası açılmış yüzlerce gazeteci, Doğan’a “aman gölge etme başka ihsan istemez” diyecektir…

YAVUZ BAYDAR

13.01.2016

HABERDAR.COM

Meslektaşlarım uzunca bir zamandır uyarıyordu.

"Doğan grubunu yazmayalım, zor durumdalar, sektördeki yer ve payları önemli, medyaya yönelik zulüm karşısında takınacakları tavrın nasıl olacağı çok önemli çünkü bizim meslek onuru ve özgürlük mücadelemizde belirleyici olacak."

Gerçekten de haklılık payı vardı bunda.

7 Haziran seçimlerine kadar Doğan'ın seçmen üzerinde etkili TV kanalları, gerçekten de hakkaniyetli yayıncılığa tüm baskılara rağmen özen göstermiş, muhalefete – bu arada HDP'ye – herhangi bir demokratik ülkede olduğu gibi söz hakkı tanımıştı.

Başkanlık rejimi hayallerini tuzbuz eden 7 Haziran seçimi sonrasında hakkaniyetli yayıncılığın etkisinin AKP'de nasıl algılandığı, 7 Haziran sonrasında havuz medyasında başlatılan şeytanlaştırma kapmanyasıyla açık seçik görüldü.

Madem başta Demirtaş olmak üzere HDP'yi ekrana çıkarmış ve o partinin söylemini halka duyurmuştu, madem yüzde 13'e katkıda bulunup başkanlık hayallerini yerle bir etmişti, Aydın Doğan ve şirketler grubunun burnundan fitil fitil getirilmeliydi.

Sözlü tehditler, Hürriyet gazetesine saldırı, cam çerçeve, ardından da grupta çalışan bir gazetecinin dövülmesi bunların üzerine eklendi.

Medyanın dört kolunda hapis, mahkeme, soruşturma ve işten atmalarla mağduriyet üzerine mağduriyet yaşanırken, elbette ki bağımsız medya gözlemcileri olarak asli görevimiz, Doğan'ın kayda geçmiş hata ve yanlışlarını bir yana bırakıp, onun hak ve onurunu korumaktı.

Aynı hassasiyeti kendileri gösterdi mi, emin değilim. Geçen sonbaharda Türkiye'yi ziyaret eden, 7 uluslararası gazetecilik örgütünün oluşturduğu karma heyet (ki böyle bir karma oluşum ilk defa oluyordu, ülkede durumun kırmızı alarm seviyesinde olması dolayısıyla) pek çok medya kesimi gibi Doğan'ı da ziyaret etmiş, sektörde yaşanan eziyetlerle, siyasi baskılarla ilgili görüşlerini almak istemişti.

Heyetten bir meslektaşla sonradan konuşurken, sıkıntılı bir yüzle, Doğan grubu mensupları ile görüşmesi konusunda şunu söylemişti:

"Yaşananlardan rahatsız ve endişeliler ama sadece kendilerinden bahsediyorlar. Varsa yoksa inen cam çerçeve… Sanki Türkiye'de büyük bir medya kesimine yapılanlar, Kürt gazeteciler, cemaat basını vs onları hiç ilgilendirmiyor. Dudak büküyorlar. Ben sektörel dayanışma konusunda olumlu bir izlenim edinmedim."

Geldik Ocak 2015'e ve şimdi resim çok daha net.

Grubun bazı omurgasız yazarlarının bukalemun gibi 1 Kasım seçim sonucu ardından renk değiştirerek, aynı refleksle, yani sanki kendileri de bir siyasi parti temsilcisiymiş gibi HDP'ye karşı bayrak açmaları, Güneydoğu'yu saran ateş çemberi ile ilgili yoğun otosansür, resmi bülten ve "zırhlı araçtan izlenimler" haberciliği, grup tepesinde gerçekleşen kritik atamalar, ardından patlak veren Ayşe Öğretmen olayı, bir turnusol kağıdı.

