Biz bu yirmi yılı niye yaşadık?

Manzaranın çarpıcılığını idrak edebilmek için, Taliban’ın kimilerince “geçici” olacağı hayal edilen hükümetindeki beş kişiye bakacağız

ÜMİT KIVANÇ

11.09.2021

11 Eylül saldırılarının yirminci yılında yazılan yazıyı o gün hayatını kaybeden yaklaşık üç bin kişiye adamak yakışırdı. Bunu çok kişi yapacaktır. İzin verirseniz, ben aşağıdaki yazıyı Kapadokya’da bir otelde çalışan, biri kadın biri erkek iki genç Afgan’a ithaf etmek istiyorum.
 

“Afganistan İslâmî Emirliği” hükümeti olarak Taliban tarafından ilan edilen isim listesi, bugüne kadar dünyanın gördüğü en ilginç “bakanlar kurulu” olabilir. 33 bakandan 17’si, “terörizm” bağlantılı suçlar nedeniyle Birleşmiş Milletler’in yaptırım listesinde! Taliban’ın kitle halinde Şii katletme, kadını insandan saymama ve insanlık mirası heykelleri parçalama döneminde örgütün başında kimler varsa onlar şu anda “resmî” hükümet oldu.

Düşmanı olan hemen bütün güçlü devletler örgüte, mâkûl davranırsa kendisine teveccüh gösterileceği mesajını verdiler. Bu, bir türlü zaptürapt altına alınamayan Afganistan’ın özel koşulları kadar, sıtmalı-ölümlü deyimdeki gibi, DAİŞ’i görüp Taliban’a razı olmanın da sonucu. Ancak Taliban Batı’nın açtığı şartlı krediye ya aldırış etmedi ya her hâlükârda alacağını hesapladı ya da başka türlü davranamadı, “kapsayıcı hükümet” gibi fantezilerden uzak durdu. İlan ettiği hükümet, “öz-has-en hakiki” Taliban yönetimi. Üstelik yalnız siyasî değil, etnik ve dinî çeşitlilikten de yoksun; bakanların üçü hariç hepsi Paştun. Nüfusun yüzde kırkını temsil ediyorlar.

Devlet halini almış Taliban örgütünün uluslararası düzlemde meşru-resmî muhatap olarak tanınması-tanınmaması sorunu, önümüzdeki günlerde dünya politikasının ilginç başlıklarından olacak gibi görünüyor. Ankara’nın doğacak yeni kargaşaların da ortayerine balıklama atlaması muhtemel olduğundan, mevzu uzağımıza düşmeyecek, başımızı ağrıtacak. Bütün kadınları eve değil kümese kapatsa, bütün muhaliflerini sabahtan akşama kamçılasa umursamayacak olan Çin’i arkasına almış görünen Taliban yine de Batı dünyası tarafından tanınma peşinde koşacak, çünkü ülkenin bloke edilmiş milyarlarca dolarlık kaynağına ve dış yardımlara kavuşmak, trilyonluk maden yataklarını uluslararası ihalelere açmak isteyecek. Liderinin oğlu Afgan ordusuna karşı intihar saldırısında can vermiş örgüt için, vazgeçilmesi zor olduğu kadar iddialı hedefler…

Nedir Taliban’ın bakanlarını ilginç kılan? Gerçekte pek ilginçliklerinin bulunmayışı, hemen hepsinin tanıdık yüzler oluşu. Yirmi yıl önce dünyanın en güçlü ordusunun öncülüğünde kurulan savaş koalisyonunun kahretmeye uğraştığı yörede, kahredilmesi hedeflenenler pekâlâ uluslararası tanınma talep edebilir iktidar sahipleri konumuna geldi. Taliban’ın Usame bin Ladin’i ABD’ye teslim etmeyen kurucusu Molla Ömer’in oğlu (Molla Muhammed Yakup) savunma bakanı, ABD nezdinde tescilli terör örgütü olan Hakkani Şebekesi’nin kurucusu Celaleddin Hakkani’nin FBI tarafından, yerini ihbar edene 10 milyon dolar ödül konarak aranan oğlu Siraceddin içişleri bakanı.

