“Çalıntı belgelerle haber yapmak gazeteciliğe sığar mı?”

Enerji Bakanı Berat Albayrak’ın e-postalarının çalınması bir suç, ancak bu suçun ortaya çıkarttığı belgelerde kamu yararı var.

EFE KEREM SÖZERİ

20.10.2016

Marxist-Leninist hacker grubu RedHack, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Berat Albayrak’ın kişisel e-posta adresini ele geçirdi. Bu bir suçtur.
 
Grup (daha sonra Twitter tarafından kapatılan) hesapları üzerinden ”26 Eylül Pazartesi gününe kadar #AlpAltınörs ve #AslıErdoğan başta olmak üzere solcu muhalifler serbest bırakılmazsa 20 GB maili yayınlarız!” duyurusunu yaptı. Bu politik bir eylemdir.
 
Verilen süre dolduğunda serbest bırakılan kimse olmadı. Bunun üzerine, Albayrak’ın arşivinde yer alan, yozlaşmış siyaset-medya ilişkilerinden yolsuzluğa kadar pek çok önemli bilgi basına sızdırılmaya başlandı, e-posta arşivinin tamamı (benim de aralarında olduğum) bir grup araştırmacıya ve gazeteciye açıldı. Burada kamu yararı var.
 
6 Ekim’de ise RedHack, tutuklanan Evrensel gazetesi muhabiri Cemil Uğur’un serbest bırakılmasını talep etti. Bu talebin yerine getirilmemesi üzerine, e-posta arşivinin torrent (kişilerarası paylaşım) dosyası popüler bulut servisleri üzerinden halka açıldı. RedHack, hükümetin buna sansürle karşılık vereceğini, bu sayede haberin tüm dünyada yayılacağını hesaplıyordu; öyle de oldu. Fakat halka açılan e-postalarda Albayrak ailesinin özel hayatına dair bilgiler de yer alıyor. Bu özel hayatın ihlali.
 
İktidarın her kanaldan gizlemeye çalıştığı bu olay, kamu yararı ile mahremiyet hakkı arasındaki denge kadar, Türkiye’deki medya düzeni ve gazetecilik pratiğine dair pek çok önemli tartışmaya gebe.
 
Dilerseniz hükümetin RedHack’i görmek istediği yerden, güvenlik meselesinden başlayalım.
 
Türkiye halkı okumasın, ABD istihbaratı okusun
 
Bakan Albayrak aynı zamanda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın damadı ve Çalık Holding’in eski yönetim kurulu başkanı. 16 yıllık e-posta arşivinde hem Çalık Holding (2004-2013) dönemine dair ticari bilgiler, hem de bakanlık döneminin çok öncesine dayanan çıkar ilişkileri dolayısıyla hükümet politikaları ve uygulamaları hakkında bilgiler var.
 
Durumun vahametini tam olarak aktarabilmek için altını çizmek isterim: Nükleer santral projelerinden sorumlu bakanın e-postaları şu an herkese açık.
 
RedHack, bu sızma işleminde kullandığı yöntemleri açıklarken, Bakan Albayrak’ın tüm e-posta hesaplarında aynı şifreyi kullandığını, üç ay boyunca bu hesaplara girebildiklerini iddia ediyor; 23 Eylül akşamı ise tüm şifreler değiştirilmiş, sızılan iPad ve iPhone formatlanmış. Hükümet yetkilileri hala bu sızıntı hakkında herhangi bir açıklama yapmadı ama RedHack hakkında açılan soruşturmanın mahkeme kararında Berat Albayrak’ın hesaplarından 20 GB büyüklüğünde verinin ele geçirildiği doğrulanıyor. Tüm bu sansür baskısı da sızıntıyı doğrulayan önemli bir işaret.
 
Buradaki en vahim güvenlik açığı, bu e-postaların Gmail, Apple/iCloud, Yahoo ve Hotmail gibi, sunucuları ABD’de bulunan, ABD’li şirketlere ait olması.
 
