Bizde o mum hiç sönmez

Gerçeklerimizi günün ihtiyaçlarına göre belirleriz. Eski diktatörlerden demokrasi kahramanları, yenilerinden halk adamları üretebiliriz.

ÜMİT KIVANÇ

24.12.2021

Köşeyazarınız büyük hizmete girişiyor, değerli okurlar. Size hakikati açıklayacağım.

İşte: Hepinizi temin ederim ki, gerçeklerin eninde sonunda ortaya çıkmak gibi özelliği yoktur. Yalancının mumu da, yerine göre, yatsıya kadar değil, icabında sonsuza kadar yanar. Meselâ bizim, gerçekler ortaya dökülürse hayatımız söner. Niye? Çünkü hayatımız yalan bizim. Hamaset güzeldir, lezzetlidir, anti-depresan ve doping etkisi vardır. Lâkin aşırı dozu kendini sokan akrep efekti yaratır, olumlu etkisini yok eder. Tamam, suratımıza tükürür gibi fırlatılan yalanların yalanlığının er geç ortaya çıkacağına inanmak insana iyi gelir. Lâkin bizzat üzerine bastığın zeminden soluduğun havaya kadar her şeyin yalan olduğu yerde de herkesin azıcık önüne arkasına bakıp öyle hamaset üretmesinde fayda var. Zira, ilim de ispat etti ki, fazlası zarar. Hem de çok zarar.

Sözlerim yanlış anlaşılmasın: Elbette insanların topluluklar olarak, kendileri dahil her türlü canlıyı öldürerek, kışın sürüler halinde dolaşarak varlıklarını sürdürdüğü bazı bölgelerde gerçekler zamanla ortaya çıkar. Yalan sonsuza kadar yaşamaz. Zaten fazla saklanamaz. Ancak bunun şartları var. Kuralı bırakılıp oluru aranamayan, etrafından dolanılamayan, üstüne basılırken bir yandan kutsanırmış gibi yapılamayan, işini uyduranın uymadığı, acizin uymak zorunda bırakıldığı cinsten olmayan, sahiden geçerli şartlar. 

Bütün o edebî hislenmeler, şiirsel duygulanımlar, hoş kokulu hülyalar, güzel renkli rüyalar ve bu tür bol vanilyalı lezzetler arasında kendimizden geçerek kurduğumuz hayal gerçekleşsin, hakikat mutlaka ortaya çıksın istiyorsak, hakikatin kök salabileceği toprak, yaprağıyla çiçeğiyle büyürken kendisini taşıyabilecek sağlam gövde oluşturabileceği hava su lazım.

Bizde gerçekler neden ortaya çıkamasın? Ne eksiğimiz var?

Hayır, Varşova’da gettosundaki Soykırım Anıtı önünde diz çökecek Willy Brandt’ımızın varolmayışından ve daha uzun süre buralarda yetişemeyeceğinden başlamayacağım. Çünkü bu mevzu fazla lüks kaçıyor bizim için. Bir ara yükselir gibi oldu, faize müdahale sonucu endeksi düştü.

Evet, niye ortaya çıkamasın bizde gerçekler? Cevabım sizi hayrete düşürecek, değerli okurlar. Farkındayım, bas bas bağırarak, gözyaşlarımızı tutamayacağımızı, buna karşılık nefeslerimizi tutabileceğimizi buyuran TV anonsçuları gibi, size “duygulanım” dayattım. Duygulanım Dayatmaları… Destek Yayınları’ndan pek yakında çıkacak kitabımın adı. Dar ceketle güneş gözlüğü aldım, yüzümü de gerdiriyorum, yakında metro billboard’larındayım. Ya da belki hiç gerek yok, stok fotoğraf sitelerinden birinden 35-40 arası, şakaklardan hafif kırlaşmış bir olgun yakışıklının fotoğrafını alıp kullanır, müstear isim koyar, kamuoyu önüne hiç çıkmayarak gizem yaratır, öyle yürürüm. Yakışıklının birkaç değişik pozu olsa elimde, yeter. Photoshop’la onu her yere yerleştirebilir, “Bayburt’ta okurlarla buluşma keyfi” diye paylaşırdım.

Ya ortaya çıkarsa?

Bakın, ne kadar basit! Tek soruda meseleyi canevinden vurabiliyoruz. Yüreğinden yakalayabiliyoruz. Meselenin yüreği. Kendimizden bahsediyorsak biz karanlığın yüreği demeliyiz. Karanlığın Yüreği. Buradaki mevzumuzu bol psikoloji literatürü göndermesi eşliğinde ele alacağım, billboard’larda duyurulacak öbür kitabımın ismi de bu olabilir. Fakat Joseph Conrad’ın meşhur kitabının adı bu!? Sıkıntı yok. Ne olabilir ki?

Ne sorduk: Ya ortaya çıkarsa?

Çıkmaz. Zira çıksa da bir şey değişmez. Sıkıntı yok. Gerçekten yok. 

Bizde gerçekler er geç ortaya çıkmaz, yalancının mumu ebediyen yanar, sönmez. Niye? Çünkü bayrak inmez vatan bölünmez. Ezan da susmaz; onu atlamayalım.

O halde, kültürümüzde hem alışılmadık hem de hoş karşılanmayan bir adım atalım ve mantık zincirinin halkalarından bir sonrakine elimizi uzatalım: Çıksa da hiçbir şey değişmeyeceği için gerçek ortaya çıkmıyor, tamam da, çıkınca neden hiçbir şey değişmiyor?

