Bir şehri dudaklarından öpmek

Tüm “o” şehirlerin adı aynı zamanda şöyledir: H-a-s-r-e-t

SEZİN ÖNEY

10.12.2017

Bir kente hiç severek baktınız mı?

Hiçbir şehri, sokaklarında sevişir gibi dolaştınız mı?

Sokaklarını, binalarını tıpkı bir vücudun kıvrımlarının üzerinde gezinir gibi geçtiniz mi?

Bir münaşakanın, bir çekişmenin kızılına kapılır gibi yürüyüverdiniz mi yollarını?

Ve sonra, birden bir köprüde, dudaklarınızı büzerek tam ona kızacakken çehreyi bükmüşken öyle; onun güzelliği ile çarpılıp büyüsüyle dizlerinizin bağı çözüldü ve birden kollarına düşüverdiniz mi?

Ve kıskandınız mı ona sizden başka övgüyle bakanları; bakmasınlar öyle hiç istediniz mi… Ve sonra, dudağınızın bir tarafını kıvırarak yarım bir gülüşle; asla onu sizin gözlerinizdeki, o içteki alev alev ateşle sevemeyeceklerini düşündünüz mü?

Kavgalar da güzeldir, çekişmeler de; üzüntüler ve acılar dahi — beraber olmak güzeldir zira… Her hâliyle ikizlik güzeldir — iyi ve kötü günde; şehrinin yıkılmışlığının ortağı olmak da, en güzel gününde bir kenarda seyirci olmak da…

Hayatı sevişir gibi yaşamak  güzeldir; bir şehri dudaklarından öpmek güzeldir.

Kaçmak da, yakalanmak da — tüm o ikiz dünyayı yaratan düşünceler evreninde bilmeden anlamak güzeldir.

Şehir, nefes gibi dolar içe…

Söylemeden söylenini anlamak ve gene de yanlış anladığı üzerine kavga etmek; sonra da, alttan alıp bir şekilde, gururu adeta bir sokağın güzelim ıhlamur kokusu yapıp yürüyüp gitmek.

Bir adaçayı demlemek.

Her ne ise; güzelliği var ya — o hâli.. hâlleri.

Tamamen olduğu gibi-tek bir duruş, bakış, o tek bir kıvrım, vücudunda o tek bir dönüş.

Göz yakalayınca o hâli…

Yıllar sonra bile, o şehrin güzelliği karşısında diliniz tutuluyor mu? Sanki hep ve her an önünden geçilen o yerin, o muhteşemliği karşısında birden çarpılıveriyor musunuz?

Her gün aynı yolda, öyle rastgele geçerken.

Bakakalıyor musunuz birdenbire?

Her yeni keşfettiğiniz yönü ile dizlerinizin üzerinde çöküverecek kadar kendinizden geçebiliyor musunuz?

"Aman ya, gene mi" derken.

Koşa koşa dönüveriyor musunuz ona?

Dünyanın tüm şehirleri ötesinde bir yerde mi o?

O, o'mu?

Dünyada gelmiş geçmiş yazılan tüm güzel her yazı ve her müzik o şehir mi aslında; her derdin başlangıcı ve sonu o mu acaba?

Her gece, anılarını anlatan şehr-i masal; hikâyelerin üstadı?

Ben de, bağlanmanın ne olduğunu bilmiyordum — ta ki…

Bir sabah şehrimi geride bırakırken ve o öylesine uyurken yatağına kıvrılmış iken, bir sevgilinin dünyanın en güzel dağları ve tepelerini oluşturan silüeti ile; dünyanın o tüm en güzel sıcaklığını, için için yanan çini soba sıcaklığındaki odayı ve ateş sesi, ateş kokusu, yanyanalığın kıvılcım ve buğularını geride bırakırken.

Bir şehri sevmenin ne demek olduğunu anladım.

Avlunun soğuğu ve buzulu çarptı önce: kapıyı, geride bırakılan cennetin ardından kapıyı kapamak.

Ah: o kapıyı kapamak.

Kendi iradesi ile, kapıyı kaparken bir an baş öne eğilir ya, o an, henüz uyuyan nefes uçup da kapının önünde boyna dolanır sanki.

