Bir krizin otopsisi: Hollanda’da aslında ne oldu?

Reddedildiği Hollanda’ya konsolosluk aracında kaçak olarak giren Bakan Kaya, Hollanda polisinin karşısına da 12 Türkiyeli korumayla çıktı

EFE KEREM SÖZERİ

14.04.2017

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya’nın 11 Mart gecesi Hollanda’da yaşadıkları, iktidara yakın medyada sadece abartılarak değil, ziyadesiyle çarpıtılarak haber yapıldı. AKP bu yolla, halk oyuna sunulan Anayasa değişikliğini tartışmaktan kaçınıp, ülkeler arası bir krizde mağdur rolünü oynayarak oy kazanmayı hedefledi. Bu stratejinin Avrupa ve Türkiye’deki seçmenler nezdinde tutup tutmadığını 16 Nisan akşamı öğreneceğiz.
 
İktidar tarafından üretilen kasıtlı yanlış bilgi (dezenformasyon) ve bunun medya eliyle seçimleri etkilemek için kullanılması (manipülasyon) bu referandumdan daha geniş kapsamlı bir sorun. Türkiye’deki iktidarın 2016 kampanyası bunun sadece tek bir örneği. Fakat bu gibi örnekleri incelemek, asıl sorunu anlamanın ve çözmenin de ilk adımı.
 
Bakan Kaya’nın çeşitli ifadelerinde ve kendisi ile yapılan söyleşilerde yer alan ama sorgulanmayan çelişkileri ve Hollanda basınında yer aldığı halde Türkiye medyasında aktarılmayan bilgileri yan yana koyunca krizin oldukça ilginç bir otopsi raporu çıkıyor ortaya.
 
Bu bir otopsi, çünkü olan oldu; ama bunu konuşmak hala önemli, çünkü failleri aramızda.
 
1. Kriz bekleniyordu, hatta isteniyordu
 
“-Hollanda'ya giderken böyle skandal bir muamele ile karşılaşacağınızı tahmin edebiliyor muydunuz?”
“Tahmin edebilmemize imkan yoktu. Hollanda'ya geçtikten sonra Konsolosluk aracı ile Konsolosluk binamıza geçiyorduk. Uçuş iznimizi ve salonumuzu daha önceden iptal etmişlerdi. Ben araba ile konsolosluk binamıza gidiyordum.”
 
Bakan Kaya’nın cevabı kendini ele veriyor: Almanya’da da olduğu gibi, salon iptalleri yerel yetkililer veya salon sahibi tarafından yapılabilir, ancak uçuş izninin iptali Hollanda hükümetinin kararı. Yani reddedilme kararının en yüksek makamdan geldiği biliniyorken böyle bir krizin doğacağı da pekala biliniyordu.
 
Fakat dahası var. Başbakan Binali Yıldırım 6 Mart’ta ATV’de canlı yayımlanan söyleşide Hollanda’da yapılacak referandum propagandasını Hollanda seçimleri sonrasına bıraktıklarını açıklamıştı. Bundan beş gün sonra, 11 Mart’ta, Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu hayır cevabına rağmen Rotterdam’a gideceğini açıkladı, reddedilirse yaptırım tehdidinde bulundu ve sonuç olarak uçağına iniş izni verilmedi. Aynı gün bir mitingde konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan Hollanda’ya “Nazi ve faşist” dedi ve diplomatik uçuşları iptal etmek dahil ciddi yaptırımlarla tehdit etti. Bakan Kaya işte tüm bunların üzerine kara yoluyla Rotterdam’a gitti.


 https://www.youtube.com/watch?v=d0yRlkcyWK0
 
Halbuki Hollanda seçimleri geçtikten sonra AKP Sakarya milletvekili Ayhan Sefer Üstün “Ak Parti” resmi organizasyonu ile Hollanda’da şehir şehir gezip referandum propagandası yapabildi. Hiçbir sorun çıkmadı.
 

