Bir milyon mülteci daha nasıl olur?
Şimdiden, kendini yollara vurmuş yaklaşık 150 bin kişiden sözediyoruz
09.01.2018
Suriye ordusu ve müttefiki silahlı güçlerin Rusya uçakları desteğinde İdlib’in güneyinden giriştiği yarma harekâtı hızla sürüyor. Suriye ordusu, Hama’nın kuzeyinden İdlib’e uzanan dil şeklindeki alanını birkaç gün içinde çok büyüttü. İlk elde, silahlı cihatçıların elindeki Ebu el-Zuhur Hava Üssü’ne ulaşmayı hedefler görünen harekât, çok kısa süre içinde Suriye İçsavaşı’nın sonunu getirebilir. Ve, dilimizde tüy bitti, ama tekrarlamak zorundayız: aynı zamanda Türkiye’yi çok büyük felaketlerle başbaşa bırakabilir.
Suriye ordusunun ilerleyişine ilişkin bilgileri 2017’nin son günlerinde blog’umda harita eşliğinde aktardım, 8 Ocak sabaha karşı da yeni bir haritayla güncelledim. Durumu zihninizde canlandırmak isterseniz bunlara göz atabilirsiniz.
Askerî vaziyet ve cihatçıların dağılışı
İdlib, hatırlatmakta yarar var, Suriye’de silahlı cihatçı örgütlerin denetimindeki tek vilayet. Cihatçı egemenlik alanı olarak “İdlib” derken kastettiğimiz, Hama vilayetinin kuzeydoğusu ile Halep vilayetinin batısını da kapsayan daha geniş bir alan.
Suriye ordusu şimdi, yaklaşık on iki bin kilometre kare kadar olduğu söylenebilecek bu alana güneyden, ortadan daldı, kuzeydoğuya ilerliyor. 2015 Eylül’ünde, Türkiye-Katar desteğiyle oluşturulan cihatçılar koalisyonu “Fetih Ordusu” vilayeti ve İdlib şehrini aldıktan sonra ele geçirilen (ve tutsak alınan 56 askerin katledilişiyle Suriye İçsavaşı tarihinin özel bir sayfasında yerini alan) el-Zuhur üssüne 11 kilometre mesafedeler. Üstelik buraya kadar görece kolay ilerleyebildiler.
Rusya uçaklarının yürüttüğü hazırlık bombardımanlarının şiddeti cihatçıları mevzilerini terk etmeye zorluyor. Cihatçı örgütler arasında, kısa süre önce yaşanan Heyet Tahrir el-Şam-ötekiler savaşının ve Ahrar’ın çöküşünün yarattığı bir nevi bozgun ve iletişimsizlik hali var. Cephelerde kademeli savunma yapamıyorlar, bir savunma mevzisi düştüğünde ilerleyen Suriye ordusunun karşısına mâkûl bir mesafeden sonra yeniden çıkamıyorlar. Yani hızla geriliyorlar. Cihatçı örgütlerin çoğunlukla birer örgütler koalisyonu oluşu zaten genel disiplini zayıflatan bir etken. Ayrıca, Suriye ordusu ve Rusya örgütlerin birbirleriyle ilişkisini koparacak bir bombardıman taktiği uyguluyor. Ahrar’ın cihatçılar arası savaş yüzünden “kapasitesinin azaldığını” açıkça ilan ettiği ve fiilen, militanlarının artık nerede hangi örgüt denk gelirse onunla birlikte düşmana karşı savaşacaklarını duyurduğu bildirisi, bir nevi “biz dağıldık” ilanı demek. HTŞ de (eski El-Kaide uzantısının çekirdeğinde yeraldığı cihatçı örgütler koalisyonu) mevzi kayıpları için, kendilerine “ihanet eden” başka örgütleri suçluyor.
Gerçi İranlılar, halen İdlib’te sözü edilmeye değer varlık gösterebilen (HTŞ, Ahrar, Türkistan İslâmî Partisi, Özgür İdlib Ordusu, Nureddin el-Zengi dahil) örgütlerin bir ortak operasyon odası kurduğunu iddia ediyorlar, ama cihatçıların ortak komuta veya koordinasyon merkesi altında biraraya gelebildiğine dair başkaca bilgi yok.
