Çember zamanda hatıra

İnsan en zor kendini tanırmış, en çok kendine şaşarmış. Yeniden çiçeklenirmiş bir bahaneyle.

KARİN KARAKAŞLI

09.03.2023

Bazı kelimeler yeni, derinlikli anlamlar kuşanarak ait oldukları özel alan dışında da ışıldar. Benim için yörünge böyle kavramlardan biri. Gökbilimde, bir gökcisminin bir diğerinin kütleçekimi etkisi altında izlediği çember yolun adıyken, birinin yörüngesine girmek anlamında bir ilişkilenme biçimini ifade eder. Ya da yörüngenden çıkar, başı boş salınırsın hayat boşluğunun içinde. Varoluşun yalpalar.
 
Ekseninde dönmek, öncelikle kendi yörüngeni çizmek koca bir irade sınavı. Kestirme yollara, ara sokaklara sapmadan kendi istikametinde ısrarcı olmanın kıymeti büyük. Sonrasında başka yörüngeler de belirleyebilirsin kendine. Eşlikçisi olmayı anlamlı bulduğun yeni hayat rotalarını. Döne döne yaşarsın bu hayatı.
 
Dönmek; semânın, geniş anlamıyla inancın da özü. Vecde gelmek, kendinden geçerek bilincin aşkın bir boyutuna teslim olmak “Dünya benimle başlayıp benimle bitmiyor. Benden büyük bir şey var” idrakinin ifadesi. Bir nefis terbiyesi. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî ile Şems-i Tebrîzî’nin birlikte yakaladıkları mucizevî bir deverân. Alevi ibadetinin ayrılmaz parçası Cem ayinlerinin de özü. Hep birlikte dönülen semah; eller ve kolların kuşun uçuşuna öykünen hareketi, Hak’tan alınanın halka verilmesi düsturu, insana hep kendisinden daha büyük bir bütünün parçası olduğunu anımsatır. Varlığını hizalar. Doğanın ve kâinatın parçası kılar insanı.
 
Yakılan ateş çevresinde çember olunup kutlanan şenlikler de çok eski çağlardan kalma bir insanlık mirası. Çember; insana dünyanın kendisinden menkul olmadığını, kendi benliğini, biricikliğini koruyarak bir damla olabileceğini anımsatan en kıymetli yapılardan biri. Ana okulunda çocukların Çember Zamanı olarak da adlandırılan birlikte zaman geçirme pratiğinde yan yana gelmeleri, bir halka oluşturarak konuşmayı, paylaşmayı, eğlenmeyi öğrenmeleri bundan. En coşkulu toplu danslarda hep çember çizmemiz de. Çatışmalı konuları illa da yuvarlak bir masada birbirimizin gözüne bakarak çözmeye çalışmamız da.
 
Kısır döngü
Çemberin zorlu hâlleri de var elbette. En zalim versiyonunda tutsaklık hissi veren fasit daireye, kısır döngüye dönüşüyor. Hani hep o aynı bitmeyen güne uyanır hissettiğin, kendi kendine oluşturmuş olsan da rutinlerin zincirinde her şeyi otomatik pilottan yapageldiğin, hayatın sası, ruhsuz bir durgunlukta asılı kaldığı o tuhaf tekdüzelik. İçin solar hakkı verilmemiş hayattan.
 
Kısır döngü bazen tekerrür eden siyasi tarih olur. Alınmayan toplumsal derslerin diğer adı. İsyan ettirir, saç baş yoldurur. Ülkemizin çokça yaşadığı bir durumdur bu. Depremin yıkımını misliyle katlayan onca aymazlığın orta yerinde insanın elinde kalan tek şey, büyütmekle yükümlü olduğu dayanışmanın çemberi. Ve elbette bir seçim arifesinde başka türlüsünü düşlediğimiz, gerçek olmayı hak eden hayallerin göğe yükselen fenerleri.
 
Bazen dayanıklılığımızı, tevekkül denen vasfı sınar çember; çıkar mandala adını alır. Hinduizm ve Budizm’de evrenin yapısını simgelediği düşünülen, ritüel ve meditasyon amacıyla kullanılan simgedir mandala. Çevrendeki her yapıda çemberi görmeni sağlayan bir iç terbiyedir. Merkezdeki bir noktanın çevresine çizilen halka ve incecik desenlerle sabrının sınırlarını ölçersin usul usul. Rahiplerin kumdan yaparak rüzgârın insafına terk ettiği mandalalar, modern zamanlarda boyama kitaplarının parçası olur. Üzerimize oluk oluk görüntü ve bilgi akıtılan şu dünyada kendi hür irademizle zamanı, çizgisel akış yanılsamasından çıkararak çember gerçekliğine iade ederiz. Anda kalır, köşe bucak kaçtığımız hakikate yaklaşırız. Esasa, öze, sahici ve kaçınılmaz olana. Faniliğimizi ve kendi hikâyemizi yazmanın önemini anımsarız. Kırılgan kudretimizi, kudretli incinirliğimizi.
 