Devlet sahipliğine soyunan silahlı örgütün liderleri, haklarında arama-yakalama ve yaptırım kararları, uluslararası sabıka kayıtlarında savaş ve katliam suçları bulunan kişiler. Uluslararası devletler düzeninin Taliban’a da yer açacak şekilde esneyip esnememesi, küresel eğilim niteliği kazanmış hukuksuzlaşmayı körükleyecek ya da yavaşlatacak.

Karşımızdaki manzaranın çarpıcılığını idrak edebilmek için, Taliban’ın kimilerince “geçici” olacağı hayal edilen hükümetindeki özel beş kişiye yakından bakacağız. (Kaynağımız, büyük ölçüde, uluslararası İslâmcı terör alanında canlı ve bereketli bilgi deposu olan Long War Journal.)

LWJ, çeşitli zamanlarda Taliban ve El-Kaide ileri gelenleri hakkında yazılar yayımlamıştı. Bunlardan biri, bize derli toplu çıkış noktası sunuyor. 2014 Mayıs’ında ABD ile Taliban arasında gerçekleştirilen tutsak değiştokuşuna ilişkin olanı. 2009’dan beri örgütün elinde rehine olan Çavuş Bowe Bergdahl’a karşılık ABD, Guantanamo’da tuttuğu beş Taliban “komutanını” salıvermişti. Beşi de “yüksek risk” taşıyan tutsaklardı. Taliban, savaşın kaderine ilişkin herhangi bir görüşme için bu beş kişinin salıverilmesini önşart olarak öne sürmüş durmuştu. Sonunda salındılar. 

Kim bu beş kişi? Hâlihazırda Afganistan İslâm Emirliği’nin Ulusal Güvenlik (İstihbarat) Başkanı, Sınırlar ve Kabileler Bakanı, Savunma Bakan Yardımcısı, Enformasyon ve Kültür İşleri Bakanı ve Host vilayeti valisi.

• Abdül Hak Vasık, Taliban istihbaratının başındakilerdendi. Hem kendi örgütünün hem de Hizb-i İslâmî’nin (Gülbeddin Hikmetyar) önderliğiyle aracısız temastaydı. Başka radikal İslâmcı örgütlerle ittifak temasları yürütüyordu. Mısır’dan “uzman” bir El-Kaide’cinin gelip Taliban militanlarına istihbarat konusunda eğitim vermesini sağlamıştı. ABD’de sorgulanırken, Kabil civarındaki altı El-Kaide kampı konu edildiğinde, “Allah şahidimdir, yemin ederim, bunlardan haberim bile yok, ilk sizden duydum,”  demişti. Taliban’a katılışını, “Ketta’da (Pakistan) talebeydim, gelip bizi örgütlediler,” diye anlatmıştı. Sorgucular, “din talebesi bir köylüyken nasıl birden istihbaratın iki numarası konumuna yükseldiğini” merak ediyorlardı. Vasık, Usame bin Ladin’in ince hesaplı çizgisine zarar vermesinler diye “aşırılıkçı” Arap cihatçıları izlemek üzere birim oluşturmuş, “Ruslarla savaşmaları” için Çeçen cihatçılara -yüz bin dolar kadar olduğu ileri sürülen- para yardımı yapmıştı. 

• Molla Nurullah Nuri, Kuzey bölgesinin Genel Vali’siydi. Mezar-ı Şerif valiliğine de vekalet etmişti. Taliban’ın hasmı Kuzey İttifakı’na karşı yürütülen savaşta önemli rol oynamıştı. Yenilgiden sonra bir grup savaşçıyla Kunduz’a geçmişti. 2001’den itibaren ABD ve Koalisyon güçlerine yönelik saldırılara katılıyordu. Kardeşi de öyle. Nuri, Taliban militanlarının önemsediği figürdü, hapse atıldığında da öyle kaldı. ABD istihbaratı, Nuri’nin El-Kaide liderleriyle üst düzey ilişkisine dikkat çekiyordu. Taliban’ın kurucusu Molla Ömer’den Usame bin Ladin’e götürülecek mesajı bin Ladin’in yardımcısına o iletmişti. Bazı El-Kaide komutanları onun koruması altındaydı. Cihadı kuzeydeki Özbekistan’a yayma yollarını görüşmek üzere Özbekistan İslâmî Hareketi liderleriyle biraraya geliyordu. ABD’deki sorgusunda, “çiftçiyim, terziyim, elime silah almadım” demişti.

