Buzun altındaki hayat
Yüzde 83’lük bir çoğunluk, “Şiddeti övmedikçe, herkes fikrini istediği gibi ifade edebilmeli, bundan dolayı cezalandırılmamalıdır” görüşünde
11.12.2021
“İnsan Hakları Haftası”, İnsan Hakları Evrensel Bildirisi'nin kabul edildiği 10 Aralık 1948'in yıldönümünün anıldığı zaman dilimi. Türkiye’de kamuoyunun % 80’ine yakınının varlığının farkında olmadığı beyannamenin…
KONDA’nın, İsveç merkezli uluslararası insan hakları örgütü Civil Rights Defenders (CRD) için yaptığı “Türkiye Toplumunda İnsan Hakları Algısı ve Farkındalığı” araştırması, kamuoyunun “hak” anlayışına dair enteresan ipuçları sunuyor. Her ne kadar “İnsan Hakları Evrensel Bildirisi” toplumun sadece % 21’i tarafından bilinse de, kamuoyu genelinde hak ve özgürlüklere “içgüdüsel” olarak niteleyebileceğimiz bir destek var. Toplumun % 83’ü “Herkesin doğuştan sahip olduğu temel hakları vardır” ifadesine katılıyor.
KONDA’nın yorumu, eğitim sistemindeki eksikliklerin insan haklarının dayandığı temellerin bilinmemesine yol açtığı. Eğitimde yetersizliğin yanı sıra, insan haklarına ilişkin belgeler ve uluslararası çerçevenin de siyaset ve medyanın fazla ön plana çıkardığı bir konu olmaması da, muhakkak bilgi eksikliğinde etkili bir faktör.
Buna karşılık, insan haklarına olan inanç yüksek; bahsettiğim “içgüdüsel” destek tam da bu işte. KONDA’nın raporunda yapılan yoruma göre: “Daha eğitimli genç kuşak, daha geleneksel bir üst kuşağın insan haklarına bakışını etkiliyor. Evrensel Beyanname’den haberi olmamakla beraber, bu metindeki çoğu ifadeye onay vermenin açıklamasını bu süreçle açıklayabiliriz.”
Türkiye kamuoyunun büyük bir çoğunluğu (% 61), “Protesto için toplananlara biber gazı sıkmak insan hakları ihlalidir” düşüncesinde. Öte yandan, % 83’lük bir çoğunluk da, “Şiddeti övmedikçe, herkes fikrini istediği gibi ifade edebilmeli, bundan dolayı cezalandırılmamalıdır” görüşünü paylaşıyor. “Vatandaşlar, hükümete muhalefet edebilir, eleştirebilirler” diyenler ise, toplamda % 84.
Gençlerin öncüsü olduğu “zihinsel esneklik”
Aslında, genç kuşakların ve kentleşmenin, “fikrî esnekliğe” yol açtığına işaret eden başka araştırmalar da var. Yine KONDA verilerinden gidersek, 2012 ve 2017’de yapılan “Ayıp, Günah, Suç Algıları” araştırmasında, LGBTİ+ bir komşunun, “aşure getirmesi” söz konusu olursa ne tutum alınacağı sorulmuş. 2017 tarihli rapora göre şu tablo ortaya çıkmış:
“Eşcinsel komşuya hoşgörüde artış var Cinsel yönelimle ilgili ilk soru eşcinsel bir komşunun aşure getirmesi ile ilgili ve kişinin eşcinsel olmasının, bir komşu olarak aşure getiriyor olmasının önüne geçip geçmeyeceğini, daha soyut düzlemde toplumsal cinsiyet eşitliğine bakışı anlamayı hedefliyor. Bulgulara göre toplumun yarısı, bu durumu normal karşılayacağını belirtiyor ve “teşekkür eder, alır yerim” cevabını veriyor. Dörtte biri ise alacağını ama yemeyip çöpe dökeceğini belirtmiş. Kabul etmeyecek olanlar yüzde 21 oranında. Beş yıl önceki araştırmaya kıyasla normal bir şekilde alıp yiyeceklerin 9 puan arttığını, kabul etmeyeceklerin ise 8 puan azaldığını görüyoruz.”
Benzer şekilde, güncel “İnsan Hakları Algıları” araştırmasına göre de, Kürtçe eğitimi “insan hakları kapsamında” saymayanların oranında da düşüş var. 2012’de % 36 iken, şimdi % 27. Buna karşılık, “gri alandakiler”, yani Kürtçe anadil eğitimi alamamayı insan hakkı ihlali ne sayan ne saymayanların yüzdesi, yaklaşık 10 puan artmış.
Esnemenin diğer bir göstergesi de, artık dindar-laik kutuplaşmasının haklar ve özgürlükler alanında fazla bir yansıması olmaması. Dini sebeplerle ayrımcılığa uğradığını söyleyenler %5 ve hayat tarzından ötürü ayrımcılıkla karşılaştığını ifade edenler de, %7 oranında.
“Zihinsel esnemede” giderek etkili olmaya başlayan yeni bir etmen de, ekonomik kriz. Halk, “gerçek sorunlar” altında ezildikçe, “suni gündemler” ve toplumsal ayrışmalardan uzaklaşıyor. Diğer bir deyişle, gerçek sorunlara odaklanarak kutuplaşmaya sırtını dönenler artıyor.
Yukarıda bahsettiğimiz “aşure” sorusuna, “Eşcinsel komşudan gelen aşureyi almam veya alır dökerim” diyenlerin ekonomik krizin etkisi arttıkça fikirlerini değiştirmeye başlayacağını da öngörebiliriz. Ekonmik kriz ve zihinsel esneme bağının izini sürmek için, KONDA’nın bu sene tekrarlamayı planladığı “Ayıp, Günah, Suç Algısı” araştırmasının sonuçlarını da merakla bekliyorum.