Çünkü yalan üzre yaşıyoruz. Hayatımız yalan. Evet, eziyet gerçek, aşağılanma gerçek, insan haysiyetinin kurucu değer olarak yok sayılması gerçek, gücü ele geçirenin zulmünün meşruluğu gerçek, yoksulluk gerçek, ayrımcılık gerçek, eşitsizlik gerçek ve nihayet, buradaki hayatı meydana getiren hemen her şeyin ya üstüne bina edildiği ya eriyik formunda içine zerk edildiği adaletsizlik gerçek. Bunlar gerçek. Fakat bugünkü hayatımız dünkü yalanlar üzerine kuruldu ve biz bu yalanları bizimle birlikte mütemadiyen ileri taşımaktayız, her nesil sonrakine bayrak yarışı havasında bunları devretmekte.

Topluca sarıldığımız, sahip çıktığımız, bünyemizden eksilir, damarlarımızda dolaşmazsa yaşamımızı sürdüremeyeceğimize dair derin korkular duyduğumuz yalanlar, sadece varoluşumuzu sağlayan temel gıdayı oluşturmuyor. Hakikatin zehirleyici etkisi karşısında yegâne bünye savunma araçlarımız onlar. Fakat S-400’ler gibi. Atmasak da tutmasak da onlar bizim füzelerimiz, ama ambalajından çıkarılamıyor. Yani gerçeğin ortalıkta dolaşmasını engelleyemiyor, ama bize dokunmasını, tesir etmesini, hayatımıza karışmasını engelleyebiliyor. Onu uzak tutuyor. Yaklaştırmayınca, sürekli tedirgin, hep tetikte, ama en azından düzeni bozulmamış kalabiliyoruz. Dıştan ferahlamış görünsek de içeride, derinde korkumuz yatışmıyor. Yalanlarımıza halel gelirse bünyemiz içeriden çürüyebilir, mazallah neyimiz varsa elimizden gidebilir diye korkuyoruz. Fakat bu korku, bizi hayatta ve ayakta tutan kuvvet haline geliyor. Hakikat korkusu böylece ikinci önemli gıdamız ve savunma aracımız oluyor. İçten gelen, bünyeden doğan bu direniş karşısında gerçek niye ve nasıl ortaya çıkacak? 

 

Köstebeğe Vurmaca

Bu kadar değil mesele. İkinci bir yapısal sebep daha var, yalancının mumunu tükenmez kılan. “Biz”im üzerinde anlaşabileceğimiz, delilli ispatlı hakikat yok ki! Hepimizin ayrı gerçeği var. Üstelik hiçbirimizinki değişmez de değil. İddialarımızı üstüne kurduğumuz gerçekler sapıtırsa -biz sapıtmayız, gerçekler sapıtır- alt kata iner, bunlara zemin olan gerçeklerde tamirat tadilat yaparız. Gerçekler üzerinde yaptığımız restorasyon, AKP dönemi kale, sur vs. restorasyonlarıyla aynı mantık ve estetik içerisindedir. Aslına uymaları, göze hoş gelmeleri gerekmez. Gerçeklerimizi günün ihtiyaçlarına göre belirleriz. Eski diktatörlerden demokrasi kahramanları, yenilerinden halk adamları üretebiliriz. Anlatımızı bozan hadise ya hiç olmamıştır ya olmuşsa olmuştur, bizi bağlamaz. Restorasyon hamlelerimizin veya yeniden üretimlerimizin ne birbiriyle uyumu, kendi içlerinde çelişmemeleri ne de bizden başka herkes için geçerli nesnel olgularla bağdaşması umurumuzdadır. Ayrıca gerçeklerimizi başta en yakın rakiplerimizi, sonra hasımlarımızı ofsayta düşürecek şekilde kurarız. 

VAR sistemi bizim için biçilmiş kaftandır. VAR’ın başına oturur, az önceki pozisyonu, gerekli rötuş ve manipülasyonları yaparak, olmasını istediğimiz sonucu gösterecek şekle sokar, hakemi buna göre karar değiştirmeye yöneltir, bir yandan da VAR kararlarını eleştirenleri kahredecek suçlama motiflerini hazırlarız. VAR için kullandığımız aygıtları, bakandan talimat çıkarttırıp ihalesiz olarak tanıdık firmadan alır, komisyonları dağıtır, kendimizinkini cebe atar, çakarlı arabaya atlayıp…bunlar konumuzla ilgili değil, alışkanlıkla yanlış sokağa girdik, kusura bakmayın.

Farklı siyasî çıkarlar peşindeki farklı gruplarımız için hakikat, deliklerden başını çıkaran köstebeklere yumuşak tokmakla vurarak puan toplanan mekanik oyun gibidir. Delikten çıkıp kafasına çekici yiyen köstebekler de gerçekler. Iskaladıklarımız veya birine vururken öbürüne yetişemeyip kaçırdığımız yaratıklar, kendilerini geçici olarak bizden korumayı başarmış gerçeklerdir. Fakat vurup safdışı edemeyişimize karşılık onlar da yok olmaz, tekrar saklandıkları deliklere kaçar, kendilerini görünmez kılarlar. Hele yeniden başlarını çıkarsınlar, çekicimizin tepelerine ineceğini görmüşlerdir. Buna karşılık, yok olmayarak korkumuzu besler, tedirginlikle kafa bulan esrik ruhumuzu şenlendirirler.

Büyük, küçük, iktidar iddiası olan, olmayan, ülke çapında, çevre veya ortam çapında, yalandan riyâdan uzak, ayrımsız, gerçek adına ne varsa ortaya çıktığında huzursuz olmayacak, hiç değilse bazılarının başına çekici indirmeye hazır beklemeyen topluluklar bulmaya çalışalım. Bulursak minik kağıt parçasına yazalım.