DAİŞ ve “Duvarları Yıkmak” motifi

Örgütün saldırıları sürecek. DAİŞ, Kürt güçleriyle Araplar arasındaki gerilimleri artırabileceği bölgelerde benzer saldırılar yapacak.

ÜMİT KIVANÇ

30.01.2022

DAİŞ’in (IŞİD) Haseke’deki (kuzeydoğu Suriye) hapishane saldırısı yenilgiye uğratılmış görünüyor. (Bu yazı yazılırken, 60-70 kişi kadar oldukları söylenen bir grup kuşatılmış militanın ölünceye kadar savaşacaklarını ileri sürdükleri bir direniş noktasının varlığından sözediliyordu.) Hapishane isyanı diyemiyoruz, çünkü dışarıdan sızan büyük grupla koordineli yürütülen bir operasyonla karşı karşıyayız.

Bu basit bir tekil-yerel saldırı eylemi ya da yalnız mahpus lider ve militanları kurtarmak amacıyla düzenlenmiş bir operasyon değil. Hapishane saldırılarının Irak El-Kaidesi’nden başlayıp, Irak İslâm Devleti’nden geçerek Irak ve Şam İslâm Devleti’ne (IŞİD-DAİŞ) uzanan tarihte hem fiilî hem ideolojik-simgesel bakımdan özel önemi var.

Irak El-Kaidesi 2006 Ekim’inde, bazı başka örgütleri de bünyesine katarak Irak İslâm Devleti’ne (IİD) dönüştü. ABD ordusunun 2008 başındaki raporuna göre örgüt, 2007 yılı boyunca 4500 saldırı yapmış, 3870 kişi öldürmüş, 18 bin kişiyi yaralamıştı. Buna karşılık, 2008 yılının ilk aylarına gelindiğinde, 2400 IİD üyesi öldürülmüş, toplam sayısı 15 bin olarak tahmin edilen militanlarından 8800’ü yakalanmıştı. Mart 2008de Amerikan askerleri Bağdat’ın 50 km kuzeyinde Diyala bölgesinde çarpıştıkları isyancıları püskürtüp denetim sağladıklarında bir siyah bayrak buldular. Kenarları altın rengi fırfırlı. Elinde bu bayrakla fotoğrafı çekilen bölük komutanı Yarbay Rod Coffey, bu fotoğraf sayesinde az kaldı ünlü olacaktı; çünkü birkaç yıl sonra fotoğraf müthiş simgesel önem-anlam kazanacaktı. Yarbayın elindeki, birkaç yıl sonra bütün dünyanın IŞİD bayrağı” olarak tanıyacağı bayraktı.

18 Nisan 2010da, Irak İslâm Devleti Emiri Ömer el-Bağdadi ve Irak El-Kaidesinin lideri el-Masri öldürüldüler. Tikritte Amerikan ve Irak askerlerinin sardığı evde kıstırılınca kendilerini havaya uçurdukları açıklandı. Mayıs ayında IİD Irak’ın çeşitli yerlerinde intikam saldırıları düzenledi, 85 kişi öldürdü, 300den fazla insanı yaraladı. 

2014’te Musul’da, El-Nuri Camisi’nde kendini halife (“Halife İbrahim”) ilan edince dünyanın tanıdığı Ebubekir el-Bağdadi, IİD’in atağa kalktığı 2010 yılında örgütün başına geçti. O yıl IİD, birden çok bombanın aynı anda patlatıldığı seri saldırıları yöntem haline getirmiş, 2011deyse birkaç saat içinde ülkenin birçok değişik yöresinde bombalar patlattığı, senkronize, yaygın saldırıları benimsemişti. 15 Ağustos 2011de, meselâ, IİD militanları Bağdat ve başka on iki yerde yirmi iki bombalama eylemini koordine edebilmişlerdi. 2012de saldırıları artırdılar. Bir ayda (Ocak) ölenlerin sayısı 500’ün üzerine çıktı. 21 Mart günü de IİD altı saat içinde sekiz ayrı şehirde birçok saldırı düzenledi. Kerbela, Kerkük ve Bağdatta Şiilere, polise, güvenlik kuvvetlerine, memurlara yönelik saldırılarda 46 kişi öldü, 200 kişi yaralandı.

O sıralarda IİD’in yeni sözcüsü Ebu Muhammed el-Adnanî, dikkat çekici ve iddialı bir duyuru yaptı: “İslâm Devleti inşallah yakında kendisinden alınmış bütün topraklara dönüyor.” Lider Ebubekir el-Bağdadi de, “İslâm Devleti yapay sınırları tanımaz,” diye meydan okudu. “İslâm’ın yanısıra başka herhangi bir yurttaşlık aidiyeti tanımaz.”