• Molla Muhammed Fazıl, Taliban’ın en tecrübeli komutanlarındandı, genelkurmay başkanı konumundaydı. En kıyıcı savaşçılardandı da. Binlerce Şii sivili öldürmekle suçlanıyor, Birleşmiş Milletler tarafından savaş suçlusu olarak aranıyor. El-Kaide, Özbekistan İslâmî Hareketi, Hizb–i İslâmî ve Hareket-i İnkılâb-ı İslâmî milis grubuyla birlikte hareket ediyordu. Afganistan’da iş gören yabancı savaşçılardan meydana gelen “Arab 055 Tugayı”nın komutanı Abdül Hadi el-Irakî ile yakın işbirliği içindeydi. Bu adam El-Kaide’dendi ve Taliban’ın Savunma Bakanlığı” tarafından beslenip donatılıyor gözüken bu tugayı Usame bin Ladin’in finanse ettiği söyleniyordu. Yüksek rağbet gördüğü dönemde mevcudu 1.100 kişiye kadar çıkan tugay, Taliban’ın yanında savaşlara katılıyordu. El-Irakî, Kuzey İttifakı önderi Ahmed Şah Mesud’un -ucu Avrupa’daki Tunuslu cihatçılara kadar uzanan bir komplo sonucu- öldürülmesinin ardından Fazıl’la Kuzey’e ortak taarruz düzenlemeyi görüştüklerini anlatmıştı. Guantanamo zamanı, ABD askerî istihbaratı, serbest kalırsa Fazıl’ın doğruca gidip Taliban’da eski yerini alacağı ve savaşı sürdüreceği görüşündeydi.

• Molla Hayrullah Hayırhah, Taliban’ın kurucusu Molla Ömer’in en yakınındaki insanlardandı. Usame bin Ladin ve Molla Ömer’le aracısız bağlantısı vardı. 11 Eylül saldırılarından sonra güçbirliği yapılabilir mi diye İran’la yürütülen görüşmelerde Taliban’ı temsil etmişti. Kimi istihbarat raporlarına göre, bu işbirliği girişimleri 11 Eylül’den önce başlamıştı. 1998 Ağustos’unda Taliban Mezar-ı Şerif’te yüzlerce Şii’yi katlettikten, İran sınıra Devrim Muhafızları’nı dizdikten, savaşın eşiğine gelindikten bir süre sonra, 2000 yılı içinde, ikisi arasında görüşmeler başlamıştı. Örgütün en yüksek organı Yüksek Şuranın üyesi olan, vekaleten içişleri bakanlığı yapan, Kabil Valiliği’nde bulunan Molla Hayrullah’ın İran’la sınırdaş Herat vilayetine vali atanması bu görüşmeleri yürütsün diyeydi. Örgütün sözcüsü sıfatıyla dünya basınının önüne çıkan, BBC’ye, Voice of America’ya demeçler veren adamın savaş diplomasisini başarıyla yürüteceği varsayılmış olmalıydı. (Gerçi sorgusunda, Taliban adına görüşmeyi merkezden gönderilen heyetin yürüttüğünü, kendisinin bu toplantılardaki rolününse sadece “güvenliği sağlamak”tan ibaret olduğunu iddia edecekti!) Sözkonusu görüşmelere bazen Hizbi İslâmî ve El-Kaide’den temsilcilerin de katıldığı ileri sürülüyor. 

Molla Hayrullah’la birlikte bu görüşmelerde yeralanlardan biri, Kabil Valiliği yapmış Taliban öndegelenlerinden Abdül Menan Niyazi. 1998’de Mezar-ı Şerif’teki Şii katliamının sorumlularındandı. Molla Hayrullah 2002’de, Niyazi’nin Pakistan’daki evinde ele yakalanmıştı.