Eski NSA (ABD Ulusal Güvenlik Ajansı) çalışanı Edward Snowden’ın sızdırdığı belgelerden bildiğimiz kadarıyla, Albayrak’ın tüm e-postaları herkesten önce ABD istihbaratının elinde bulunuyor olmalı. ABD mahkemeleri de Albayrak’ın yazışmalarını bu şirketlerden edinebilir. Rıza Zarrab’ın, İran üzerindeki uluslararası yaptırımları Türkiye bankaları üzerinden ihlal ettiği iddiasıyla ABD’de yargılandığı şu günlerde, Albayrak’ın e-postalarındaki bilgilerin de incelenmiş olması yüksek ihtimal. Gazeteci Abdullah Bozkurt’un aktardığı kadarıyla, sızan e-postalarda bu soruşturmayla ilgili belgeler de halihazırda mevcut.
 
Bu güvenlik sorunu sadece Berat Albayrak için değil, yabancı ülke e-posta hizmetlerini kullanan herkes için geçerli. Sızan e-postalara göre tüm Erdoğan ailesi (çocukları Esra, Sümeyye, Burak ve Bilal), Berat Albayrak’ın kardeşi ve Turkuvaz Medya’nın yönetim kurulu başkanı olan Serhat Albayrak; ve kritik devlet görevlerinde bulunanlar, en başta Cumhurbaşkanlığı sözcüsü İbrahim Kalın, özel kalem müdürü Hasan Doğan ve danışman Mustafa Varank, hepsi, sunucuları ABD’de bulunan e-posta hizmetleri kullanmışlar. Hiçbirinin yazışmalarında şifreleme (PGP) kullanmıyor olması, Berat Albayrak’ın iki-adımlı güvenlik dahi kullanmıyor olması büyük bir sorumsuzluk.
 
Daha iki ay önce bir suikast girişimi ve darbe atlatmış bir ülke liderinin en yakın çevresinin dijital güvenliğe önem vermemesi, Cumhurbaşkanı’nın sağlık durumundan, ailesinin bulunduğu adresleri anlık olarak açık edecek IP adreslerine kadar pek çok hassas bilginin erişime açık olması oldukça vahim. 17-25 Aralık sürecinde bütün gizli çıkar ilişkileri ifşa olan bir yönetimin, bugün bu bilgileri gönüllü olarak ABD istihbarat servislerine sağlıyor olmasını da “FETÖ” ile açıklayamayız, değil mi?
 
E-postaların içeriğinden bağımsız olarak, sırf bu sızma olayı nedeniyle Enerji Bakanlığı’nın ve Saray’ın güvenlikle ilgili çalışanları soruşturma geçirmeli; MİT’in son beş yıldır verdiği siber güvenlik eğitimlerinin yetersizliği sivil denetime açılmalı; ve kişisel e-posta adresinden devlet işlerini yürüten Bakan Albayrak (Hillary Clinton’ın FBI tarafından sorgulanması ve kongrede önünde hesap vermesi gibi) cumhuriyet savcıları tarafından soruşturulmalı ve TBMM’de hesap vermeli.
 
Eğer Bakan Albayrak yaptığı hataların siyasi sorumluluğunu üstlenmiyorsa, ona bu sorumluluğu hatırlatacak olanlar var.
 
OHAL’de gazetecilik?
 
Olağanüstü hal ilanıyla hem yasama hem de yargı yetkilerinin hükümete fiilen devredildiği bir dönemde, muhalefeti susturmak için tüm imkanlar hazırken, “milli birlik ve beraberliği” sağlayacak savaş koşulları bile üretilmişken, hükümet en gözde bakanının soruşturulmasına engel olmak için her şeyi yapacaktır. İşte özgür basın, tam da böylesi bir durumda iktidar üzerinde kamuoyu baskısı oluşturup siyasetçileri hesap vermeye zorlamalı.
 