Rusya ile Suriye ordusunun harekâtının, hasımları geriletip teslim olmaya zorlamaya değil doğrudan imha etmeye yönelik yürütüldüğüne dikkat etmeliyiz: Yoğun bombardıman, sivillerin kaçışı, yoğun saldırı, cihatçıların mevziyi terk etmesi veya imha edilmesi – harekât böyle sürüyor. Rusya uçakları, cihatçılara doğru dürüst takviye gelmesine de meydan vermiyor.
Hayatî bir etken de, cihatçıların artık herhangi bir “dış güç”ten yardım-destek alamıyor oluşu.
İlaveten: İdlib şehrinin en işlek caddelerinden birindeki altı katlı binada 8 Ocak akşamı meydana gelen patlama, harekâtın başka hangi yöntemlerle pekiştirileceğini ortaya koydu. Binayı yüz-iki yüz kişilik Çeçen örgütü Ecnad el-Kafkas kullanıyordu. Patlamada en az otuz iki Çeçen cihatçı öldü. Bu yazı yazılırken henüz kimse bu eylemi üstlenmemişti. “Cepheden kaçtılar” gerekçesiyle HTŞ’nin Çeçenleri cezalandırdığı yollu iddiayı bir kenara bırakırsak, İdlib’teki Çeçen cihatçıları ilk elde kimin ortadan kaldırmak istediği açık: Moskova. Artık hiçbir yerleşim yeri de İdlib’in cihatçıları için güvenli barınak değil.
TSK konvoyuna füze – uyarı mıdır?
Yazıyı askerî ayrıntılara boğmak niyetinde değilim. Niye dönüp dolaşıp İdlib’ten bahsediyoruz (ben ve birkaç gazeteci daha)? Çünkü yıllardır süren bir büyük insanî felaketin sonu burada gelecek. Ve muhtemelen yeni bir büyük felaketle, kapanış felaketiyle gelecek. Ve olacaklar bizi yakından ilgilendirecek.
8 Ocak günü İdlib’teki Türk askerî konvoyuna atılan uyarı füzesini bir ilk işaret sayabiliriz. Elbette Suriye’nin şu anki hercümerci içerisinde o füzenin hiç de ince planların sonucunda oraya atılmamış olması ihtimali var. Yine de, eğer böyle olsa bir şekilde ortaya çıkacağından ve şimdiye kadar kimsenin bu füze işini üstlenmemiş olmasından hareketle, şüphelenmek için yeterince sebebin varolduğunu düşünebiliriz.
Füzenin Efrin’den, YPG tarafından atılmış olabileceğine dair imâ bile gelmedi – Ankara’dan da gelmedi. Bu yönde minicik bir ihtimal bulunsa herhalde iktidar propaganda aygıtında koskoca manşetler atılır, “bir gece ansızın” muhabbetine yeniden girişilirdi.
Heyet Tahrir el-Şam, İdlib’e girip Efrin sınırında konuşlanırken Türk ordusuna eskortluk yaptı. Mensuplarının bir kısmının Türkiye ile işbirliğine şiddetle itiraz etmesine karşılık, bu işbirliğinin hem geçici hem de “kuzeydeki ateist Kürtlere” karşı yapılmış olduğunu ileri süren örgüt merkezi, bütün izahat çabalarında, şu an için Türk ordusuyla savaşmaktan kaçınmaya öncelik tanıdığını belli etti. TSK ile HTŞ arasında şu ana kadar birbirlerine yönelik herhangi bir hasmane davranış kaydedilmedi. Yani: onlar niye atmış olsun bu füzeyi?