2012’de ABD Savunma Bakanlığı’na bağlı Savunma İstihbarat Ajansı’nın (DIA) hazırladığı raporda, IİD’in Irak ve Suriyedeki başka terörist örgütlerle biraraya gelip bir İslam devleti ilan edebileceği” belirtilmişti. Wikileaks sayesinde haberdar olduğumuz rapor gidişata açıkça ışık tutuyordu: “[Suriyeli] Muhalif güçler, yanıbaşlarındaki Türkiye sınırlarına ilaveten, Irak’ın batı vilayetlerine (Musul ve Anbar) komşu olan doğu [Suriye] bölgelerini (Haseke ve Deyr-ez Zor) denetimleri altına almaya çalışıyorlar. Batı ülkeleri, Körfez devletleri ve Türkiye bu çabaları destekliyor.” DIA’nın istihbaratçılarının öngörüsü gayet berraktı: “…Suriye’nin doğusunda (Haseke ve Deyr-ez Zor) ilan edilmiş veya edilmemiş bir Selefî eyalet [-yönetim-] kurulması ihtimali var; ve bu tam da, Şia yayılmasının (Irak ve İran) stratejik derinliğini oluşturduğu iddia edilen Suriye rejimini tecrit etme amacıyla, muhalefeti destekleyen güçlerin istediği şey.”

Şunu anlıyoruz: “İslâm Devleti” örgütünün (IŞİD-DAİŞ) Irak-Suriye sınırını da ortadan kaldırarak yaptığı şey, en azından 2012 yılında, Suriye muhalefetinin bütün destekçilerinin işine geliyormuş. Ve bunu bizzat ABD’nin resmî istihbarat kurumlarından biri kayda geçirmiş.

Bunları, ortamı hatırlatma amacıyla aktardım. Gelelim bu ortam içerisinde DAİŞ’in öncülü Irak İslâm Devleti’nin stratejisinde önemli yer tutan taktik aşamaya.

22 Temmuz 2013 günü Al-Arabiya’daki haberin başlığı şuydu: Silahlı militanlar Bağdatta iki hapishaneyi bastı”. Böyle söyleyince pek basit görünüyordu. Tıpkı bugünün “Haseke’deki hapishane baskını” haberlerinin göründüğü gibi. Basit değildi. Patlayıcı haline getirilmiş 24 büyük aracın (VBIED) kullanıldığı, bir yıl içerisinde sekiz ayrı cezaevinde toplu firarların organize edilebildiği Duvarları Yıkmak” kampanyasının görkemli finali olarak düzenlenmişti bu eylemler. Yüzlerce militanın “sızma” eylemi ve içerideki yüzlercesini silahlandırmasıyla, Haseke’nin Geveran Mahallesi’nde günlerce sürdürülebilen Sinaa Hapishanesi baskının da, muhtemelen yeni bir şahlanış hamlesinin ilk büyük adımı olmasının öngörülmesi gibi.

2013’te, “Duvarları Yıkmak” kampanyasının taçlandırılışı mahiyetindeki eylemlerde Bağdat’ın kuzeyindeki Taci ve batısındaki Ebu Greyb hapishanelerinden, çoğu El-Kaideciyüzlerce” (muhtemelen beş yüz civarında) mahkum kaçırılmıştı. Güvenlik kuvvetlerinden yetmişe yakın eleman öldürülmüştü. İnternette, Twitter ve çeşitli Cihatçı forumlarında, binlerce” mahkumun kaçtığı sevinçle duyurulmuştu.

“Duvarları Yıkmak” adı verilen eylem kampanyası, 2012 Temmuz’unda, Ebubekir Bağdadî’nin sesli mesajıyla başlamıştı. Hedefi her yerdeki Müslüman mahkumları kurtarmak ve onları yargılayan, soruşturan ve onlara gardiyanlık edenleri takip edip ortadan kaldırmak” diye ilan etmişti Bağdadî. Ve bundan hemen iki ay sonra, 2012 Eylül’ünde Tikritteki Tesfirat Cezaevine yapılan saldırıda, IİDin 47 üst düzey yöneticisi idamlık hücrelerinden kurtarılmıştı. 

