Bir yetmez ama evet’çinin itirafları

Bir gün olsun, AKP şu işi de doğru yaptı diyebildiniz mi?

MUSTAFA PAÇAL

03.03.2018

2010 anayasa referandumunda “yetmez ama evet” diyenler geniş bir siyasi, fikirsel ve toplumsal çeşitliliği temsil ediyor olsa da, işin faturası liberallere ve özellikle liberal yazar çizer taifesine kesiliyor.

Bunların içinde pek çok akademisyen, edebiyatçı ve daha bir sürü memleket münevveri olan eşraftan zat-ı muhteremler bulunmakta. Öne çıkan isimlerin başında Murat Belge, Ahmet ve Mehmet Altan gibi isimler geliyor.

Hele son günlerde Murat Belge, sağlı sollu aldığı yazı darbeleriyle abandone edilmek isteniyorsa da Murat hoca evvel Allah buna karşı basiretli bir biçimde yazı yazıyor ve sualler dahilinde yerinde cevaplar veriyor.

Yalnız durum bununla sınırlı değil; konu “bendimi yırtar aşarım” moduna girerek, adeta bir siyasi veriştirme ve linç meselesi boyutlarına kadar getirilmiş durumda.

Ve bu durumda soru şu; ‘’ne yapmak ve nereye varılmak istenmektedir?’’

İnanın, durum böyle tırmandırılmasa, eskiden olduğu gibi masa başı dost sohbetler seviyesinde ve tadında bırakılsaydı, oturup yazmayı hiç düşünmezdim.

Ama baktım ki konu dallanmış budaklanmış, ‘’Eh, bir yetmez ama evet’çi olarak bir köşede olan bitenleri seyretmek olmaz’’ dedim ve yazının başına oturdum.

Öncelikle bu ‘’yetmez ama evet’’ ifadesi, yerine “cuk oturmuş” derler ya tam da öyle bir ifade oldu. Bildiğim kadarıyla, DSİP içindeki arkadaşların bulduğu bir  tanımdı. İfade ‘’hayır’’ ve ‘’evet’’ blokları arasında kendine bir yer açarak hem bir uyarı anlamı ve hem de bir kerhen destek anlamını içeriyor, diğer yandan ise bir tartışma ve arayışın devam ettirilmesi gereğini vurguluyordu.

Şimdi gelelim şu referandumda neden bu tavrı aldığıma…

Önce bir fikr-i istikametimin özetiyle başlayayım.

Ben soldan gelen, daha sonra demokrat olmakta karar kılan birisiyim.

Demokratlık ölçüsü muğlak olduğundan daha somutlarsam, şimdilik AB kriterleri ölçüsünde bir demokratlığı önemsiyorum ve benimsiyorum.

Bu nedenle, DSP-MHP ve ANAP koalisyon hükümetinin 2001 yılında referanduma sunduğu anayasa değişikliklerini, 2004 yılında yapılan anayasa değişikliklerini ve son olarak 2010 referandumundaki anayasa değişikliklerini destekledim.

Tüm bu anayasa değişiklikleri ile anayasa ve yasaların AB müktesebatı ile uyum için çıkarılmış olmasını önemsedim. Daha iyi tanınmam için söylüyorum. Bunlar yetmez, dahası da var. 16 yıllık AKP döneminde ve öncesinde başka destek verdiğim ‘’yetmez ama evet’’ dediğim kararlarımda oldu.

Devam ediyorum. Mesela Tayyip Erdoğan’ın bir şiir okudu diye belediye başkanlığından alınıp hapse atılmasına ve hakkında siyasi yasak konulmasına şiddetle karşı çıktım. Bundan önce “irtica tehdidi” var diye yapılan 28 Şubat post-modern darbeye ‘’hayır’’ demiştim.