 
Yani Çavuşoğlu ve Kaya’nın, hayır dendiğini bildikleri halde, Hollanda seçimlerinden dört gün önce zorla Hollanda’ya girmeye çalışmaları, bir hafta sonrasını beklememeleri, bu yazıda verilen diğer bilgilerle birlikte okunduğunda krizin sadece beklendiğini değil, amaçlandığını da gösteriyor.
 
Hepsinin yanında, yurt dışında ve temsilciliklerde seçim propagandası yapmak Seçim Kanunu’na aykırı (Md. 94/A). Çavuşoğlu’nun Hamburg’da, konsolosluk konutunun bahçesinde yaptığı referandum konuşması ve Bakan Kaya’nın Rotterdam Konsolosluk binasında seçmenlerle buluşma planı Türkiye kanunlarının açıkça ihlali.
 
Ancak bu krizde AKP sadece Türkiye kanunlarını değil, uluslararası hukuku da ihlal etti.
 
2. Bakan Kaya’nın diplomatik dokunulmazlığı yok, ama İstanbul’daki Hollanda konsolosluğunun var
 
“Türkiye Cumhuriyeti Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı olarak, diplomatik pasaporta sahip olan bir bakan olarak seçmenlerimizle buluşmak üzere gittim. Bir bakan olarak vatandaşlarımızla konsolosluk binasında buluşmak üzere gittim. Bunun için izin almak zorunda değilim. Konsolosluk binaları, bir ülkenin kendi toprakları sayılır… Danışman arkadaşlarım, konsolosumuz, maslahatgüzarımız da gözaltına alındı, hapishaneye götürüldü ve hücrede tutuldu.”
 
Diplomatik pasaport ve diplomatik dokunulmazlık ayrı şeyler. Türkiye Dışişleri Bakanlığı, milletvekilleri dışında belediye başkanlarına, valilere, çeşitli kurumların bürokratlarına ve hatta din hizmeti koordinatörlerine de diplomatik (siyah) pasaport veriyor. Fakat, 1961 Diplomatik İlişkiler Hakkında Viyana Sözleşmesi’ne göre diplomatik dokunulmazlık, sadece ülkeleri temsil niteliği olan elçilik çalışanları için geçerli.
 
Konsolosluk binaları ise bir ülkenin kendi toprağı sayılmaz, 1963 Konsolosluk İlişkileri Hakkında Viyana Sözleşmesi’ne göre bu binaların ve araçların dokunulmazlığı var. Yani, Türkiye’nin Rotterdam Konsolosluğu’nda bir suç işlense, Hollanda kanunları geçerli olur. Bunun yanında ev sahibi ülke yabancı konsolosluk binalarının ve çalışanlarının korunmasından da sorumludur.
 
Krizden bir gün sonra, 12 Mart’ta Hollanda’nın İstanbul Konsolosluk binasına girilmesi ve göndere Türkiye bayrağı çekilmesi asıl Türkiye’nin Viyana sözleşmesindeki yükümlülükleri yerine getirmediğini gösteriyor.
 

https://www.youtube.com/watch?v=CHkx0Dobt6k
 
İki ülke temsilcilerinin davranışlarını karşılaştırmak, krizi kimin istediğini ortaya çıkarıyor.
 
İstanbul’daki Hollanda konsolosluğuna girilmesinden hemen sonra “Cumhurbaşkanlığı kaynakları” konsolosluk çalışanlarının kendi inisiyatifiyle Türkiye bayrağı çektiğini iddia etmişlerdi. İktidar iddialarını sorgulamadan haber yapan Türkiye medyası bu ciddi manipülasyona gönüllü alet oldu. Halbuki aynı gün, bizzat Hollanda’nın İstanbul Başkonsolosu Robert Schuddeboom bayrağı kendilerinin değiştirdiğini yalanlamış ve Türkiye yetkililerinin soruşturma başlattığını yazmıştı.
 