Kapıyı başa çalar, o son kez kapının kapanması…

Bir yanda boyna dolanan şehir, öte yanda alıp götüren, hâller hâller hâller…

Gitmelerin en ağırının boynu büktüğü nefes, şehrininin uykudaykenki rüyasının ortaklığını geride bırakmanın nefesidir.

Ama gidersin de; sanki, dünyanın tüm işleri ve her şeyi şartmış gibi.

Sanki, dünyanın tek işi, onun gözlerine uyanmak değilmiş gibi.

Bir nefesle hayat bulmak, o nefesle buğulanan bir rüzgâr olmak, o nefesin buram buram ateşi olmak.

Geride bırakmadan daha sokağının başında, kapısını örterken özlemek.

Tüm "o" şehirlerin adı aynı zamanda şöyledir: H-a-s-r-e-t..

Daha sokağındayken ve her an; tutkuyla, kendine çeke çeke öperek-her sokağı ile sevişerek; hasret, özlem, sevda, aşk, tutku.

Yoksul asla dokunulmak istenmeyen mahallelerinden, zengin ve herkesin yapıştığı villalarına; sadece seyrederek muhteşemliğini, eksik varsıl, iyi kötü, yanlış doğru, çirkin latif, günah ve sevaplarıyla…

"Ama canım benim; şehrim: bitkinlikleri, yıkıntıları, efsaneleri ve muhteşemlikleriyle" diyemeden.

O şehrin konuştuğu dili-dilleri; tümünü sevip öğrenmeye, kulak kesilip o dilde konuşmaya çalıştınız mı?

Bir kente hiç severek baktınız mı?

Hiçbir şehri, sokaklarında sevişir gibi dolaştınız mı?

Sokaklarını, binalarını tıpkı bir vücudun kıvrımlarının üzerinden geçer gibi geçtiniz mi?

Severseniz nasıl değiştirebilirsiniz ki onu kendi kaprisinizle, veya nasıl nefret edebilirsiniz? Ona nasıl ihanet edip, onu aşağılayabilir, kendi çıkarlarınıza âlet edebilir, öfke ve kinle cezalandırabilirsiniz?

Güneş daha doğamadan, sevgilinin değil ayazın ısırmasında uzağa, kapıyı kapayıp da, buzlar kırağılar sisler arasında yola düşerken şehrime aşkımı görüverdim ve tüm tuhaf, âtıl, sevilmemiş sokakları başta olmak üzere şehrime daha bir âşık oldum.

Kusurları ile ve olduğu gibi; olmuş ve olacağı, geldiği gibi sevgili biçimde, sorgu ve sualsiz-tıpkı, ilk görüşteki kucaklaşmadaki olduğu gibi…

Güneş daha doğarken, koparılır gibi uzağa sevilmeyen yerlere giderken iradenizle veya götürülürken iradeniz dışında; siz hiç…

Bir kente hiç severek baktınız mı?

Hiçbir şehri, sokaklarında sevişir gibi dolaştınız mı?

Sokaklarını, binalarını tıpkı bir vücudun kıvrımlarının üzerinden geçer gibi geçtiniz mi?

Siz, hiç bir şehri sevdiniz mi?

Seven, değiştiremez.

Seven, olduğu gibi sever.

Sevdiğini olduğu gibi kabul edip, belki daha bir güzelleştirmeye kendince öneri sunar.

Bir kente hiç severek baktınız mı?

Hiçbir şehri, sokaklarında sevişir gibi dolaştınız mı?

Sokaklarını, binalarını tıpkı bir vücudun kıvrımlarının üzerinden geçer gibi geçtiniz mi?

Öptünüz mü istinasız tüm sokaklarını? Aşk ile mühürlediniz mi manzaralarını?

Kızdınız mı o tüm "şehirlilere"; "ya, sen bu dünya güzelinin önündeyken, ne yapıyorsun, neyi neden başka biçimde dert ediyorsun" diye.

Siz, hiç bir şehre âşık oldunuz mu?

Ve o şehirde iken, tüm nefesler aşk gibi doldu mu içinize…

Her şeyi ile bir şehre âşık olmak:

O şehir mi şanslı?

O aşkı gören göz mü?