Burası Muş’tur, adaleti yokuştur
Seda Taşkın’ın davası uydurma suçlara, usulsüzlüklere ve işkenceye göz yummaya kararlı mahkemelerden adalet beklemenin nafileliğini gösterdi
05.05.2018
Muş Adliyesi’nin duruşma salonunun tozlu sıralarında izleyici sayısı kadar polis oturuyor. Olur da telefonumuzla mesajlaşıp duruşmada yaşananları yetiştiririz diye gözleri üzerimizde. Payıma düşen genç polis memurunun uykulu yüzüne bir kez daha bakıyorum ve düşünüyorum: Âdil bir karar vermeye niyetli bir mahkeme neden başımıza polis diksin ki? Telefonumu ceketimin cebine koyup not defterimi alıyorum. Yaramazlığa yeltenmemem yan sıramdaki polisi rahatlatmış olacak, keyifle yerinde geriniyor.
Ankara Sincan Kadın Cezaevi’nde tutuklu bulunan Mezopotamya Ajansı muhabiri Seda Taşkın ile SEGBİS bağlantısı kuruluyor, mahkeme heyeti kimlik tespitine geçiyor. Notlarıma bakıyorum: İddianame sadece retweetlenmiş ya da Facebook hesabında paylaşılmış haberlerden ibaret. Bu haberlerin hiçbiri Seda’nın kendisine ait değil. Hattâ bunlar arasında DİHA ve Azadiya Welat’ın kapatıldığına ilişkin bir haber tweeti ya da Aslı Erdoğan’ın serbest bırakılması için bir imza kampanyası da var. Meğer iddianameye göre bu paylaşımla “silahlı terör örgütü üyesi olmak suçlamasıyla yargılanan şahsın [Aslı Erdoğan] eylemleri meşru ve haklı gösterilmeye” çalışılmış. Terörle mücadele ekipleri ve savcının Seda’yı tutuklamak ve cezalandırmak için çok çırpındıkları apaçık.
Savcıların, iddianameleri polis ve hükümet söylemlerinin kılıfına uydurarak kurgulayıp suç üretmeleri İstanbul’da daha göz önündeki davalarda da rutin hâle geldi. Şaşırmak bile zül. Ancak, batıda polis ve yargının kamuoyunda yankı uyandıracak mecralara yönelik kof cüretkâr tavrı, doğuda kelebek etkisiyle kat be kat saldırganlaşıyor. DİHA’nın Yüksekova (Gever) muhabiri Nedim Türfent’in davasında mahkemeye ifade veren 21 tanığın 20’sine işkence yapılması gibi düpedüz devlet şiddeti uygulanıyor ve aklanıyor. Nedim’in gözaltına alındıktan sonra polisler tarafından ölümle tehdit edilmesi de ha keza…
Seda hakkında hazırlanan iddianamede ciddi delile dayandırılmış tek bir şahsî suçlama yok, bunu biliyoruz, ama duruşmada tanıklık etmek üzere olduğumuz usulsüzlükler daha da vahim. “Daha da” derken, vahimlikleri birbiriyle karşılaştırabiliyor olacak hâle gelmemiz bile akıl almaz. Yurttaşa reva görülen adaletsizliği, saldırıları ölçer olmuşuz. “Beterin beteri var” diye avunuyoruz.
Mahkeme heyeti cüppelerinin kendilerine sağladığı kudretten hayli hoşnut bir edayla yerlerini almış. İzleyicilerin yüzüne bakmaya hevesli değiller ya, iyi de yapıyorlar, gözlerimizde nasıl küçük düştükleriyle yüzleşmekten kurtuluyorlar böylece. Seda, Muş’ta gözaltına alındıktan sonra uğradığı fiziksel saldırıları ve psikolojik baskıları anlatıyor. Polis tarafından çıplak aramanın dayatılmış olması salonda normal karşılanıyor. Bırakın isyan etmeyi, heyet küçümseyen bakışlarını salonun ölü noktalarında gezdirmeyi sürdürüyor. Suç ihbarını umursamazlıkla duymazlıktan gelerek aklayıveriyorlar. Seda, hastaneye giderken zırhlı ring aracına binmeyi reddettiği için de darp edildiğini söylüyor. Salona hâlâ sefil bir sıradanlık hâkim, kulak tıkayıp, göz yuman hâkimlerin sıradanlığı…
Dahası var. Seda’nın Muş’ta gözaltına alınması bir ihbara dayandırılıyor. Avukatı Gulan Çağın Kaleli, dosyada yer alan evrak üzerinden ihbarın “egm”, yani Emniyet Genel Müdürlüğü uzantılı bir mail adresiyle yapıldığını ortaya koyuyor. Seda’nın, savcının gözaltı emrinden yarım saat önce gözaltına alındığını da anlatıyor Avukat Kaleli. Bir başka deyişle, savcı, Seda’nın gözaltına alınmasından sonra gözaltı emri çıkartarak işlemi görüntüde hukuka uygun hâle getirivermiş. Mahkemeye çıkmak bile bu göstermelik yargılamayı meşrulaştırmak mı yoksa? Madem savcı polisin, hâkim savcının arkasını toplayacak, o haâlde devlet kırmızı-yeşil boyunluklu adi siyah kumaştan “ey ahali, burada kanun benim” cüppelerini terörle mücadele ekiplerinin üzerine giydirsin, iddianameyi de onlar yazsın, yargılamayı da onlar yapsın, biz de evimize dönelim. İçinde serzeniş kopmayanı hukukçu yapmamalı. Seda’nın avukatı savunmasını sürdürüyor. Dahası da var.