Molla Hayrullah Herat valisiyken, meşhur cani Ebu Musab el-Zerkavi burada eğitim kampı kurmuş, Arap ülkelerinden gelen militanları yetiştirmekteydi. Yıllar sonra DAİŞ’e (IŞİD) dönüşecek olan Irak El-Kaide’sinin tohumları burada atıldı. ABD istihbaratına göre, Molla Hayrullah, büyük çaplı uyuşturucu ticareti işlerini de idare ediyordu. Bu işler için yüksek duvarlarla çevrili üç yapı inşa ettirmişti. Usame bin Ladin’in kurduğu özel eğitim kampı da Herat’taydı ve ABD istihbaratına göre, kampa giriş çıkış yalnız bin Ladin veya Molla Hayrullah’ın iznine bağlıydı.

Molla Hayrullah ABD’lilerce yakalanıp Guantanamo’ya konduktan sonra,  dilekçe verip, haksız yere tutuklandığını belirterek, hakim karşısına çıkmayı talep etmişti. Talebin reddedilmesi beklenir şeydi, ama bu kadar üst düzey Taliban mensubunun yakalandığı sırada örgütten ayrılmış bulunduğunu ileri sürmesi komik kaçmış olmalıydı.

Buraya kadar konu ettiğimiz dört adamın isimleri, 2011’de, Afganistan’da o ana kadar savaşmış tarafların uzlaşacağı umulan bir barış süreci oluşturulmaya çalışıldığında da  gündeme gelmişti. Afgan Yüksek Barış Konseyi, kurulup da işe başlar başlamaz, barış ve uzlaşma görüşmeleri yürütebilme umuduyla, bu dört Taliban liderinin serbest bırakılmasını talep etmişti. Dört adam, bugünkü sonuçlara yolaçan Doha (Katar) görüşmelerinde de masadaydı. 

Beşincisi bakan olamadı, Host vilayetine vali atandı. Vilayet ufak. Ama sınırda! Yani bereketli.

• Muhammed Nebi Ömerî, Taliban örgütünde çeşitli üst düzey görevler üstlenmiş, kritik bir şahsiyetti ve 2008’deki bir ABD istihbarat raporunda onun tutukluluğunun “sürekli kılınması” öneriliyordu. El-Kaide, Taliban, Hakkani Şebekesi ve Hizb-i İslâmî’nin oluşturduğu ittifakta, El-Kaide ile Taliban’ın ortak hücrelerinde Ömerî’nin yeri önemliydi. Daha önemlisi, Taliban adına “sınır güvenliğini” sağlamakla görevliydi ve örgütün sınırlardan sorumlu bakanı, aynı zamanda Hakkani Şebekesi’nin lideri Celaleddin Hakkanî’yle yakın ilişkisi vardı. Sınırdan militan, silah ve başka ne geçmesi gerekiyorsa onların geçişlerini organize ediyordu. Hakkanî’ye “sadakâti”, Taliban sorumlularının ifadelerinde vurgulanmıştı. Nebi’nin kayınbiraderi Malim Can, Hakkani’nin adamıydı ve bir özel polis birliğinin başındaydı. Üç yüz kadar insanı öldürdüğü için adı “kasap”a çıkmıştı. Hakkani’nin El-Kaide’yle doğrudan ilişkisi sebebiyle, Nebi de muhtemelen Taliban’da El-Kaide’ye en yakın kimselerden. El-Kaide lideri Eymen el-Zevahiri, bir süre Hakkani’nin para kuryelerinden birinin evinde kalmıştı, bu adam da Nebi’nin yeraldığı örgüt hücresinin elemanlarındandı. Yakın derken, böylesine yakınlıklar kastediliyor. New York Times, Nebi için “Taliban’ın başlıca finansörlerinden”  ifadesini kullanıyor. Mâlî işler sorumlusu falan demek daha doğru herhalde, para kendisinin olmadığına göre. Nebi sınırlarda iş tutuyor. 

Taliban’ın dünyaya muhatap kıldığı öbür “bakanları” hakkında da konuşuruz. Bu işin devamı heyecanlı olacak. Belki birkaç onyıla damgasını vuran “terör” söyleminin kökten değiştiğine tanık oluruz. El-Kaide de STK kabul edilir… 11 Eylül yüzünden 2001’den bu yana çekilen acıları, görülen zulümleri üstüste yığalım, karşısına da bugünün “Taliban iktidarda” fotoğrafını koyalım. Baştan aşağı yanlış değil mi her şey?