“Boşluğu” doldurma adayı olarak TÜGVA

Basına politika değiştirtme hevesleri, Fethullahçıların da “kendilerince İslâm inancı” sahip oluşları…

ÜMİT KIVANÇ

25.10.2021

TÜGVA Belgeleri — 2

TÜGVA’nın “Yuvarlak Masa”cıları, kendilerinin “sivil toplum” kuruluşu (STK) olduğuna ciddî ciddî inanıyorlar. Oysa talip oldukları işler doğrudan doğruya siyasî iktidarın uzantısı olmayı varsayıyor. Sivil toplumun ne olduğuna dair fikirlerini dinleyerek insanın hayli eğlenceli vakit geçirebileceği belli. Bu vakfın açıkça, Fethullahçıların yerine talip olduğu da belli. “FETO’nun en büyük gücü”nün “sahip olduğu insan kaynağı” olduğuna işaret ederken, “Zaten,” diyorlar, “hükümete yönelik ilk saldırısı da bu en büyük kaynaklarının devşirildiği dershanelere yönelik atılan adımdan sonra olmuştur.” Böylece, “gerek okul gerekse de yurt konusunda ciddî bir boşluk (vurgu benim -ük) doğmuş. İşte bu nedenle: “Hükümet (…) Tügva ve Türgev gibi vakıfları belli bir süreliğine maddi olarak desteklemelidir. Sözgelimi nasıl ki özel okullara giden öğrencilerin okul ücretlerinin belli bir kısmı devlet tarafından karşılanıyorsa, bu süre zarfında yurtlarda kalan öğrencilerin masrafları da belli nispette devlet tarafından karşılanmalıdır.” “Yuvarlak Masa” şövalyeleri ısrarcı: “Acilen böyle bir çalışmanın içerisine girilmesi gerekmektedir.” Niye “acilen”? Çünkü “boşluk” doldurulacak.

 

İlle de yurtdışı

“Yuvarlak Masa” şövalyeleri faaliyetlerini yurtdışına da yayma peşindeler ve kendilerini iktidar partisinin propaganda-halkla ilişkiler kolu gibi konumlandırmak istediklerini anlıyoruz. Elimizdeki belgede 8. maddede dile getirilen öneriler şu tesbite dayanıyor: “Bu süreçte ülkemizin ve hükümetimizin en zayıf olduğu alan yurtdışı olmuştur diyebiliriz.” Tesbitin delili de var; “zaten”: “Zaten darbe sürecinde gerek müttefikimiz olduğunu sandığımız batılı ülkelerin tavrı, gerekse de bu ülkelerdeki medya kanallarında yapılan haberler bunun göstergesidir.” Akıl almaz yüzeysellik, bizim muktedir İslâmcılığın temel karakter çizgilerinden. Olgudan uzaklık, bilgiden bağışıklıkla birleşince, işte, karşımızdaki manzara ortaya çıkıyor.

Geliyoruz, “sivil” vazifelilere  bol bol yurtdışı gezisi imkânı da sağlayabilecek önerilere: “(…) STK temsilcileri yurtdışına giden milletvekillerine eşlik ederek veya onlardan bağımsız bir şekilde yurtdışında konu ile alakalı gerek devlet nezdinde, gerekse de o ülkelerdeki üniversite ve STKlar aracılığıyla lobi faaliyeti yürütmelidir.” Yani: devlet vatandaştan topladığı vergilerle bizi yurtdışı görevlere göndermeli. Devam: “Bu konuda ilgili ülkelerin hükümetini elinden geldiğince baskı altına almalı ve o ülkelerdeki TV kanallarında canlı yayınlara çıkarak darbeyi ve halkın verdiği mücadeleyi anlatmalıdır.” Kim anlatacak? “STK temsilcileri”! Yani TÜGVA ve benzerleri. Niye? Çünkü onlar STK değil vazifeli kuruluşlar. Devam: Aynı zamanda ülkedeki darbeye destek veren veya bunu sözde bir tiyatro gibi gören yabancı gazeteci ve medya kuruluşlarına karşı da sosyal medya üzerinden ciddi bir taciz kampanyası başlatılmalı ve yayın politikalarında değişikliğe gitmeleri için çaba sarf edilmelidir.” İki pürüz: “Tâciz kampanyası”nı kim yürütecek? Kime yapılıyor “tâciz kampanyası” örgütleme önerisi? İkinci olarak: Siz kimsiniz ki “yabancı medya kuruluşları”nı tâciz ederek “yayın politikalarında değişikliğe” zorlayacaksınız? İkna da değil, tâciz! Sizden korkacak herkes!? Gerçeklerden kopuş mesnetsiz kibirle birleşince böyle oluyor. İslâm’ın son kalesi, cihan hakimiyeti falan derken dünyadan koptular.

Başka ülkelerin üniversitelerinin konferans, tv kanallarının canlı yayın için kendilerini hazır beklediğini sanan “Yuvarlak Masa” şövalyeleri, üstelik, “devletler nezdinde lobi faaliyeti” yürütmeye talipler, kendilerine “hükümetleri baskı altına alma” kapasitesi de vehmediyorlar. “STK” olarak!? Etraftaki başka her şeyi görünmez hale getiren niyetlerin çiğ ışıklarının gözleri karartmasının yanısıra dünyanın basbayağı yamuk yumuk algılanışı da sözkonusu burada. Patoloji servisi kapısındayız.

