‘’Büyük Oyun’’ ve Rus troller

Ya Rus troller ve bağlı bulundukları Kremlin’in radikalleştirdikleri kitleler ve o kitlelerin, kışkırtılan düşmanlıklarla yapacakları işler?

SEZİN ÖNEY

24.11.2017

 
“Rusya ile Batı arasında 19. yüzyılvari bir Büyük Oyun”un içine düştüğümüzü öne süren bir yazı yazmıştım. Düştüğümüzü diyorum çünkü Türkiye’nin de aslında, çok bilincinde olmadan tam da orta yerinde yer aldığı bir oyun bu.

Bir önceki yazıda, “Büyük Oyun”u şöyle anlatmıştık: 

Büyük Oyun; veya orijinal adı ile “Great Game” ya da “Турниры теней/Turniri Teney” (Gölgeler Turnuvası). 19. yüzyılın ilk çeyreğinden 20. yüzyılın ilk çeyreğine; yani, İmparatorlukların yıkılışına kadar olan döneme kadar süren stratejik güç çekişmesi dönemi.”

Çar I. Nikolay’ın, Britanya İmparatorluğu ile gerek stratejik çıkarlar, gerekse de ideolojik bir rekabet içine girdiği ve iki İmparatorluğun, Afganistan başta olmak üzere Orta Asya’da rekabet içine girdiği bir “Oyun”dan bahsediyoruz.

Tıpkı, bugünün Kremlin’i için yapılan yorumlar gibi, o dönemde de, Rusya’nın asıl amacının, Avrupa’yı domine etmek olduğu öne sürülüyor. Diğer bir deyişle, Rusya’nın “Büyük Oyun”a girişmekteki asıl hedefinin, Batı dünyasında sözünü geçirmek olduğu savunuluyor. Ve bugün de, nasıl o dönem, Afganistan ve Orta Asya üzerinden “Oyun” kuruluyorsa, şimdi de Ortadoğu üzerinden bir oyun kuruluyor.

Rusya, dün ve bugün, neden Batı dünyasında egemen olmak istesin?

Çok sebep ileri sürülebilir ve hepsinin de kendine göre haklılığı da vardır:

–18 ve 19. yüzyıldan beri, “Endüstri Devrimi”nden bugüne uzayan, bitmeyen bir “modernleşme” travması,

–Batı dünyasının parçası ve mirasçısı olmak iddiası bir yandan, “Batı dışı ve ötesi” üstün bir kimliğe sahip olduğu iddiası öte yandan, “Doğu-Batı” ikilemleri arasında bocalamak,

–19. Yüzyılda “İmparatorlukların bütünlüğünü” tehdit eden milliyetçi akımların yarattığı, bugüne kadar uzayan “beka” kaygı ve endişeleri,

–Otokrasinin, geç kalmış modernleşme sürecinde arayı kapatmak için tek mümkün yönetim biçimi olduğu ve Batı’nın sürekli, “liberalizmi bahane ederek, içişlerine karıştığı ve aslında, arayı kapatacak hızlı modernleşmeyi engellemeye çalıştığı” düşüncesi,

–Ve tabii, “egemen gücün” kendi iktidar gücü ve iktidardaki kalıcılığı ile ülkenin kaderini özdeştirmesi.

Daha sebep listesi çok uzayabilir; ben sadece psikoloji ve ideolojinin iç içe girdiği sebepler üzerine yoğunlaşmaya çalıştım.

Burada en önemli nokta, Rusya ötesinde, Macaristan Başbakanı Viktor Orbán’ın, 2014’te yaptığı konuşmada vurguladığı “liberal olmayan demokrasi olma iddiası”.

Orbán, bu konuşmasında şöyle demişti:

“(Şimdi) daha da önemli bir rekabet söz konusu. Bunun bir devlet yaratmak değil; bir ulusu başarılı kılacak devleti yaratma yarışı. Devlet, bir topluluğu organize etme metodundan başka bir şey değildir; bu topluluk, bizim durumumuzda olduğu gibi, ülkemizin sınırlarıyla sınırlı da kalmayabilir. Fakat önemli olan şudur ki, bir ulusu en rekabetçi kılacak devleti yaratma yarışı içindeyiz. Bu nedenle, kıymetli Bayanlar ve Baylar, düşüncede yükselen bir konu, Batılı olmayan, liberal olmayan, liberal demokrasi olmayan, hattâ demokrasi bile olmayan fakat uluslarını başarılı kılan sistemleri anlamaktır. Bugün, uluslararası analizlerin yükselen yıldızları, Singapur, Çin, Hindistan, Türkiye ve Rusya’dır. . . . Batı Avrupa dogmalarından ayrılmanın en iyi yollarını bulma, kendimizi bu dogmalardan bağımsız kılma çabasındayız. Ve böylece, kendimizi dünyadaki bu büyük yarışta rekabetçi kılacağız”.

Bu konuşmayı, bugün seçilmiş bir lider olarak iktidara gelse, “Büyük Oyun” döneminin Çarı Birinci Nikolay da yapabilirdi. O da, devleti “organize edici güç”, hattâ “ordu gibi” görüyordu. Bir toplumdaki herkes ve her şey, aynı hedefe kilitli olmalı ve toplumdaki bireyler asker gibi; sadece emre itaat ederek devlete, yani topluma hizmet etmeliydi. Rusya lideri Vladimir Putin, Macaristan Başbakanı Orbán’ın söylediklerini söyleyebilirdi; tabii, Putin daha sessiz ve derinden gitmeyi sevdiği için, o kadar açık konuşmayı tercih etmiyor.