Türkiye’nin Rotterdam Başkonsolosu Sadin Ayyıldız ise 11 Mart’ta bir yandan Hollanda yetkililerine herhangi bir bakanın beklenmediğini söylerken, diğer yandan da Türkiye vatandaşlarını, aynı Hamburg’da olduğu gibi, bakanla buluşmak üzere konsolosluk konutuna çağırdı. Rotterdam polisi, bunu engellemek için konutun bulunduğu yolu araç trafiğine kapatınca, Bakan Kaya’nın konvoyu Rotterdam Konsolosluğu’na gitme kararı verdi. Bu bilgi üzerine Rotterdam Belediyesi, konsolosluk binasının çevresine de toplanma yasağı koydu, buna rağmen konsolosluğa çağrılmış olan vatandaşlara gece saatlerine dek bir müdahalede bulunulmadı. Müdahale, Bakan Kaya ve ekibinin Hollanda polisi ile Hollanda’daki Türkiye vatandaşlarını karşı karşıya getirmesinin bir sonucu.
 
3. Konvoy aldatmacası ve polisten kaçış
 
“Düsseldorf'tan kara yoluyla ile Rotterdam'a geçtik. Araçlarımızın konsolosluk girişinde durdurulacağı aklımızdan bile geçmedi. Zaten bizden önce benim konvoyumdaki kadın kardeşlerimizin olduğu bir aracı durdurmuşlar ve beni aramışlar. Sanki biz onları kandırmışız da farklı bir aracı önden göndermişiz gibi. Böyle haberler de yapıldı. Öyle bir şey yok.”
 

[ Görsel: Mesut Zeyrek / AA ]
 
Bakan Kaya’nın konvoyundaki bazı araçlar Rotterdam’a yakın bir benzin istasyonunda yerel saatle 19.15 sıralarında mola verdi. Hollanda polisi bu araçların yanına gelip konvoydaki kişilere kimlik sordu. Bu kişiler arasında Bakan Kaya yoktu, ama AKP’nin Avrupa organizasyonu olan UETD’nin başkan yardımcısı ve yöneticileri vardı. Hollanda gazetesi Volkskrant, bu konvoydaki başörtülü bir kadının kimlik göstermeyi özellikle reddettiğini, böylece Bakan Kaya’nın durdurulduğu yanılgısına yol açtığını yazdı. Anadolu Ajansı ise ilk haberinde bu kişilerin TRT ve AA muhabirleri olduğunu ve sınır dışı edildiklerini iddia etmişti. Bu haberin fotoğraflarını çeken AA muhabiri Mesut Zeyrek’in gece saatlerinde Rotterdam’dan geçtiği yeni fotoğraflar kurumun kendi iddiasını da yalanlıyor.
 
Ancak bu fotoğraflar başka bir çelişkiyi gösteriyor. Eğer Bakan resmi bir devlet yetkilisi olarak konsolosluk araçlarıyla konvoy halinde yolculuk yapıyorsa, UETD yöneticilerinin hangi görevle orada bulundukları bir soru. Eğer bu bir siyasi parti organizasyonu ise, bu kişilere resmi korumaların ve Türkiye Dışişleri yetkililerinin neden refakat ettiği daha büyük bir soru.
 
Zaten sorunun özü bu: AKP bir parti-devlet yapısı içinde, devletin resmi uçakları ve araçlarıyla seçim kampanyası yapıyor, devletin resmi memurları buna eşlik hatta aracılık ediyor. AKP’nin yol açtığı sorun krize dönüşünce de kaybeden Türkiye devleti oluyor.
 
