Çocuklu Kadın Mahpusların Bitmeyen Çilesi

10. yargı paketinde yer verilmeyen çocuklu kadın mahpusların çilesi sürerken, hasta ve yaşlı mahpuslar ise halen tahliye edilmedi. Yeni paket cezaevlerinde kaos yarattı zira sanki Kafka’nın “Şato”sunda hazırlanmıştı

ASLIHAN GENÇAY

11.06.2025

Geçtiğimiz hafta Dilek İmamoğlu, Emine Erdoğan’a vicdani bir çağrı yaparak, Silivri’den farklı illerdeki cezaevlerine sevk edilen İBB davasından tutuklu kadınlar için destek istedi. Çağrıda; çocukların farklı illerdeki annelerini ziyarete gidemediklerine, bu politikanın annelerle çocukları ayırdığına da dikkat çekildi.

Dilek İmamoğlu’nun çağrısı, siyasi açıdan pek çok eleştiriye maruz kaldı tabii. Dikkat çektiği sorundan çok “Nasıl Emine Erdoğan’a çağrı yapabilir?” yanıyla ele alındı. Fakat ortada bundan daha büyük bir mesele var.

Tutuklu ve hükümlülerin, ailelerinden ve ikametgahlarından kilometrelerce uzak şehirlerde bulunan cezaevlerine sevk edilmeleri, Türkiye’de yıllardır yürütülen bir politika.

Hatta en son Kısa Dalga internet sitesi için hazırladığım “Cezaevleri” başlıklı 5 bölümlük yazı dizisinin 4. bölümünde de bu konuya değinmiş (https://kisadalga.net/haber/detay/cezaevleri-yazi-dizisi-4-aile-yok-mahkeme-yok-tecrit-var_101996), böylelikle mahpusların, aileleri ve dış dünyayla bağlarının koparıldığını belirtmiştim.

En büyük mağdur yoksul mahpuslar

Türkiye cezaevlerindeki tecrit ve yalnızlaştırma politikasının bir parçası olarak hayata geçirilen bu uygulamanın en büyük mağdurları, yoksul mahpuslar.

Haftada bir kapalı görüş, ayda bir de açık görüş yapabilme hakları bulunan mahpusların aileleri, şehirlerarası yolculuk ücretlerini (uçak değil, otobüs) karşılayamadıkları için genellikle ayda bir açık görüşe gitmeyi tercih ediyorlar.

Lakin açık görüş seyahatleri de oldukça masraflı zira bir mahpusun eşi, çocukları veya anne babası hem gidiş hem de dönüş bileti almak zorunda. Dolayısıyla kimin görüşe gideceğine dair bir seçim yapmaları kaçınılmaz. Bu kadarla da bitmiyor. Cezaevleri şehir merkezlerinin oldukça dışına inşa edildiğinden, şehre ulaşan ailenin, cezaevine gidebilmek için de en az iki vasıtayla aktarma yapması gerekli. Yaşlı ve hasta ailelerle çocuklar için oldukça zorlu bir parkur bu.

Açık görüş süreleri ise asgari yarım saat, azami 45 dakikayla sınırlı. Tüm yol masrafı, 45 dakikalık bir görüşme için yapılıyor anlayacağınız.

Aramalar ayrı bir sorun

Aileler, yakınlarıyla görüşebilmek için cezaevlerinde bulunan çeşitli arama noktalarından geçmek zorundalar. Özellikle yüksek güvenlikli cezaevlerinde, ziyaretçilere çıplak arama uygulanabiliyor. Arama yöntemleri, her cezaevinde aynı olmamakla birlikte, ailelerin insan onuruna aykırı bir aramaya maruz bırakılmayacaklarının ve çocuk ziyaretçilerde travmatik etkiler yaratabilecek arama biçimlerinin uygulanmayacağının hiçbir garantisi yok.

Kamuoyuna mal olmuş ve tanınmış isimlerin ziyaretçileri, bu açıdan daha şanslıyken, ismi bilinmeyen binlerce mahpusun ailesi, sanki onlar da suçluymuşçasına aranabiliyor.

Tüm bunlar yetmezmiş gibi yine bazı cezaevlerinde, açık görüş esnasında ailelerle mahpusun temas etmesine izin verilmiyor.

Koğuşlardaki çocuklar

Dışarıda küçük çocuklarına bakabilecek akrabası bulunmayan kadınlar, genellikle çocuklarını da bulundukları koğuşa aldırıyorlar. Tabii belli bir yaş sınırı var.

Siyasi davalardan yargılanan kadın tutuklu ve hükümlülerin koğuşlarında, çocuklar için nispeten daha sağlıklı bir ortam mevcutken, adli kadın mahpuslar, o kadar şanslı değil.

Küçük çocuğunu bulunduğu kalabalık koğuşa getirten bir adli kadın mahpus, çocuğunun çeşitli suç gruplarından kadınlarla yan yana kalmasını, küfür, kavga, sinir krizi veya gürültünün eksik olmadığı bir ortamda yaşamasını da kabullenmiş oluyor.