Ancak sonuçta, “Büyük Oyun” döneminden bugüne, zihinler ve ideolojik yaklaşımlar açısından dönüp dolaşıp aynı noktaya gelmişiz gibi gözüküyor. Sadece araçlar farklı ve ileri teknoloji de, “Büyük Oyun”un aracı olmuş durumda. Geçtiğimiz günlerde, Rus bir troll grubunun, Britanya genelindeki medya üzerinden kamuoyu oluşturmakta oldukça mahir davrandığı ortaya çıktı. Twitter, durumu ortaya çıkarmasa Rus troller, Britanya kamuoyunu medya üzerinden etkilemeye de devam edeceklerdi.

Bilindiği gibi, “yurttaş gazeteciliği”, son yıllarda oldukça yaygın; elektronik âletlerin sunduğu imkânlar, gerçekten de medya ile hiçbir alakası olmayan insanları bile muhabirlere dönüştürüyor. Hem “sıradan vatandaşı” medyaya daha yaklaştırmak ve haberlerle interaktif bir ilişki kurmasını sağlamak için, hem de doğru yerde ve doğru zamanda (yani haberin gerçekleştiği yerde) olan kişiyi haber kaynağı olarak kullanmak için, dünya genelinde medya kuruluşları, yurttaş gazeteciliğini/yorumculuğunu kullanıyor. Ancak, Rusya’nın St. Petersburg kentindeki “İnternet Araştırma Ajansı” isimli büroda çalışan “maaşlı trollerin” yorumları, Britanya basını genelinde en az 80 kez haberlerin içinde yer aldı. Twitter, bu trollerin hesaplarını tespit edip yasaklamadan önce, Britanya’dan binlerce kilometre ötedeki bu troller, ülkede olup biten günlük olaylarla ilgili haberlere, yorumları, verdikleri bilgiler-tepkiler, sağladıkları görsellerle müdahil olarak rutin biçimde gündem yarattılar.

Twitter’dan edindikleri bilgileri, Britanya medya kurumlarının arşivleriyle karşılaştıran Guardian gazetesinin bu araştırması, elbette çok çarpıcı: öncelikle bu örnek, buzdağının ortaya çıkan yüzü. Ayrıca, Rus trollerin sızdığı Britanyalı medya kurumları, öyle rastgele ve ince eleyip sıkı dokumadan haber yapan örnekler değil. Rus troll oltasına gelen kurumlar arasında, BBC başta olmak üzere Telegraph, Guardian’ın kendisi, Daily Mail gibi örnekler de var. Dahası, ABD merkezli olup da, Britanya’da yaygın biçimde takip edilen Huffington Post, BuzzFeed ve “alternatif Sağ’ın” parlayan yıldızı Breitbart da var.
Britanya medyasının, Avrupa genelinde, profesyonel standartlara özen gösterme açısından (verileri doğrulama gibi) çıtası yüksek. Bir de, Avrupa genelinde bazı yerlerde en çok okunan basılı yayın organlarının, ekseriyetle toplu taşıma araçlarında dağıtılan ve çalakalem hazırlanmış “Metro” gibi isimler taşıyan yayın organları olduğu düşünülürse, mesele büyük…

Rus troller ve bağlı bulundukları Kremlin, başka bir ülkenin kamuoyunu sahte bilgilerle yönlendirmeyi, kendi çıkarlarına uygun algılar yaratmayı “doğru” buluyor olabilir. Hattâ uluslararası ilişkilerde bunun norm olduğunu, Batı blokundan ülkelerin (başta Amerika olmak üzere) “enformasyon savaşı” içinde olduğunu da öne sürecektir. ABD’nin ve diğer birçok ülkenin medya konusunda manipülatif davrandığı birçok tarihî örnek de olmuştur ve olmaktadır. Ancak, yanlışa cevap yanlış yapmak mıdır?

19. yüzyılın “Büyük Oyun”unu zihniyeti ile gidilen “aşırı hırs” ve “emperyal çıkar manyasının” sonu iki dünya savaşı oldu. Şimdi aynı yollardan geçmeli miyiz? Suriye’de yaşanan “vekâlet savaşı”, zaten bir dünya savaşı; bu yangını söndürmek yerine, küresel çapta her kesimin radikalizmini yükselterek daha da büyütmeli miyiz? St Petersburg’da oturup da “klavye şövalyeliği” yapan trol gençler, hem iyi kazanıp hem de “davaya” hizmet ettiklerini düşünebilirler. Troller, günümüzün “makbul vatandaşları” olabilirler.

Ya radikalleştirdikleri kitleler ve o kitlelerin, kışkırtılan düşmanlıklarla yapacakları?

Dahası, Britanya medyası bu kadar açıksa dış kaynaklı trol algı yönetimine; herhangi bir meslekî etiği olmayan Türkiye medyası geneli ne olacak? Bu meslekiî erozyonu geçtim, sosyal medya üzerinden acaba Türkiye ne manipülasyonlara açık-her ülkeden?

ABD’den Britanya’ya, Macaristan’dan Fransa’ya, Almanya’dan İtalya’ya; birçok ülke Rusya’nın kamuoyunu ve siyaseti ciddi biçimde yönlendirebildiğine yönelik ciddi, elle tutulur, sağlam kanıtların olduğu yerlerken, Türkiye, acaba ilgiye mazhar değil mi? Meslekî bağışıklıkları mı çok güçlü – medyadan siyasete?

“Yerli ve milli” derken acaba ne oluyor Türkiye; acaba gerçekten ne, kim ayarlıyor kamuoyunun algıları ve siyasetin rotasını?