2005 yılında AKP’nin Türkiye’yi AB ile tam üyelik müzakereleri statüsüne getirmiş olmasına tam destek verdim. 2007 yılında yargı vesayetinin meclisin cumhurbaşkanı seçmesini 367 milletvekili mavalıyla engellemesinin karşında oldum. Ve 2007 yılında oyumu AKP’ye verdim.
AKP hükümetine karşı ordudan verilen e-muhtıraya karşı çıktım ve hükümetin tavrını alkışladım. 2008 yılında vesayet rejiminin düzmece nedenlerle AKP’yi kapatmak istemesine karşı çıktım. Kürt sorunu için başlatılan “çözüm süreci” için oldukça umutlandım ve destekledim. AKP’ye karşı demokratik ve hukukî olmayan yaptırımlara karşı çıktım.

Şimdi gelelim şu 2010 referandumu meselesine… Referanduma sunulan anayasa paketinin öne çıkan yanında yargı yönetiminin yeniden düzenlenmesi vardı.

Vardı, çünkü 367 meselesi ve AKP’nin kapatılmasına teşebbüs edilmiş olması ister istemez yargı yönetimi sorununu öne çıkarmıştı.
HSYK’nın yedi kişiden oluşan idari yapısı daha çoğulcu bir hâle getirilerek mevcut durum iyileştirilmek isteniyordu.

Bu talebi teşvik eden siyasi zorlamalara bakarak bu durumu anlamak gerekiyor. Doğru, bugün yargı tamamen siyasi otoritenin altında ve bu doğru değil ama o günkü yargı da askerî vesayetin altında idi. Yani bugünkü yargı sorununun çözümü dünkü yargı olamaz. Her ne kadar o günkü şartları bugün arıyor olsak da yine de dünü referans almayı doğru ve ahlakî görmüyorum.

Sonra ne oldu; AKP’nin devlet aygıtı üzerinde siyasi etkisi arttıkça ve daha çok devlete benzedikçe ve bugün devletin kendisi oldukça bu pembe tablo giderek kötüleşmeye başladı.

Bugün artık ne o gün ‘’yetmez ama evet’’ dediğimiz AKP ve ne de o günkü Erdoğan var. Bugün tüm siyasi,ekonomik ve toplumsal göstergeleri olumsuz yönde bozulmuş ve bölgesinde dünyada itibarı kalmamış bir Türkiye var.

Türkiye nasıl düzelir, ne olursa düzelir sorularına dair umutların fazlaca kalmadığı bir dönemdeyiz. Bu duruma gelinmesinde o gün ‘’yetmez ama evet’’ diyenleri günah keçisi gibi görenlere ve hattâ bir adım öteye gidelim neredeyse memleketi bu haâle bu ‘’yetmez ama evet’çiler’’ getirdiler ve hattâ ‘’AKP’yi ve Erdoğan’ı kandırdılar’’ demek isteyenlere soruyorum.

Siz ‘’yetmez ama evet’çilerin’’ destek olduğu bu gelişmelere destek verdiniz mi? Bir gün olsun, AKP şu işi de doğru yaptı diyebildiniz mi? Aynı kaygı ve görüşleri yukarıda saydığım siyasi gelişmeler karşısında duydunuz mu? 2011 öncesi AKP’ye karşı yapılmak istenen anti-demokratik girişimlere “oh olsun” demediniz mi?

Bunları yapmadıysanız, biz sizin gibilerle aynı fikr-i istikamette değiliz demektir. Biz başka dünyaların insanlarıyız…

Yani biz hükümetlere, partilere siyasi ve ideolojik körlükle bakmıyoruz. Bu bakışın yararına inanmıyoruz. Geçmiş bu körlükle bakmanın sonucu olan çeşitli düşmanlıklarla dolu, bundan ibret alıyoruz.

Bugün yine Türkiye’nin yeni demokratik bir anayasaya kavuşmasını, bölge ülkeleriyle savaş değil iyi komşuluk ilişkileri geliştirmesini, AB ile yeniden müzakerelere geri dönülmesini, toplumsal barış için Kürt sorununun çözüme kavuşturulmasını, OHÂL’in kaldırılmasını ve tüm milletvekili, belediye başkanları, gazeteciler, akademisyenler ve siyasi mahkûmların serbest bırakılmasını ortaya koyan bir siyasi irade görürsek yine ve yeniden ‘’yetmez ama evet’’ demeye hazırız.

Siz buna hazır mısınız?