 

Ama paralel de olsa din yani!,,

 

Geliyoruz, “FETO’ya karşı mücadelenin medya ayağı”nın “fazlasıyla magazinsel bir yöne doğru evrim geçirmiş boyutta” oluşuna: “Süreç sadece belli isimlere hakaret edip, buralardan nemalanmaya çalışan kişilerin üzerinde yürüyor. Halbu ki, işin bilimsel yönü maalesef ki, hiçbir şekilde tartışma konusu edilmiyor. Birilerinin çıkıp, ‘Fetulah yemek yedikten sonra ağzını sildiği peçeteyi birileri alıp yerdi’ dedikten sonra moderatörün bu meseleyi bir reyting unsuru olarak görüp programı bu doğrultuda yönetmesi, sorunun kökeninin anlaşılmasını imkansız hale getirmektedir.” (“Halbu ki” aynen böyle yazılmış -ük.)

Devamında TÜGVA’cılar, bu peçete yeme meselesiyle biraz oyalanıp, sonradan olanları gözönüne alınca fazlasıyla ilginç ve tuhaf gözüken bir yaklaşımı izah etmeye girişiyorlar. Fethullahçılara karşı girişilen ayrımsız şiddeti düşündüğümüzde, Yuvarlak Masa’cıların dindarın her türlüsünü her şeye rağmen kollama yaklaşımının fazla rağbet bulmadığını anlıyoruz. Mevcut iktidar canavarının kolunu bacağını kavramakta tam başarılı değiliz galiba.

Notlarını aktardığımız toplantıya katılanlar, “paralel yapı dediğimiz sosyolojik fenomeni” ortaya çıkaran ve “bu denli güçlü kılan” etkenin “onu doğuran ideoloji” olduğunu düşünüyorlar: “Bu ideolojiye de ‘paralel din’ adını verebiliriz.” Bu paralel dinin mensupları, “İslamı ve dinin özünü terk ederek, ‘Hocaefendi’ dedikleri bir zatın buyruklarını dinin özü olarak kabul eden bir zümre”

Müstâfî ekonomi bakanına nazire sanacaksınız, ama belge sahiden şöyle devam ediyor: “Bu konu çok önemli.” 🙂 

Önemli hakikaten. Çünkü “Yuvarlak Masa”cılar baştan, Fethullahçı tabanı devletin hışmından korumayı, İslâmcı safların güç kaybetmesini önlemeyi denemişler: “(…) darbe sonrası yapılan açıklamalara bakıldığında bu insanların da kendince bir İslam inancına sahip olduklarını görürüz. Darbeci subaylardan biri, az evvel şehit ettiği bir vatandaşın önünde suyunu içmeden evvel önce çömeliyor, sonra bismillah diyor ve suyu 3 yudumda içiyor. Deniyor ki, bunlar nasıl Müslüman ki yüzlerce insanı tankla, topla, tüfekle katlettiler. Şöyle söyleyelim; Eğer ki şu an Hz. Muhammed hayatta olsa idi ve de bize bir haber ulaşsa, dense ki: ‘Peygamberimizi Cevizlibağ’daki kalabalık linç etti ve onu öldürdüler’, o vakit bizim tavrımız ne olur. Eline silah alan bir Müslüman gidip oradaki kalabalığın üzerine mermi yağdırmaz mı? Şüphesiz ki yağdırır. İşte bu FETO mensuplarının 15 temmuzda yaşadıkları akıl tutulması da tamamen bundan ibaret. Beyinleri kitlenmiş bir durumda ki, bunun da esasen anormal bir yanı yok diyebiliriz. Neden? Çünkü bu kişiler daha bıyıkları bile terlememişken bu yapının içerisine alınmış ve 30 sene boyunca ‘Hocaefendi’ dedikleri zatın kutsiyetine inandırılarak yetiştirilmişlerdir. Haliyle şu an yaptıkları da kendi dinlerine göre bir nevi cihattır. Çünkü Peygamberden bile üstün gördükleri bu zat uğruna bir savaş vermektedirler.” (Vurgu benim -ük.)

Yuvarlak Masa katılımcılarının buradan sıçradığı yer vaziyeti daha da ilginç kılıyor. Dinî telkin? Hayır. İstiare? İnziva? Derinlemesine Kur’an eğitimi? Hayır, hayır, hayır. Bakın ne istiyorlar: “İşte bu yüzden bu konu gerek TV ekranlarında gerekse de diğer platformlarda tartışılırken, mutlaka bir psikiyatrın da bu tartışmalarda yer alması gerekir.”

Bazen bu insanların kafalarının nasıl çalıştığına akıl erdirmek sahiden kolay olmuyor. Neyse ki resmî çizgiden fazla uzaklaşmama gereğini refleks edinmişler, ayaklarını bildiğimiz yere basıveriyorlar: “Evet, konunun dış istihbarat servisleriyle vs. bir ilgisi ve bağlantısı illa ki vardır, bunu red etmiyoruz fakat yukarıda da değindiğimiz üzere bu yapının en büyük gücü sahip olduğu insan kaynağıdır, ve bizler de sahip oldukları bu insanları nasıl birer mankurta dönüştürdüklerini bilimsel olarak idrak etmek durumundayız.”

Katılımcılarımızın zihninde İslâmcıların toplumsal ortamı hakkında güvensizlik ve şüphe bulunduğu açık: “Aksi takdirde (…) paralel 1 gider, yarın paralel 2 diye bambaşka bir yapı karşımıza çıkar.”

Ümit Kıvanç'ın TÜGVA belgelerini incelediği yazı dizisinin birinci bölümü.