Önce gruptan alelacele yapılan, 'hadise sehven olmuştur' manasında, 'devletin yanındayız' açıklaması, yetmiyormuş gibi sunucu Beyaz'ın 'ben ne ettim, ben ettim siz etmeyin' özürü grubun nereye kadar savrulduğunu, büyük olasılıkla dönüşü olmayan bir yola girdiğini, varoluşunu iktidarın merhametine endekslediğini kuvvetle düşündürüyor.

Asıl vahim gelişme, Doğan'a sert iddialarla yüklenen HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş'ın söyledikleri ve ona karşı Doğan adına Ahter Kutadgu imzasıyla yayınlanan 'cevap'.

Demirtaş, bir yat limanı sözleşmesi nedeniyle Doğan ile resmi makamlar arasındaki ihtilafı gündeme getirdiği önceki günkü açıklamasında, ihtilafın "Saray'a taşındığını", buna karşılık "Saray'ın" Doğan Grubu'na karşı dört şart koştuğunu söylüyor.

Şöyle açıklıyor bu koşulları Demirtaş:

"Birincisi, ‘Yayın grubunun başındaki CEO’yu değiştirip, bizim istediğimiz kişiyi atayın’ diyorlar. İkincisi; ‘26 kişilik liste vereceğiz. Onları işten çıkarıp, bizim istediğimizi işe alacaksınız.’ Üçüncüsü; ‘Bütün yayınlarınızda AKP lehine ve HDP aleyhinde propaganda yapacaksınız.’ Dördüncüsü ise ‘Ahmet Hakan’ı işten çıkarmayacaksınız, gece gündüz AKP propagandası yaptıracaksınız.’ Saray 4 şartı Doğan Medya’ya sunuyor. Bodrum grubunu işleten Doğan Grubu’dur. Hükümet medyayı bu şekilde satın alıyor.”

Grup adına yapılan açıklamada bu dört koşulla ilgili iddiaların doğru olmadığı vurgulanıyor. Grup cevap hakkını kullanmış oluyor ki, bu gayet normal.

Ama açıklamanın son bölümü tüyler ürpertici.

Şöyle deniyor o metinde:

"Geçmişte ülke birliğimiz adına çözüm sürecini desteklemiş olan Grubumuz, bugün ülkemizin birliğini ve bütünlüğünü, vatandaşlarımızın can ve mal güvenliğini ve özgürlüğünü tehdit eden PKK terörünün karşısındadır. Grubumuz ayrıca, devletimizin Anayasa ve yasalarla kurulu düzeni dışında, kendi özel amaçları için yapılanmış paralel oluşumu da açıklıkla reddeder ve bu gibi yapılarla hukuk içinde mücadele edilmesi gereğine inanır. Grubumuz, gerek PKK ve diğer terörist odaklar ve paralel yapılarla mücadelenin Anayasal bir görev ve sorumluluk olduğuna inanır ve destekler."

Ne alaka?

İlkokul eğitimi düzeyindeki herhangi bir okur bile, bu bölümün Demirtaş'ın sözleriyle en ufak bir alakası olmadığını, medyayı cendere içinde yavaş yavaş boğan bir iktidar yapısına karşı "bizi kullanın, sifonu çekmeyin" yalvarması ve güzellemesi olduğunu anlar.

Terörün her türlüsünün herkes karşısında.

Ayrıca size ne?

Sizin işiniz halka haber vermek, halkı doğru ve dürüst bir habercilikle bilgilendirmek.

Sizin işiniz iktidar karşısında – sebebi ne olursa olsun – eğilip bükülmek, yaltaklanmak, kendini küçük düşürmek değil.

Sizin işiniz her ne ise aldırmadan, şerefli bir duruşla onun gereğini, ahlaktan vicdandan sapmadan yapmak.

Bitmiyor.

"Devlet içine yapılanmış paralel oluşum" lafları da gene iktidarın tepesine yaltaklanmak için sos olarak yerleştirilmiş.