Türkiye devletinin uluslararası kurumlara göndermek için hazırladığı şikayet dosyası, AKP hükümetinin diplomatik dokunulmazlığı nasıl suistimal ettiğini ortaya çıkarıyor aslında. Bakan Kaya, Hollanda polisini atlatmak için diplomatik dokunulmazlığı olan konsolosluk aracında seyahat etti. Kaya’nın içine bulunduğu araç sonunda Rotterdam Konsolosluğu’nun arkasında durdurulup etrafı polis tarafından sarıldığında, kendisine eşlik eden Lahey Büyükelçiliği Maslahatgüzarı Alper Yüksel de gözaltına alındı. Rotterdam Belediye Başkanı Ahmed Aboutaleb, konvoydaki birkaç aracın yolda özellikle Hollanda polisinden kaçtığını, bu araçların ancak Rotterdam içinde durdurulabildiğini de iddia ediyor.
 
Aboutaleb ayrıca Rotterdam Başkonsolosu Sadin Ayyıldız’ı da açıkça yalan söylemekle suçladı ve sınır dışı edilmesi talep etti. Ayyıldız geçtiğimiz yıl Erdoğan’a hakaret edenler hakkında muhbirlik çağrısı yapmış, darbeden sonra ise Erdoğan karşıtı protestoların Hollanda’da engellenmesi için belediye başkanlarına mektup göndererek küçük çaplı bir diplomatik krize daha yol açmıştı.
 
Casus imam krizinin sonucu olarak din ataşesinin geri çağrılması Türkiye Hollanda ilişkilerini olabilecek en hassas konuma getirmişken, ve tam da Hollanda seçimleri öncesinde, böyle bir krizin üretilmesi için ne gerekiyorsa yapıldı özetle. Ancak Türk-tipi bir teselli: Çok şükür ölen ya da yaralanan olmadı. Zira ülkeye kaçak olarak giren Bakan Kaya’nın yakalandığında Hollanda polisine verdiği ilk tepki pekala bir çatışmaya yol açabilirdi.
 
4. Hollanda polisine karşı 12 koruma
 
Hollanda kamu yayıncısı NOS’in muhabiri Robert Bas tarafından Hollanda saatiyle 20.34’te paylaşılan aşağıdaki fotoğraf, konvoy polis tarafından konsolosluğun arka sokağında durdurulduğu anda en az 10 adet Türk korumanın Bakan Kaya’nın aracının önünde dizildiğini gösteriyor. Bu sırada araçların etrafında sekiz adet normal Hollanda polisi var. En öndeki konsolosluk aracının sağında duran kısa boylu Hollanda polis memuru ise Bakan Kaya ve polis şefi arasında çevirmenlik yapmak için orada.
 
Korumaların sayısı ve dizilişi, Bakan Kaya’nın bu son engeli fiziksel güç ile aşmak isteyebileceğinin en net işareti.
 

[ Görsel: Robert Bas / NOS (kırmızı: Türk korumalar, sarı: Hollanda polisi) ]
 
“-Yürüyerek konsolosluk binasına geçmek isteseydiniz neler olabilirdi?
Dediğim gibi; birkaç kez denedik ama mümkün değildi. Korumalarımıza "yanlış bir hareket yaparsanız vururuz" dediler. Mermiyi namluya sürme sesini duyduk. Önümüze etten bir duvar ördüler. 7 kişilik ekiptik ve yanımızda tek bir silah yoktu…
Danışmanlarım, özel kalemim, korumam hepsi, yaklaşık benim boyumda kişiler ama '12 iri omuzlu geniş yapılı adamla gelmişti Türk bakan' diye açıklama yaptılar.”
 
Bakan Kaya’nın yanında oturan danışmanı Bilal Topçu o gece bağlandığı 24 TV yayınında beş araçlık bir konvoy ile konsolosluğa geldiklerini belirtmişti. Bakanın “7 kişilik ekip” iddiası bizzat kendi danışmanı tarafından da çürütülmüş oluyor. Zaten, Bakan Kaya, sayı konusunda sürekli çelişkili ifadelerde bulundu.
 
“Tehdit olarak gördüğü bir kadın ve etrafındaki 4 koruması ve 4 korumadan 2 tanesi de kadın..12 dev adam dedikleri kişiler, 2 kadın korumam 2 erkek korumam. Silahları yok, bakın silahsızlar. 2 danışmanım, 1 özel kalem müdürüm bir de ablam vardı yanımda. 12 dev adam dedikleri 4 kadındık, 8 erkek vardık.”
 