Fakat, bizzat e-posta arşivi Türkiye’de basının neden özgür olmadığını hatırlatıyor.
 
Bildiğiniz gibi, ATV-Sabah Medya Grubu 2007 yılında TMSF eliyle Ciner Holding’den Çalık Holding’e 1,1 milyar dolara satılmış, satışın yüzde 70’i devlet bankalarından verilen krediyle karşılanmıştı. Berat Albayrak o dönemde Çalık Holding’in icra kurulu başkanıydı, kardeşi Serhat Albayrak (yeni adıyla) Turkuvaz Medya Grubu’nun yöneticisi oldu.
 
2013 yılı sonunda Çalık 200 milyon dolar zarar eden Turkuvaz Medya Grubu’nu elinden çıkarmak istediğinde Erdoğan müdahil olmuş, kağıt üzerinde Zirve Holding’e satılan ama Serhat Albayrak tarafından yönetilmeye devam eden bu gazete ve televizyonların finansmanı için Cengiz, Limak ve Kolin gibi, büyük inşaat ihalelerini alan holdinglerden para toplamıştı. ‘Havuz medyası’ işte bu havuzda toplanan paraların medyası.
 
Türkiye’deki ana akım medyayı elinde tutanların diğer sektörlerdeki çıkarları, uzun süredir medya özgürlüğünün sınırlarını çiziyor. Özetle, hükümetin istediği yönde yayın yapan kuruluşların sahipleri, hükümetin inisiyatifinde olan inşaat, elektrik, finans ve madencilik gibi ihalelerle ödüllendiriliyorlar.
 
Gazete ve televizyon sahipleri hükümete yönelik eleştirel haberleri engellemek için genel yayın yönetmenlerine baskı yapıyor, onlar da direnen editör ve muhabirleri kovarak bu sistemi devam ettiriyorlar. Bir de öteki mahallenin hep dışlanmış çocukları var.
 
https://www.youtube.com/watch?v=-5OZqMkSAIs
 

 

Fakat, Albayrak’ın e-postalarında cezanın değil ödülün etkileri görülüyor. Ne yazacağını Berat Bey’e danışan ‘kanaat önderleri’, muhalefete ‘çaktığı’ yazısını aferin almak için Berat Bey’e gönderen kalemler havuz cephesinin temel prensibini anlatıyor: Sopa değil, havuç.
 
E-postalarda gazete editörlerine konu başlıkları ve hükümetin bakış açısını gönderip “bunlar yayınlanmalı” diyen siyasetçi danışmanı da var, 10 Ekim saldırısından üç saat sonra Erdoğan’a konuşma taslağı hazırlayıp arz eden yazarlar da.
 
Bu insanların yüzlerini, sözlerini yıllardır her gün havuz basınında görüyorsunuz. Bazılarının adının yanında makamları, bazılarının yanında meslekleri yazıyor ama aslında hepsinin işi aynı, hükümetin propagandası.
 
OHAL’de değişen bir şey yok.
 
Havuzun dışı kaygan: Hükümet komiseri, kayyum, KHK
 
E-postalardan sonra istifa etmek zorunda kalan Doğan Medya yöneticisi Yalçındağ ise havuz dışındaki durumu aydınlatıyor: Derya Sazak’ın adını koyduğu, Fatih Altaylı’nın tarifini yaptığı “hükümet komiserliği”. Pelikan dosyasıyla yerinden edilen Yalçın Akdoğan’ın yerini ise Serhat Albayrak almış oluyor.
 
Fakat yine mesele ödül ve rıza ile çözülüyor. Kendini “AK Partili” olarak tanımlayan Yalçındağ’ın Aralık 2015’te Doğan Medya Grubu’nun başına getirilmesi, Doğan grubu için de bir rahatlama fırsatı olmuş. Öyle danışıklı bir dövüş ki, Yalçındağ bu göreve getirilmesinin kesinleşmesi için, kendisi hakkındaki “AK Partili” izleniminin güçlenmesini sağlayacak bir mesaj rica ediyor Saray’dan.
 