Nereden biliyorsunuz bunu?

Siz polis misiniz, yargıç mı?

Sizin işiniz, aynen Cumhuriyet gazetesinin TIR haberinde yaptığı gibi, haber değeri taşıyan bir hadiseyi – varsa paralel yapılanma kanıtlarını bularak – haber yapmak.

Peşin hüküm vermek, yargısız infaz yapmak değil.

Bu kadar.

Madem terörün her türlüsünün karşısındasınız…

Güneydoğu'da çocuklar, kadınlar ölürken, oradaki çapraz ateşte "devlet adına iş yapan JİTEM türevi yapılara" dair iddiaları neden haberci gibi izlemiyorsunuz?

Devlet gücünü ve yaltakçı medyayı alabildiğine kullanan AKP'nin, Ayşe Öğretmen olayında görüldüğü gibi, en temel insanlık değerleri adına ağzını açan herkesi aforoz ettirip, topyekun susmuş bir toplum yaratmak istediğini, sizin de bu "özür üzerine özür"le bu kötülük değirmenine pis su taşıdığınızı, ülkeye hasar verdiğinizi görmüyor musunuz?

Bu toplumda vicdanını satmayan, satmayacak yığınla insan var.

Bunların öfkesini nasıl çektiğinizi, eziyet gören insanların nasıl ahını aldığınızı anlamayacak mısınız?

Şimdi…

Bin 100 akademisyen, aynen Ayşe Öğretmen gibi, "durdurun artık insan öldürmeyi, barış masasına dönün" dedi hep beraber.

İktidara göre bunlar terör yardım ve yatakçısı.

Belki de işten atılacaklar. Onu da göze almışlar.

Hadi o zaman son açıklamanıza sadık kalın ve bunların haberini de – vermeye cesaretiniz varsa tabii – "terörist akademisyenler suları bulandırdı, gene paralel kokusu" vs gibi başlıklarla verin.

"Paralel"miş.

Şu anda hapiste yatan Erdem Gül ve Can Dündar aylardır "paralel" olmakla suçlanıyor. Muhtemelen iddianamenin bir yerine bunlar da sokuşturulacak.

İyi o zaman, siz de madem iktidarınıza söz verdiniz, öyle "Dündar ve Gül de paralelci çıktı" diye verirsiniz bu haberleri.

Zaten bu saatten sonra başta Gül, Dündar ve Baransu olmak üzere, hapisteki 30 küsur, hakkında hakaret davası açılmış yüzlerce gazeteci, Doğan'a "aman gölge etme başka ihsan istemez" diyecektir, keskin bir acıma duygusuyla.

Korkunuz bu kadar mı büyük?

"İktidarınız" bu korku üzerinden, korkuyu satın alanları şebek maymununa çevirmiş durumda.

Fırıl fırıl ortalık.

Bakın, Hürriyet gazetesinde 7 haziran öncesinde demokrasi naraları atan, HDP'nin meşruiyetine karşı övgüler yağdıran başyazar kılıklı biri bugün utanmadan arlanmadan ne yazmış:

"PKK, kanlı eylemleri, hendekleri, özerklik saçmalıkları ile 7 Haziran’ı mahvetti…

Şimdi ‘Beyaz Show’a, üç metrekare kalmış eğlence kantonlarımıza da hendek kazmaya çalışıyor. 

Olayın özeti budur…"

Evet, gelinen noktada bir grubun özeti budur.

Bu bazılarının yazdığı gibi "beyaz bayrak" filan değildir.

Bu, çok kritik bir zamanda, ifade ve medya özgürlükleri bakımından (kendini aşarak) çok kritik, etkili ve olumlu rol üstlenebilecek bir büyük medya grubunun "biz bittik, ruhumuza el fatiha" düdüğünü çalma hadisesidir.

Bunun sonuçlarını da acı içinde izleyeceğiz.