Bakan Kaya bu ilk karşılaşmadan sonra arabadan inerek konsolosluğa yürümek istiyor, ama Hollanda polisi kendisini durdurarak Türkçe çevirmen aracılığıyla “bakanlığın emri var, Hollanda’yı terk etmeniz gerekiyor… aksi halde sizi içeri atabilirler” diyor.
 

https://www.youtube.com/watch?v=iISajj9b2o4
 
Anadolu Ajansı tarafından paylaşılan bu videodaki en önemli detay, Hollanda polisi Bakan Kaya’yı durdurduğunda ekibinden bir kişinin “Efendim, vatandaşlarımızı çağıralım isterseniz?” sorusu. AKP uzun süredir Avrupa’daki Türkleri kutuplaştırıcı bir söylem izliyor, ancak bu krizde Türkiye kökenli Hollanda vatandaşlarını kendi ülkelerinin polisiyle karşı karşıya getirecek kadar tehlikeli bir oyun oynadı. Elbette hiçbir kışkırtma Hollanda’daki polis şiddetini aklamaz, ancak halkla polisi kimin karşı karşıya getirdiğini bu otopside not düşmek gerekiyor.
 
Bu noktadan sonra konsolosluğun arka sokağında olanlar Hollanda’nın kriz yönetiminde büyük bir başarı aslında. Diplomatik dokunulmazlığı olmasa da, Türkiye’nin Aile Bakanı’nı Hollanda medyası önünde kelepçeleyip zorla sınır dışı etme seçeneği eleniyor. Bakan Kaya’nın bir süre sonra kendini içine kilitlediği Mercedes’in kapısını güç kullanarak açma seçeneğinden de içeridekilerin zarar görebileceği gerekçesiyle vazgeçiliyor. Son olarak bir çekici çağrılıp Kaya’yı içinde bulunduğu araçla birlikte sınır dışı etme kararı veriliyor. Ancak Türk korumaların silahlı olup olmadığı ve buna nasıl tepki vereceği bilinmediği için Hollanda polis özel harekat birimi (DSI) çağrılıyor.
 
23.30 civarında Volkskrant muhabiri Freek van den Bergh tarafından çekilen bu aşağıdaki fotoğrafta Hollanda polisinin silah ve sayıca üstünlüğü açık. Korumalar direnç gösteremeyeceklerini görünce teslim oluyorlar, üstlerinden herhangi bir silah çıkmıyor.
 

[ Görsel: Freek van den Bergh / Volkskrant ]
 
Korumalar aradan çıkarılınca Bakan Kaya kendini konsolosluk aracına kilitliyor, ancak çekici kamyon ile Almanya sınırına kadar götürüleceğini fark edince araçtan çıkıyor. Hollanda polisi tarafından hazırlanan başka bir araç konvoyu ile Almanya sınırına götürülüyor, oradan da aynı gece bir uçakla Türkiye’ye dönüyor. İncinen gururları hariç, ekipteki kimsenin burnu bile kanamadan.
 
5. Kriz kime yaradı, kime zarar verdi?
 
Türkiye ile krizin 15 Mart’taki Hollanda seçimlerini etkilediğini söylemek mümkün. Hollanda seçmeni Başbakan Rutte’nin kriz yönetimini destekledi ve merkez soldan liberal sağa doğru kayan seçmen kriz öncesi tahminlere göre Rutte’nin partisine sekiz sandalye daha fazla kazandırdı. Müslüman karşıtı söylemleri olan popülist lider Wilders ise iki sandalye kaybetti. Liberal sağın popülist sağa karşı zaferi sadece Türkiye ile açıklanamaz elbette ama Trump ve Erdoğan gibi çatışmacı siyasi liderlerin Hollanda gibi bir uzlaşma sisteminde destek görmediği açık.
 