HTŞ’nin kısa süre önce militanlarını silahsızlandırdığı, silah depolarına elkoyduğu, yönettiği yerleri elinden aldığı öbür İdlib cihatçıları ya Ankara ile arası iyi olan ya da asla tek başlarına TSK ile savaşmayı göze alabilecek güçte olmayan örgütler. Bunların en güçlüsü Ahrar el-Şam hem artık Ankara’yla arayı bozamaz hem de örgüt yapısı epeyce dağıldı, en büyük gelir kaynağı sınır kapısını kaybetti. HTŞ karşısında esef verici bir yenilgi aldığından, peşine bütün silahlı muhalefeti takması, Suriye ve Rusya’ya, bu defa üstelik Türkiye’nin açık desteği de olmaksızın bayrak açması imkânsız. Yaptığı “artık elimizden geldiği kadar…” açıklamasına yukarıda değindim. Yani İdlib’in belli başlı cihatçıları o füzeyi atmış olamaz. (Tek istisna ihtimali: Türkiye’nin Rusya ve İran ile işbirliğine bozulan eski müttefiklerinden isyankâr birileri. Böyle bir ihtimalden sözedene de rastlamadım açıkçası.)
Böylece, eğer sözkonusu olan bir “serseri” füze değilse, geriye şu ihtimaller kalıyor:
• Rusya’nın bilgisi dışında Suriye ordusu veya Şam yanlısı milisler
• Rusya’nın bilgisi dahilinde Suriye ordusu veya Şam yanlısı milisler
• Doğrudan Rusya
İlk ihtimali önemsemeyebiliriz. Zira böyle olsa bile, geçen yılın Nisan’ında Han Şeyhun’da (İdlib) meydana gelen kimyasal silah saldırısında muhtemelen görüldüğü üzre, Moskova Şam’ın önüne bir koruyucu kalkan koyacaktır.
Peki Rusya böyle bir “uyarı eylemi” yapar mı?
Bilmiyoruz. Putin’le Erdoğan sık sık görüşebildiklerine göre, böyle şeylere ihtiyaç duyulmaması daha akla yakın geliyor. Ama bütün güçlerin birbirlerine sık sık “yanlışlıkla” biryerleri bombalayarak, birilerini öldürerek birşeyler “anlattıkları” savaş ortamında neden olmasın?
Peki, yaparsa niye yapar?
İdlib denklemi başından beri bulmaca
Rusya ve Suriye “çatışmasızlık bölgeleri” planıyla savaşı kendi lehlerine çevirdiler. İdlib de bir çatışmasızlık bölgesi ilan edildi ve burada çatışmasızlığı gözetme sorumluluğu Ankara’ya verildi. Bu garantörlük konumuna dayanarak Ankara, İdlib’e beş yüz kadar asker ve çeşitli zırhlı araçlarla iş makineleri soktu, kuzeydeki Kürt yerleşimi ve YPG mevzisi Efrin sınırında gözetleme kaleleri-kuleleri inşa etti.
İdlib’te Türkiye’den beklenen, esas olarak, silahlı cihatçı örgütlerin zaptürapt altına alınmasını sağlamasıydı. Kısa süre öncesine kadar Şam rejimine karşı savaşta desteklediği örgütlere söz geçireceğine güvenilen Ankara, bu örgütleri “görüşülebilir muhatap” haline getirerek masaya oturtacaktı. Türkiye’nin Fırat Kalkanı bölgesinde bu örgütlerin bir kısmıyla savaş sonrası inşa ve asayişin sağlanması, günlük hayatın düzene sokulması işlerinde beraber çalışıyor olması da bu açıdan bir avantaj sayılıyordu.
Bu denklemde, dünyada konuyla ilgili düşünen, yazan-çizen hiç kimsenin yerine oturtamadığı unsur, İdlib’te elektrik idaresinden su işlerine her şeyi denetleyen, yerel yönetimlere hakim, çekirdeği en azından pek yakın zamana kadar El-Kaide bağlantılı Heyet Tahrir el-Şam’ın ne olacağıydı. Çin’in geri dönmelerine asla izin vermeyeceği on bin kadar Uygur Türkü (El-Kaide’ye yakın Türkistan İslâmî Partisi) ve Rusya’nın mümkünse İdlib sınırına bile yaklaşmadan ortadan kaldırmayı arzuladığı iki-üç bin Kafkasyalı cihatçıya Ankara’nın bir şekilde söz geçirebileceği varsayılıyordu. Lâkin bunlara ne denecekti? Rusya ve Suriye bunları İdlib’te de Suriye’nin başka herhangi bir yerinde istemiyordu. Dolayısıyla Türkiye’ye düşen rol ancak, bunları pasifize etmek, Rusya uçaklarınca bombalanmalarına, üzerlerine gelen Suriye ordusuna direnmemelerine zemin ve ortam hazırlamak veya, söylemesi bile zor ama, Türkiye’ye almak olabilirdi.