Niyetimizi, dileğimizi koyarız mandalanın orta yerine. Uyandığımız anda unuttuğumuz rüyayı hatırlarız. Sıkıcı bir toplantının orta yerinde, kendimizi bir türlü veremediğimiz bir telefon konuşması boyunca yaptığımız karalamalar da içgüdüsel olarak sık sık yuvarlak şekillerden, iç içe geçen halkalardan oluşur. Çember, sıkışmışlığımızın itirafı ve ondan kurtulma isyanımızdır. Her şey görmekle başlar. Bir kez görünce, fark edince bilmezden gelemeyiz artık.
 
İşin tuhafı yeni atılımların planını yaparken de, unutmak istemediğimiz bir şeyleri işaretlerken de kümeler çizeriz. Doğru seçenekleri halka içine alırız. Pergelin ucunu daldıracağımız merkez noktaları belirleriz. Böyle başlar başka sulardaki, farklı yollardaki maceralar.
 
Suya attığın taşın yarattığı iç içe geçen ve giderek genişleyen halkalara bakakalırsın. Herhangi bir mabedin içine doluveren ve seni ortasına alan ışık huzmesine. Çevreni sarıverdiğini o anda fark ettiğin toz zerreciklerine. Sen de bir zerresin ama nasıl da teksin. Nasıl da gerekli her şeyinle. Tam da olduğun hâlinle.
 
Sonra sana her şeyin boş olduğunu hissettirirler bir şekilde. Hayal kırıklığı ve acıyla. Boşluk da hep bir çemberdir benim için. Bitimsiz bir sarmalın o hiç görünmeyen dibine doğru, karın kaslarındaki ve iliklerindeki her molekül çekilircesine sonsuza kadar düşme hâlidir.
 
Ya da Mark Strand’ın “Keeping Things Whole” (Şeyleri Bütün Tutmak) şiirindeki gibi inadına bir çaba, kırıldıkça bilenen iradedir.
 
 
Tarladayken
tarlanın yokluğuyum.
Her neredeysem
Orada eksik olan şeyim.
 
Yürürken
havayı yararım
ve hep
harekete geçer hava
boşlukları doldurmak için
bedenimin olduğu yerde.
 
Hepimizin kendince sebepleri var
hareket etmek için.
Şeyleri bütün tutmak için
hareket ediyorum ben.
 
Doğa boşluk sevmez. Sahipsiz bırakılan yerleri acımasızca doldurur. Bir bakmışsın, inkâr ede ede içini bir çöplüğe çevirmişsin. Kendini tanımak, kendini bilmek hayat denen deneyim kaynağının sunduğu en zorlu ve ömürlük sınavı. Büyümek ve yaşlanmak fiziksel özellikler üzerinden takip edilebilse de, değişme ve dönüşmenin ne zaman, nasıl meydana geleceği kişiden kişiye tamamen farklılık gösteriyor. Tek gerçek, en durağan görünen hayatlar içerisinde dahi değişimden kaçılamayacağı. Sen dirensen bile, dış koşullar dayatıyor sana hayatın akışındaki bu vazgeçilmez özelliği. Neokapitalist çarkın hastalığa, yaşlanmaya, ölüme, yasa tahammülü yok. O öğütücü çember, posa diye gördüğü herkesi tükürmekle meşgul. Sana kendini tedavülden kalkmış hissettirmekle.
 
Oysa hataların ve zaaflarından öğrenirsin en çok. Bir ayrılık bir ölüm gösterir iç gücünü. Steril ortamlar, kurtarılmış cennetler yok. Bir yerde zulüm varsa ve sen susarak, görmezden gelerek ona suç ortaklığı ediyorsan, bil ki içine çektiğin havada, aldığın her nefeste mazlumun acısı dolacak içine. Hayatın düzeni böyle. Kaçtığından vurulacaksın son kertede.
 
Küçük devrimler
Öte yandan ille de kocaman milat işaretleriyle yaşanmaz değişim. Bir küçük anda insanın hep yapageldiği bir şeyi bırakması ya da hiç yapmadığı bir şeye cesaret etmesiyle neredeyse kendiliğinden de meydana gelebilir. Yörüngesinden çıkıp kendi eksenine döner misal, insan. Ya da tamamen başka bir istikamete meyledebilir. Serseri mayın gibi kalakalmak, ne edeceğini şaşırmak sürecin doğal bir parçası. Uzay boşluğunda sonsuza değin düşmek de öyle.
 
Çünkü sonunda mutlaka yeniden ayağa kalkmak var. O yataktan, o odadan, o iş yerinden, o evden, o köyden, o şehirden, o ülkeden çıkmak. Kıvrıldığın o cenin pozisyonundan her bir kasını sonuna kadar esneterek doğrulmak. Kendini bambaşka bir yerde, bambaşka bir hâlde yeniden bulmak. Döne döne kendine varmak ve orada yeni bir ben’le karşılaşmak. İnsan en zor kendini tanırmış, en çok kendine şaşarmış. Bir devrimin tohumunu taşırmış her şeyden yıldığını düşündüğü özün. Yeniden çiçeklenirmiş bir bahaneyle. Çember zamanda hatırlanmaya değer güzelim anıların yaşanması peşinde. Hakkı verili bir hayatın onurlu mücadelesinde. Ruhun coşar, bedenin takvimleri hiçe sayar. Zihnin nasıl da berrak ve kalbin güm güm atıyor bak. O halde haydi rastgele!
 
—–
Kapak Görseli: M. Sanders (Pixabay)