Krizden en çok zarar gören ise Hollandalı Türkler oldu. Eğer AKP kriz üretmek yerine Avrupalı seçmeniyle buluşmanın yolunu yapsaydı, Erdoğan’ın mitingleri bile gerçekleşebilirdi. Buradaki AKP seçmeni için seçimden bile daha önemli olan şey, Erdoğan’la buluşmaktır. Bu sağlanmadı. Türkiyeli bakanı görmek için Rotterdam Konsolosluğu’na gelen seçmen Hollanda polisiyle karşı karşıya getirildi. Fiziksel olarak yaralananların yanında, asıl olarak Hollanda’daki Türk toplumu yaralandı. Bugünden itibaren Avrupalı Türklerin hakları ve entegrasyonu tartışmasında AKP’nin gölgesi hep olacaktır. Gurbetçiler referanduma işte bu şekilde feda edilmiş oldu.
 
Ekonomik anlamda Türkiye hükümeti Hollanda’ya (İsrail ve Rusya krizlerinde de olduğu gibi) herhangi bir yaptırım uygulamıyor, ama sadece parti yöneticisi değil, aynı zamanda devlet yöneticisi de olan liderlerin iç politik kazançlar uğruna sarf ettikleri ağır sözler Türkiye’yi uluslararası alanda yıpratıyor. Rakka’dan Rotterdam’a yalnızlığımız daha da değersizleşiyor.
 
“-16 Nisan yaklaşırken heyecan giderek yükseliyor. Referandum konusunda bir tahmininiz var mı?
Ben Avrupa'daki Türk vatandaşlarımızın o gece gösterdiği reaksiyondan çok etkilendim. Bayrağı alan konsolosluğa koştu.”
 
Hollanda’yla yaşanan krizden beklenen oy, bu uğurda kaybedilen uluslararası prestiji ve toplumsal yaralara değer miydi, pek emin değilim. Ancak Anayasa değişikliğinin kabulüyle sağlanacak olan rejimin hem yurt içinde halkın en az yarısı tarafından, hem de yurt dışında ezici bir çoğunlukla saygı görmeyeceği açık.
 
Bir ülkenin otopsisi: Türkiye’de aslında ne oldu?
 
Benim için iktidarın hesaplarından daha önemli olan mesele, medyanın bu hesaba nasıl araç edildiği ve toplumsal tartışmaların nasıl yönlendirildiği. Serbest gazeteci Sertaç Kayar’ın Cizre yolundan çektiği tek bir kare ile Bakan Kaya’nın Sabah’ta yayınlanan söyleşisindeki bir ifadesini yan yana koyup Türkiye’nin asıl sorununu hatırlatmak isterim.
 
“-Peki sizi durduran polisler gerekçe olarak ne gösterdiler?”
“Karşımızda muhatap olarak polis vardı. Bir bakanın muhatabı polis olabilir mi?”
 

[ Görsel: Sertaç Kayar ]
 
1 Kasım öncesi kurulan geçici hükümette görev alan HDP’li Kalkınma Bakanı Müslüm Doğan, AB Bakanı Ali Haydar, HDP eş başkanı Demirtaş ve beraberindeki milletvekilleri 9 Eylül 2015 günü çatışmaları ve aralıksız sokağa çıkma yasaklarını durdurmak için Cizre’ye doğru yola çıkmış, yolda kendi ülkelerinin polis ve askeri tarafından durdurulunca üç gün boyunca arazi üzerinde 90 kilometre yürüyerek 12 Eylül 2015’te kente ulaşmışlardı.
 
Hollanda krizi boyunca ben bu fotoğrafa bakıp durdum. Haberlerin işlenişini karşılaştırdım, nereden nereye, nasıl ve neden geldiğimizi düşündüm. Eğer izlediğiniz medya sizin adınıza bu zor soruları soramıyorsa, televizyonu kapatıp yeni bir söz söylemenin vakti gelmedi mi?