Irak İslâm Devleti, önemli kısmını kendi ürettiği, pratik ve zengin silah çeşitliliğine sahipti: Hafif silahlar, elbombası-atarlar, elyapımı patlayıcılar, askerî nitelikli patlayıcılar, havan topları, sürücüsüz-sürücülü bomba yüklü araçlar ve tabiî bizzat kendini bomba haline getirmiş intihar eylemcileri… Ebu Greyb ve Taci hapishaneleri baskınlarında bunların hepsi birden, ustalıkla kullanılmıştı. Bu yüzden, bu baskınlarda eski ordu mensuplarının belirleyici katkısı olduğuna inanılıyordu. Özellikle “Duvarları Yıkmak” kampanyasında eski Baas’çı subay ve istihbaratçıların, Saddam Hüseyin’in Cumhuriyet Muhafızları’ndan elemanların önemli rol oynadığı söylendi. Bugün artık örgütün bütün bu alanlarda geniş tecrübeye sahip olduğunu biliyoruz.

Ebu Greyb ve Taci saldırılarıyla “Duvarları Yıkmak” kampanyası sonuçlandırıldıktan hemen dokuz gün sonra, Irak İslâm Devleti yeni bir suikast, katliam, sabotaj kampanyasına girişmişti, “Askerin Hasadı” adı altında. Temmuz 2013 ile Temmuz 2014 arasında sürdürülen kampanyada, imha ve yıldırma amaçlı saldırılarla asker ve polislerin doğrudan hedef alınmasının yanısıra, evlerine bombalar atılmış, arabayla geçerken taranmışlar, kontrol noktalarına saldırılar düzenlenmişti. Şimdiki hapishane baskınını bu tür yeni baskınlar ve eylemler izleyecek mi, sorulmaya değer.

“Duvarları Yıkmak” esprisi, DAİŞ için hem tarihî anlamı-önemi hem de pratik-fiilî getirisi bakımından vazgeçilmez motif. Düşmana vurulan darbeyle eşanlı olarak, tutsak kadrolar kurtarılıyor. Şunu hafifsemek mümkün mü: Birkaç yüz militan, şüphesiz kolay kolay kuş uçurulmayacağı tahmin edilen büyük hapishane kompleksine girebiliyor, gardiyanları, muhafızları öldürebiliyor, cephaneliği ele geçirip içeridekilere silah dağıtabiliyor, hapishaneden dışarı çıkıp civarda evler, sokaklar, hattâ mahalle ele geçiriyor, bir süre tutabiliyor. Ve muhtemelen bazı önemli örgüt elemanlarını kaçırabiliyor. Kaç kişinin kaçmayı becerdiğini bilmiyoruz.

Meselenin şu tarafını da mutlaka görmek zorundayız: Suriye Kürtlerine haksızlık yapılıyor. Eğer DAİŞ sahiden dünyanın başına bela ise, onun yakalanmış militanlarıyla da bu “dünya” her kimse onun uğraşması gerekir. Oysa imkânları bakımından herhalde Suriye Kürtleriyle kıyaslanması sözkonusu olmayacak koca koca Batı devletleri, DAİŞ’çilerin ufak çocuklarını bile ülkelerine sokmak istemiyor. Zaten bin türlü meşakkatin içerisinde, onca sıkıntı ve tehlikeyle yüzyüze hayatta kalmaya çalışan bir halkın başına yıkılamayacak kadar büyük bir sorun yumağı var ortada. 

Örgütün saldırıları artarak sürecek. Ve DAİŞ, Kürt silahlı güçleriyle Araplar arasındaki gerilimleri, intikam duyguları yaratacak şiddet eylemleri yoluyla kısa zamanda süratle artırabileceği benzer bölgeleri “düşmanın zayıf karnı” görerek buralarda benzer saldırıları tercih edecek. Hediye Levent’in Evrensel’de hapishane baskınının ötesini berisini anlattığı yazısına göz atarsanız, meselâ Haseke’deki gerilim potansiyelinin ne kadar bol kaynaklı olduğunu görebilirsiniz. Son saldırı gösterdi ki, civarda destek bulabileceği nüfus grupları varsa, çok yönlü ve koordine operasyon düzenleyebilme konusunda örgütün kabiliyeti yeterli seviyede.

Ankara’nın bu saldırılarla ilişkilendirilmesine yolaçacak işlerden sakınmayışı ya da açıkça kınamayışı, mesafe koymayışı bizim için ayrıca rahatsız edici. 

DAİŞ meselesi hiç beklenmedik ölçüde yeniden büyüyebilir. Hediye Levent gibi düşünüyorum: “Örgütün küllerinden tekrar tekrar doğması ihtimal değil, kesin bir gerçek.” Tek itirazım “küller” sözüne. Kül değil basbayağı ateşler var ortada, anladığımız kadarıyla. Şimdilik ufak ufak ve dağınıklar, elverişli buldukları her yerde şartları yokluyorlar, ilk fırsatta yeniden sağı solu yakmaya başlayacaklar. Hattâ fırsatı bizzat yaratıp başladılar bile.


Tepedeki fotoğraf: Haseke (Rûdaw)