Koğuşta sıkıntı yaşanmasa bu defa cezaevi mimarisi bir sorun olarak karşımıza çıkıyor zira cezaevleri, çocuklar için asla uygun değil. Eğer bir çocuk, demirden ve betondan müteşekkil koğuşlarda, merdivenden veya ranzadan düşerse ağır yaralanması kaçınılmaz.

Devletin bütçesi ve hayırseverlerin bağışlarıyla cezaevlerindeki tüm çocukların gıda ve giyim ihtiyacı karşılanıyor elbette fakat bunlar, sorunu çözmeye yetmiyor.

Sonuç olarak; neden orada olduklarını dahi anlamayan ve sağlıklı koşullarda yaşayamayan çocuklar, maalesef duygusal açıdan yaralanıyor ve hafızalarına travmatik anılar yükleniyor.

Avrupa’dan çözüm modelleri

Bazı Avrupa ülkelerinde bu kapsamda çözüm üretilmeye çalışılmış, hatta pilot cezaevleri de mevcut.

Çocuklu kadınlar için tasarlanan cezaevleri, büyük bir kampus içine yerleştirilmiş bahçeli müstakil konteyner evlerden oluşuyor. Kadın mahpuslar, çocuklarıyla birlikte bu bölümlerde kalıyorlar. Banyosu ve mutfağı da bulunan bu ev tipi tasarımla amaçlanan, çocuklara cezaevinde olduğunu hissettirmemek. Yine kampus içinde çocukların gidebileceği bir okul ve oyun parkları da mevcut. Kadın mahpuslar, ziyaretçilerini de ev tipi koğuşlarında ağırlıyorlar.

Bu sistem sayesinde, anneleriyle birlikte cezaevinde kalan çocuklar, travma yaşamıyorlar ve sağlıkları bozulmuyor.

Fakat ne yazık ki Türkiye’de bütçe, mevcut demir ve beton cezaevlerini, nasıl daha kötü ve yaşanmaz hale getiririz amacıyla harcandığı için geçtiğimiz yıllarda nur topu gibi yeni yüksek güvenlikli cezaevlerimiz olmuştu.

Mahpusların kuyu tipi diye adlandırdıkları yüksek güvenlikli cezaevleri, üç katlı. Gün ışığı ve hava almayan, kamerayla her an izlenen küçük odalardan oluşuyor ve mahpuslar günde sadece 1 saat havalandırmaya çıkabiliyorlar. Ağır bir tecridin ve yalnızlaştırmanın amaçlandığı bu cezaevlerinde kalan mahpuslar ise ya “Delirmek üzereyiz.” diyorlar ya da oradan çıkabilmek için açlık grevine başlıyorlar.

S tipi cezaevleri de pek farklı değil lakin S tiplerinde iki veya üç mahpus, aynı odada kalabiliyor. Odaların küçüklüğü, havalandırma süresi ve kamerayla izlemek suretiyle mahpuslara mahrem alan bırakmama politikası ise yeni yüksek güvenlikli cezaevleriyle aynı.

Bunları anlatıyorum çünkü aslında her şeyin bir çözümü var. Mesele sadece bütçenizi nereye harcadığınız ve neyi amaçladığınızla ilgili.

Görüyoruz ki Türkiye bütçesini, cezaevlerindeki –özellikle siyasi–  mahpusları ezmeye, hayatlarından bezdirmeye, “Otomatik Portakal” misali çürütmeye ayırmış. Mahpusların suçlarının ağırlığı veya hafifliği, kadın ya da çocuk olmaları ise bu noktada hiç önem taşımıyor.

10. paketten çıkarılanlar

10. yargı paketi taslağında yer alan; çocuklu kadın tutuklulara adli kontrol veya konutta hapis, çocuklu kadın hükümlülere ise denetimli serbestlik veya cezanın konutta infazı imkânını sağlayan maddeler, bayram öncesi paketten çıkarıldı.

Bu hamle, başlı başına tartışmaya açıktı zira çocuklu kadınların, koşullu salıverme ve denetimli serbestlik haklarına kavuşan mahpusların mükerrer suçlarından, daha ağır suçları yoktu. Lakin cezaevlerindeki koşullara dair zerre bilgisi olmayanların ezbere yaptıkları genellemelere göre hepsi suçluydu ve çıkmamalıydılar.

Gayet açık ki toplumun çoğu, kendi deneyimlemeden gerçekleri fark edemiyor. Bu denklemin son örneği de CHP oldu. Açık konuşalım; eğer İBB operasyonları ve tutuklamalar olmasaydı, CHP cezaevlerini gündeme almayacak, yıllardan beri anlattığımız cezaevi sorunlarına ucundan bucağından dahi vakıf olamayacaktı. Henüz ‘cezaevleri 101’ aşamasında olsalar da hızlı öğrenecekleri kesin. Fakat sorunları dile getirirken, talep ve isteklerini, sadece kendi arkadaşlarıyla sınırlı tutmaları büyük bir hata. Oysa insan hakları evrenseldir, insan onuru da.