Yıllardır her çeşitten iktidarla tango yapan Aydın Doğan, hatırlanacağı gibi, 2009’da çıkarılan milyarlık vergi borçlarını ancak 2011’te Milliyet ve Vatan’ı sattıktan sonra ‘azaltabilmişti.’ 2014 tarihli gizlice kaydedilmiş bir ses kaydında o zamanki vergi cezasının gazetecilik faaliyetinden kaynaklandığını hatırlatıyor yazarlarına, siz de benim arkamda durun şimdi, bırakın siyasete kilitlenmeyi, diyor.
 
Bir ‘Alo’ deyince sunucuların yırtmaçlarını örten, muhalefetin grup toplantısını sansürleten komiserler yine iyi; buradan ötesi çevik kuvvet eşliğinde gelen kayyum, darbe eşliğinde gelen KHK.
 
2015’in medya sahipliği listesinden bugüne iki yayın grubu silindi. Feza Gazetecilik ve Koza-İpek medya gruplarına ait gazete ve televizyonlar önce kayyum yoluyla gasp edildi, daha sonra yayın politikaları değiştirilerek iflas ettirildi. Sevin ya da sevmeyin, bir dönem Türkiye’nin en yüksek tirajlı gazetesi olan Zaman, AA dışında tüm Türkiye’den haber toplayan, seçim sonuçları verebilen tek haber ajansı olan Cihan artık yok.
 
O günlerde TMSF bir yandan Turkuvaz Medya Grubu müdürünü Koza İpek’in başına kayyum olarak atarken, diğer yandan Albayrak (artık hükümet yanlısı yayın yapmaya başlayan) Koza İpek gazetelerini diğer Koza İpek şirketleriyle finanse etmek için kulis yapıyor. Çünkü havuzun nasıl döndüğünü herkes çok iyi biliyor.
 
Darbe girişimi sonrasında ise Taraf gazetesi, İMC TV ve Özgür Radyo gibi onlarca medya kuruluşu KHK’ler ile yargısız ve kanun dışı yollarla susturuldu, yayın araçlarına el konuldu.
 
Bianet, T24, Diken ve MedyaScopeTV gibi internet mecralarıyla Twitter gibi sosyal ağlarda direnen bağımsız gazeteciler olsa da, uzayıp giden haber sansürü listeleri ve Twitter’ın artık gazetecileri de sansürlüyor olması halihazırda sesi kısılmış olan alternatif haber akışını tamamen durdurmanın son evresi.
 
RedHack kendi haberini neden yaptı?
 
RedHack, tam da bu şartlar altında, “haberini yapmayan” Sözcü’yü 23 Eylül akşamı hackleyerek kendi haberini yaptı ve gazetenin internet sitesinde yayınladı.
 

 
RedHack ile benzer dünya görüşüne sahip olabilir, eylemlerini meşru görüyor ve destekliyor olabilirsiniz, Albayrak e-postalarındaki medya-hükümet ilişkilerini okuduktan sonra RedHack’e hak vermiş de olabilirsiniz; ancak mesele bence bu kadar basit değil.
 
Bianet için yaptığım söyleşide RedHack, Sözcü’ye yönelik eylemlerinin bir saldırı olmadığını savunuyor, ama son dönemde bu gazetenin “emniyet sözcüsü” gibi yayın yaptığını ve bu eylemle onları uyardıklarını da belirtiyorlar. RedHack’in eylemlerini yakından takip eden sosyalist muhalif grupları yanında, Sözcü’nün (ulusalcı) muhalif okuyucularını bilgilendirmek de grubun amaçlarından biri.
 
Doğrusu, özellikle polis tarafından evinde öldürülen Dilek Doğan haberlerinde Sözcü’nün çok kötü gazetecilik yaptığını, Emniyet tarafından servis edilen bilgileri hiç sorgulamadan yayınladığını düşünüyorum.
 