Seda haber için gittiği Muş’ta 20 Aralık’ta gözaltına alınmış, dört gün sonra 23 Aralık’ta tahliye edilmişti. Savcının tahliyeye itirazı üzerine bir ay sonra, 23 Ocak’ta Ankara’da tutuklanarak cezaevine sevk edildi. Avukat Kaleli, tahliyenin ardından savcının Seda’yı avukatın şahitliğinde “Sen nasıl serbest bırakılırsın! Göreceksin, itiraz edeceğiz” diye tehdit ettiğini anlattı mahkeme heyetine. Savcıların, hâkimlerin tahliye kararlarına itiraz yetkisi 20 Kasım 2017’de yayımlanan 696 sayılı KHK ile sağlanmıştı. Daha önce savcılar yalnızca tutukluluk kararlarına itiraz edebiliyorlardı – yani kırık dökük hukuk sistemi her şeye rağmen şüpheli kişinin olası mağduriyetini önlemek için tashih imkânı sağlıyordu. Yapılan küçük bir kelime değişikliğiyle savcılar tahliyelere de itiraz edebilir oldular. Böylece savcı ile hâkimler arasındaki denge de savcı lehine değişmiş oldu – varsın hâkim savcının ısrarla itiraz ettiği bir dosyada tahliye kararı versin. Bu yepyeni yetkinin kullanılması teşvik edilmiş olacağından – ve tabii bu davranışlarının ona kâr kalacağını bildiğinden – Muş’taki savcı göğsünü gere gere bir gazeteciye meydan okuma hakkını görmüş kendinde.
Ortaya çıkan iddianame de bu kararlılığın ürünü. Yoktan var edilen iddialar peşi sıra büyütülüp büyütülüp afili suç isnatlarına dönüştürülmüş. İddianameyi hazırlayan savcı Muhammed Mustafa Demirbaş’ın adını araştırıyorum. Meğer Demirbaş’ın 17 Mart 2017 tarihli ve 2017/113 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kurulu kararıyla meslekten çıkarılmasına hükmedilmiş. Bir aylık süre zarfında yaptığı beş yeniden inceleme talebi üzerine Demirbaş hakkındaki meslekten çıkarma kararı 4 Mayıs 2017 tarihli ve 2017/618 sayılı yeni bir Hâkimler ve Savcılar Kurulu kararıyla kaldırılmış ve bunun üzerine görevine iade edilmiş. Mesleklerine yeniden iade edilen hâkim ve savcıların görevlerini bağımsız ve tarafsız olarak yerine getirmeleri ne denli mümkün olabilir? Savcının Seda’yı tutuklatmak için gösterdiği ölçüsüz heves bunun çok da muhtemel olmadığını yansıtır gibi.
Sorgu sırasında haberlerle ilgili yorum sorulması da buna işaret. Avukat, kişisel görüş açıklamamanın anayasal bir hak olduğunu hatırlatıyor. Mahkemenin üzerinde durduğu bir diğer konu ise Seda’nın kimliğindeki adının “Seher” olması. Gelin görün ki herkes onu Seda olarak çağırıyor, annesi dâhil. Örgüt üyeliği ile üretilebilen tek bağ bu, yani Seda isminin bir “kod adı” olarak kullanıldığı iddiası. Kod adı denilenin kişinin günlük hayatında, aile ve arkadaşlar arasında kullanılmadığını mahkeme de biliyor elbette. Ama tutukluluğun devamı için bir bahane lâzım ve nitekim bu iddiaya sarılacaklar.
Savunmalar sona eriyor ve heyet karar için müzakereye başlıyor. Heyet başkanı, dudaklarını okumamamız için elinde bir kâğıtla ağzını saklıyor. Önce solundaki kadın üyeye ağır ağır eğiliyor, bir şeyler anlatıyor. Muhtemelen kararı bildiriyor. Heyet başkanı sağındaki üyeye doğru yönelirken, kadın üye önündeki dosyayı kafasını kaldırmadan karıştırmaya başlıyor. Polisler hâlâ yanı başımızda. Hâlâ hakkaniyetli bir ara karar çıkabilir umuduyla varlıklarını unutmuşuz. Sağdaki üye de çok zorluk çıkartmayınca karar oybirliğiyle açıklanıyor: Tutukluluk hâline devam. Ayrıca Seda isminin kod adı olup olmadığı konusunda bir araştırma isteniyor. Ve tabii, IP numarasından ihbar mailinin nereden atıldığının tespit edilmesine dair talep de reddediliyor. Muş’un yolu yokuş, adaletinin de öyle…
Körmüş diyorlar gözü adaletin, sözüm ona etkilenmemek için muktedirden. Gerçekten de adalet dağıtanların gözleri kör, kulakları sağır, polis işkencesi, baskısına gelince de o hoyrat dilleri lâl. Ayrıca, hakikate göz yuman adaletin gözü kör olsun zaten…
Adaletin “körlük” imgesini hiç anlamamışımdır. Değil kör, kara olmalı adaletin gözü. Kapkara dehşet gecelerini bırakmak için geride harikûlade aydınlığın ışığı dışında başka bir şey görmeyen. Ve, evet, hayatta, hayatta kalmaktan daha önemli derdi olan.
Afroamerikalı Marksist şair Amiri Baraka’nın ABD için söylediğini uyarlarsak, Türkiye’de adalet yok ama adalet için verilen mücadeledir bizi ayakta tutan. Gözaltına alabilir, incitebilir, cezalandırabilirsiniz halkın haber alma özgürlüğü için güzel günlerin inancıyla mesleğini yapanları. Murat Sabuncu, Ahmet Şık, İnan Kızılkaya, Eren Kesin, Özgürlükçü Demokrasi, DİHA, ETHA emekçileri ve daha nicesi. Hayatta kalmaktan daha önemli dertleri vardır onların hayatta. Bu yüzden, şairin dediği gibi, ayağa kalkarlar, yeniden, mutlaka.