Olabilir-di, diye anlatmama bakmayın, halen durum bu.
Sonucu bırakın, gidiş yolunun başlangıcına dahi yaklaşılamayan bu çıkışsız denklem, Türkiye’nin İdlib’e HTŞ eskortuyla girmesiyle çok daha ilginç ve bilinmeyen bir renge büründü. Ankara’nın başlıca derdinin Efrin’i işgal etmek, Fırat Kalkanı bölgesiyle birleştirmek, böylece Suriye topraklarından bir bölümünü denetimi altında tutmak olduğu konusunda muhtemelen kimsenin şüphesi kalmadı.
Bu da Rusya’nın İdlib’te Türkiye’den oynamasını beklediği rol değil.
“İstenmeyen ahali”
Gelelim yazımızın başlığına. Aralık ayının ortasından 2018’in ilk haftasına, yani üç hafta içerisinde, Suriye ordusunun Rusya uçakları desteğinde ilerlediği Hama ve İdlib’te yerini yurdunu terk edip kuzeye doğru kaçmaya çalışan insanların sayısı 120 bini geçti. 2017 Kasım’ının başından yıl sonuna kadar göçenlerin sayısının 60 bin olduğu tahmin ediliyor. Kesişenleri kabaca düşersek, şimdiden, kendini yollara vurmuş yaklaşık 150 bin kişiden sözediyoruz. Bunların bir kısmı, rejimin denetimindeki yerlerde kalmamak için Suriye’nin başka yerlerinden buraya kaçmış insanlar olmalı. Zira şu andaki İdlib nüfusunun yaklaşık yarısı böyle bir siyasî göçmen ahali.
Şimdi Rusya uçaklarının “kesin sonuç” almaya yönelik bombardımanı ve Suriye ordusu ile milislerin hızla ilerleyişi bu göçü hızlandıracak. Aynı zamanda göçenlerin sığındığı toprakları giderek azaltacak. Sonunda kaçılacak yer hiç kalmayacak. Ve şimdiden, Kızılay’ın Suriye topraklarında kurduğu söylenen kampa 800 ailenin sığınmış oluşu gibi, kış ortasında on binlerce başka aile sınıra yığılacak.
Üstelik bunların arasında, imha edilmemek için mecburen kaçan silahlı cihatçı örgütlerin militanları da bulunacak.
Muhtemel İdlib felaketi konusunda ne zamandır uyarmaya çabalıyoruz, bilmiyorum. “Bir gece ansızın” oyunlarıyla mavrası yapılacak mevzu değil bu. İdlib’teki iki milyonu aşkın nüfus, Beşar Esad’ın gözünde yola gelmeyecek muhalifler. Türkiye’nin parçalaması umulan HTŞ’nin silahlı savaşçı sayısı 20-25 bin. Ve bunların çoğunun tecrübeli, sıkı savaşçılar olduğu bizzat hasımlarınca sık sık söylendi bugüne kadar. İdlib’teki TSK mensupları da bunlarla içiçe. Rusya uçakları HTŞ karargâhlarını bombalayıp örgütün savaşçılarını ellişer yüzer öldürmeye başladığında örgüt oradaki Türk askerlerine eskortluk yapmaya devam mı edecek?
Yoksa Yavuz Selim komutasında Yeniçeriler, Halep’ten girip Şam’dan çıkıp Kudüs’e mi varacak?
Bu işlerde hamaseti, evladı ölmeyecek olanlar yapmış tarihte hep. Hele dizginleri Rusya’ya böylesine kaptırmışken hamasetle iş götürmek, yalnız aymazlık değil, başlıbaşına suç bile sayılır.
Bir sonraki İdlib yazısında Türkiye sınırına yığılmış yüz binlerce insanın feci vaziyetinden, akıbetleri belirsiz askerlerden sözetmek zorunda kalmamayı umarak bitireyim.