Ama iyi ve kötü gazeteciliğin değerlendirmesini okuyucular yapmalı, uyarısını gazeteci örgütleri vermeli, cezası ve ödülü tiraj ve prestij olmalı.
 
RedHack’in siyasi nitelikli eylemlerini meşru görmekle birlikte, onların da saiklerini ve yöntemlerini sorgulamamız gerektiğini düşünüyorum. Hükümet tarafından havuz medyasına, emniyet tarafından Sözcü’ye servis edilen bilgilerde olması gerektiği gibi, RedHack tarafından bize servis edilen bilgileri de sorgulamamız gerektiğini, yaptığımız gazeteciliğin kamu yararı ile siyasi hesaplaşmaları birbirinden ayırt etmesi gerektiğini düşünüyorum.
 
Çalıntı belgelerle haber yapmak gazeteciliğe sığar mı?
 
Bu boyuttaki bir siyasi sızıntıyı en son 17-25 Aralık soruşturmasının ses kayıtları ile deneyimlemiştik. Oradan çıkarılacak önemli dersler var.
 
Gülen ile Erdoğan arasındaki fikir ayrılıkları 2010 yılındaki Gazze Filosu’na dek uzanıyor ama, AKP-Cemaat ilişkilerini “dinamitleyen” şey, 2013’te dershanelerin kapatılmasıyla Cemaat’in insan kaynağının kesilmesi olmuştu.
 
Bu açıdan 17-25 Aralık, öncelikle Cemaat’in intikamı olarak okunmalı.
 
“BAŞÇALAN” ve “HARAMZADELER” eliyle sızdırılan bilgiler sahte veya “montaj” değildi, aksine, ortaya dökülen çıkar ağları bugün hala medya ve ekonomi düzenini belirleyecek kadar gerçek, New York Savcısı Preet Bharara’nın soruşturacağı kadar ciddi.
 
Fakat, kaynağı ve amacı yeterince sorgulanmayan tape’ler birbirini ardına yayınlandıkça hem gazeteciler, hem de okurlar pasif seyircilere dönüştü. Bu ‘arkası yarın’ kuşağı yolsuzlukla mücadeleyi geri plana atmakla kalmadı, ahlaki üstünlüğünü de kaybettirdi. Ağır sansür baskısı altında sızıntıyı kamuya açan birincil kaynağın bağımsız gazeteciler değil CHP grup toplantıları olması ise yerel seçim öncesinde meselenin siyasi hesaplaşma olarak algılanmasını sağladı.
 
Asıl olarak “Erdoğan’ı devirmek” amacıyla başlatılan operasyon bu amacını gerçekleştiremeyince, kullandığı içerik de değerini kaybetmiş oldu. Sadece yolsuzluk aklanmadı, gerçeğin Türkiye siyasetindeki değeri düştü.
 
“Sıfırlama” kaydının doğruluğu üzerine en başından itibaren araştırma yapan biri olarak söylüyorum, “BAŞÇALAN” hesabını yöneten kişilerin bağımsız gazetecilerle iletişim kurmayı reddetmesi, defalarca talep etmiş olmamıza rağmen ses kayıtlarının orijinal dosyalarının adli bilişim uzmanlarına verilmemesi, sadece kayıtların sansasyonel etkileri ile ilgilenilmesi büyük bir hataydı.
 
Bugün bu hataları yapmayalım.
 