Biraz daha araştırırlarsa suçu ne olursa olsun her mahpusun, cezaevinde sağlıklı ve insan onuruna yakışır bir şekilde yaşama, iletişim, haberleşme ve ziyaret haklarına sahip olduğunu, aynı zamanda hepsinin, ailelerinin yaşadığı şehirlerde bulunan cezaevlerinde kalmaları gerektiğini lakin pek çoğunun hak ihlallerine maruz kaldığını anlayacaklar.

Paketler Kafka’nın “Şato”sunda mı hazırlanıyor?

Türkiye’de ne zaman cezaevlerine ve infaz uygulamalarına ilişkin yeni düzenlemeler yapılsa ve yeni paketler yürürlüğe girse büyük bir kaos yaşanır.

Öncelikle bu paketlerin, sözde değil özde reformlar içermesini sağlamak, neredeyse deveye hendek atlatmakla eşdeğerdir.

Fakat iş sadece bununla bitmez.

Cezaevlerine ve infaz sistemindeki sorunlara ilişkin samimi ve yapıcı bir düzenleme getirildiğini varsaysak dahi bu defa pratikten tamamen kopuk, içinde pek çok boşluk barındıran, nereye çeksen oraya gidecek maddelerle karşı karşıya kalırız.

Öyle ki yürürlüğe giren düzenlemeleri, infaz hakimleri, cezaevi müdürleri, infaz bölümünde çalışan memurlar dahi bambaşka yorumlayabilir ve işin içinden çıkabilmek için 7/24 çalışmak zorunda kalabilirler.

10. yargı paketinde de benzer bir tablo yaşandı.

Pakette yer almasına rağmen yaşlı ve hasta mahpuslar hem bayram öncesi hem de bayram süresince tahliye edilmediler. Zira pakette, güvenlik soruşturması ön şartı vardı. Peki, nasıl yapılacaktı bu soruşturma? Zaten yıllardır cezaevinde kalan mahpusları kime soracaklardı mesela ve yanıtları verecek mercii hangisiydi? Ortaya böyle bir muamma çıkıverdi.

Yanı sıra mükerrer mahpuslar, koşullu salıverme ve denetimli serbestlik haklarından nasıl faydalanacaklardı? Denetimli serbestlik ve koşullu salıverme birlikte mi uygulanacaktı, yoksa sadece koşullu salıverme hükümlerinden mi yararlanacaklardı?

İki yılın altında ceza alan mükerrer mahpuslar, cezalarının onda birini yatmışlarsa eğer, çıkabilecekler miydi yoksa mükerrerlere tanınan koşullu salıverme oranlarına göre mi hesaplanacaktı infazları?

Paketi hazırlayanlar, infaz hakimliklerini, cezaevi yönetimlerini ve infaz memurlarını, işte böylesi bir kaosun içine atıverdiler.

Mahpuslar zaten hiçbir şey anlamamıştı. Mahpus yakınları ise belki biri onlara durumu açıklayabilir ümidiyle konuyu bilenleri arıyor, sorularına cevap bulmaya çalışıyorlardı.

Çünkü bu maddeler, cezaevleri gerçekliğini, sorunların hayatın içindeki halini ve kâğıt üzerinde yazanla hedeflenen arasındaki çelişkileri bilmeyenler tarafından, masa başında hazırlanmıştı muhtemelen.

Kafka’nın “Şato”sundakiler, aşağıdaki hayattan ve sorunlardan hayli kopuktu. İyi bir şeyler yapalım dediklerinde ise her şey çorbaya dönüyordu mutlaka.

Oysa olması gereken, herhangi bir infaz ve cezaevi düzenlemesi hazırlanırken, cezaevleriyle yakından ilişkili kişi ve kurumların yanı sıra, uygulayıcı konumdaki infaz hakimleri, cezaevi müdürleri ve infaz memurlarının da sürece katılımının sağlanmasıydı.

Tabii bunlar hiçbir zaman yapılmadığından ve “Şato” sakinleri, kendilerini her şeye hâkim sandıklarından, kebap niyetine pişirdikleri yemek dahi aşağılara, eksik malzemeli, soğumuş, lapa bir pilav olarak ulaşmakta. Sonra da herkes ayıklamaya çalışıyor, pirincin taşını.

Evet, artık hazırlanacak tüm içeriklerde, belirttiklerimin dikkate alınması gerekir.

Şimdi asıl aciliyeti olan adım ise pakette de belirtildiği gibi yaşlı ve hasta mahpusların, daha fazla mağdur edilmeden bir an önce serbest bırakılmalarıdır. Zira gerek bayram öncesi gerekse de bayram süresince mükerrer mahpusların tahliyeleri gerçekleşirken, onlar yine görmezden gelinip ötelendiler. Yalan mı?