İnsan haklarından anlaşılan “adalet”
Araştırmayı sunan KONDA’nın Genel Yönetmeni Bekir Ağırdır, Türkiye kamuoyunun insan haklarından anladığının “adalet” olduğunu söylüyor. “Sizce insan haklarını hangi kavram en iyi ifade ediyor” sorusuna, % 26 oranında “eşitlik” yanıtını veriyor. Ağırdır’ın söylediklerini destekleyen bir başka veri de, insan hakları kavramının bugünün Türkiye’sinde öncelikle “eşitlik” kavramı ile ilentilendirilmesi.
KONDA’nın 2012’de yaptığı bir araştırmada aynı soru sorulduğunda verilen yanıt ağırlıklı olarak (% 33), “özgürlük” imiş. Şimdi ise, ancak %18’lik bir kitle “özgürlüğü”, insan haklarının başlıcası olarak görüyor.
Adalet kavramının çağrıştırdığı da öncelikle, “Herkesin dini, kökeni, cinsiyeti, fikri, dili, rengi ne olursa olsun eşit olması” (% 65).
“Adalet” arayışı da, toplumu kenetleyen bir konu. Toplumun % 50’si, partisinin programında “insan haklarına” ilişkin bir vaat olmamasının “oy tercihini etkileyeceğini söylüyor. Her ne kadar ekonomik kriz seçmen davranışını etkileyen başlıca konu olsa da, bir kez kutuplaşmanın ötesine geçmeyi sağlayacak biçimde algılar açılmaya başlayınca toplumun asıl önem verdiği konular da ağırlığını hissetirmeye başlıyor.
Bekir Ağırdır’ın deyişiyle, Türkiye toplumu “donmuş bir göl manzarası” sunuyor. İlk bakışta yüzeyde hiçbir şey değişmiyor ve herşey hep aynı. Ancak, yüzeyin altında son derece canlı bir “dünya” var.
Ben de, benzer bir metaforla, “Türkiye’de adeta bir buzul çağı yaşanıyor” yorumunu yapmıştım çeşitli kereler. Bu nedenle de, Ağırdır ile tamamen aynı fikirdeyim. 2017’de yazdığım bir yazıda şöyle demiştim:
“Türkiye, siyasi açıdan kutuplaşmanın her zaman var olduğu bir ülkeydi. Ancak, bugün geldiğimiz noktada, toplumun bir kesimi, düşmanlaştırılmanın da ötesinde açıkça hedef gösteriliyor. Bu gelinen nokta da, kutuplaşmanın ötesi bir hâl: bir tür toplumsal ve siyasi “buzul çağı”.”
Keza daha sonra yorumlarımda da şu bölümler yer alıyordu:
“Siyaset genelinde, Cumhur İttifakı’nın oylarını arttıramadığı ancak, Millet İttifakı’nın da benzer bir açmaza kilitlendiği bir statüko yaşanıyor. Cumhur İttifakı, her ne kadar oylarını arttıramasa da muhalefet üzerindeki etkisini sürdürüyor ve siyasi güç dengelerini adeta bir “Buzul Çağı”nda mühürlü bırakıyor.”
“Türkiye'de başkanlık sistemi ve otoriterleşme ile beraber adeta bir buzul çağı yaşatılıyor siyasete.”
“Buzul Çağı”nda çatlak oluşuyor: “Türkiye siyasetinde bir buzul çağı yaşanıyor” tespitini önceki aylarda defalarca yapmıştık: bu yorumla, partilerin belli oy oranlarına demirlediklerini ve seçmenlerin durumdan hoşnut olmasalar da parti değiştirmediklerini kastetmiştik. Şimdi ise, “buzul çağını” oluşturan statükoda, çatlaklar oluşmaya başlamıştır. Kararsızların rekor seviyeye çıkışı ve partilerin çekirdek oylarına inişi, bahsettiğimiz çatlak oluşumunun işaretleridir. Dolayısıyla, siyaset yenilenmeye gebedir. Mevcut liderlerden biri öne çıkamazsa siyaset sahnesi yeni bir lider için uygun hale gelecektir.”
“Buzul Çağından kalma donmuş gölde”, buzlar yavaş yavaş eriyor ve çözülüyor. Ve tabii, dünyanın döngüsünden yansıyan bir “güneş faktörü” de var. Dünya genelinde değişip dönüşen öncelikler, Türkiye’yi de etkiliyor.
Tıpkı dünya genelinde olduğu gibi Türkiye’de de, “kadınlar” ve cinsel kimliğe yönelik sorunlar öne çıkıyor. KONDA’nın insan hakları araştırmasındaki, “Toplumda en fazla haksızlığa uğradığı düşünülen grup kimdir” sorusuna verilen cevaplarda ilk sırada açık ara “kadınlar” yer alıyor (% 45). Kadınların ardından, en çok hak ihlaline uğradığı algılananlar arasında % 30 oranında “yoksullar” ve % 20 seviyesinde “Kürtler” geliyor. Dördüncü sırada ise, % 19 oranında gençler yer alıyor.
Bakalım, buz kütlesinin ardındaki “yaşam filizleri” ve arzusu neleri, nasıl değiştirecek…
Araştırmanın verileri, 31 ilde, 85 ilçe, 120 mahalle ve köyde, 2402 kişilik bir örneklemle, yüz yüze görüşmeler gerçekleştirilerek toplanmış. CRD ise, İsveç’in en büyük insan hakları kurumu ve dünya genelinde faaliyet gösteriyor.