Öncelikle, bu e-posta arşivinin doğruluğunu kanıtlamalıyız. Arşive dair bir haberin İstanbul 4. Sulh Hakimliği tarafından sansürlenmesi, RedHack üyesi olduğu iddia edilen kişilerinse Ankara 7. Sulh tarafından soruşturulması birbirinden farklı kaynaklar; bunlardan bağımsız bir kaynak ise, Yalçındağ’ın istifası hakkında Aydın Doğan’ın yayınladığı açıklama. Bunlar, arşivi en azından Yalçındağ e-postaları açısından doğrulamış oluyor. Her skandalın istifayla sonuçlanmasını veya mahkemelerce onaylanmasını bekleyemeyiz ama yazışan tarafların gerçek kimliklerini, örneğin bir şirketteki pozisyonlarını, bir kuruma atanmalarını açık kaynaklardan doğrulayabiliriz.
 
Verinin boyutu ve niceliksel özellikleri de önemli bir doğrulama aracı. 57 bin 673 e-postadan oluşan, ekleriyle birlikte 17,7 GB büyüklüğündeki veriyi sıfırdan ‘üretmek’ pek mümkün değil. Her e-postanın üst bilgi (‘header’) kısmında yer alan IP adresleri gerçek kişilerin ev ve iş adresleriyle karşılaştırılabilir; e-posta eklerinin dosya özellikleri (‘metadata’ları) incelenebilir. Benim şimdiye dek yazdığım konulardaki e-postalar ve belgeler açık kaynaklarla uyumluydu.
 
E-postaları doğruladıktan sonra, onları gazetecilere servis eden kaynağın amaçlarını sorgulamaya geçebiliriz. 1997’de kurulan RedHack’in devlet tarafından el konulan malları, durdurulan ticari faaliyetleri yok. 12 kişiden oluştuğu söylenen ekibin yakalanmış bir üyesi de yok. Grup bu eylemleri hapisteki sosyalistlerin serbest bırakılması için yaptığını söylüyor ama, kişisel intikam duygularıyla hareket ettiklerini iddia edemeyiz. RedHack’in siyasi amaçları olduğu açık, ancak grubun önceki eylemlerinde de öne çıkan gerekçe, ezilenlerin ve mağdurların haklarını savunma saiki, doğrudan siyasi kazanca evrilebilecek bir amaç değil, eylemin zamanlaması da yakın gelecekteki bir seçimi etkileme özelliği taşımıyor. Bu özellikler arşivi kullanarak haber yapacak gazetecilerin pek çok endişesini giderebilir.
 
Bilgilerin kamuya açılmasında ise önemli bir hata yapıldı. Kişisel bilgileri filtreledikten sonra arşivi halka açacaklarını söyleyen RedHack, aceleci davranıp özel hayata dair bilgilerin tamamını çıkartmadan arşivi paylaştı. Ne yazık ki bundan kaynaklanan sosyal medya sansasyonu, arşivdeki belgeleri kullanarak kamu yararı gözeten haberleri bir süre gölgeledi.
 
Belki bu noktada sadece Türkiye’deki sızıntı gazeteciliğinden değil, dünyadaki örneklerden de ders çıkarmalıyız. WikiLeaks’in filtrelemeden tamamını yayınladığı gizli bilgilerin etkisi en fazla birkaç hafta sürerken, sadece gazetecilere açılan Snowden belgelerinin bugün hala konuşuluyor olması hem kaynaklara, hem de gazetecilere yol göstermeli.
 
Önümüze bakalım.
 
Berat Albayrak’ın e-posta arşivi, Türkiye’nin son on yıllık siyasi gelişmelerine ışık tutan önemli bir açık kaynak artık. Fakat keşke Türkiye’deki yargı makamları bu çıkar ilişkilerini hakkıyla soruşturmuş olsa, sivil denetim kurumları hak ihlallerini engelleyebilmiş olsaydı. Şimdi onların yerine bir grup gazeteci nasıl buraya geldiğimizi anlatmaya çalışıyorlar.
 
Eğer siz de, okuyucular ve seçmenler olarak, önümüzdeki on yılda daha adil bir ülke ve daha sorumluluk sahibi bir siyaset istiyorsanız, medyanıza bugün sahip çıkın. Çünkü yarını kurtarmak dünün sorunlarını anlamakla başlı