Danimarka’nın yeni gettoları
“Getto çocukları, getto ebeveynleri gibi ifadeler ana-akımlaştı. Bu çok tehlikeli. Avrupa tarihinde bu sözcüğün çağrışımlarını biliyoruz”
25.07.2018
İtalya’da Salvini-Di Maio hükümeti Romanları ülkelerine göndermek için elbirliğiyle parlamento çalışmalarını devam ettirirken, Avrupa’nın geri kalanında da hükümetler, yabancılara ilgili ilginç kararlar almaya devam ediyor.
Danimarka da bu ilginç kararları alan ülkeler arasında. Sağcı partilerin koalisyonundan oluşan Danimarka hükümeti, uzunca bir zamandır üzerinde çalıştığı mülteci çocuklara yönelik projeyi haziran ayında parlamentoda kabul etti ve 2019’un başından itibaren etkili bir şekilde yürürlüğe girmesi için gerekli olan tesisat kuruluyor. Kanunun temelinde, daha önce 2017 yılında yine hükümet eliyle “ghetto” ilan edilen alanlardaki çocuklar, bir yaşından itibaren, uyku saatleri dışında haftalık 25 saate tekabül eden bir eğitim almak zorunda tutuluyor. Daha üzerine tam bir karara varılmamasına rağmen, bu kurala uymayı reddeden mülteci ailelerine çocuk ve aile geçim yardımının kesileceği öngörülüyor. Bir yaşındaki çocuğun öğlen uyku saatlerini ortalama en az bir buçuk saat olarak kabul edersek, haftada yirmi beş saat uyanık, toplam ise (bir buçuk çarpı beş, eşittir yedi buçuk saat de uyku saati eklenince) otuz iki buçuk saat kamu eğitim kuruluşlarında bulunmak zorunda kalacak olması, bu kanunun protesto edilen tek yönü değil. Diğer bir önemli mesele, eğitimin içeriği: Çoğunluğun Müslüman olduğu göçmen ailelerin, Danimarka hükümeti tarafından düzenlenip kurulmuş eğitim kuruluşlarında alacakları eğitim, din, ahlak ve etik gibi dersler içeriyor.
Bunun üzerine düşünmeden önce Danimarka’nın politik organizasyonu, demografisi ve mülteciler ile hükümet arasındaki ilişkinin bir haritasını çıkaralım.
Danimarka ve Rasmussenler
Danimarka Krallığı, aynı Britanya gibi monarşiyle yönetilir. Başbakanı, yani yönetimden sorumlu kişi ise merkez sağ/liberal partisi Venstre’nin başkanı Lars Lokke Rasmussen. Not edelim ki, bir de Danimarka’ya 2001 ile 2009 yılları arasında başkbakanlık yapmış, eski NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen var. Bu ikisi farklı kişiler, fakat her ikisi de Venstre’nin başkanlığını yaptı. Birinci Rasmussen’in başbakanlığı sırasında hükümet, mülteci karşıtlığı ve aşırı milliyetçi Dansk Folkeparti/DF (Danimarka Halkın Partisi) ile koalisyon yapmıştır.
(Bu arada Anders Fogh Rasmussen’in iktidardan indirdiği Sosyal Demokrat Parti liderinin adı da Poul Nyrup Rasmussen. Rasmussen, Danimarka’da en çok kullanılan soyadı imiş ve tüm nüfusun neredeyse yüzde 2’si bu soyadı taşıyormuş.)
Bu arada Venstre, yani Danimarka’nın Liberal Partisi hakkında da kısa bir not: Muhafazakâr-liberal Venstre, tarım reformunu savunan bir liberal parti olmasının yanı sıra açıkça mülteci karşıtı söylemde bulunmasa da, uygulamaları mülteci-karşıtıdır.
Şimdiki, yani en son Rasmussen, aslında Anders Fogh Rasmussen’in kabinesinde daha önce sağlık ve iç işleri bakanlığı yaptı. 2009’da Anders Fogh Rasmussen’in yerine geçti ve başbakan oldu. 2011’de Venstre’nin Sosyal Demokrat Parti karşısında kaybettiği seçimlerden sonra 2015 yılında tekrar aşırı sağ ve merkez sağ arasında bir koalisyon yapıldı ve sağ partiler hükümet kurabildi. Koalisyon yapılmış ve Venstre parlamentoda (Folketing) ancak diğer partilerin katılımıyla çoğunluk sağlamış olsa da, sadece Venstre üyelerinin vekillerinden oluşan bir kabine Danimarka’yı yönetmektedir.
Danimarka’nın anayasasında devletin dini belirtilmez. Nüfusun yüzde 80 civarı ise Danimarka Ulusal Kilisesi (Den Danske Folkekirke) üyesidir ve Lutheryan’dır. 5,6 milyonluk nüfusunun yüzde 4’ü Müslüman’dır; daha doğrusu Müslümanlar, ülkedeki en büyük azınlığı oluştururlar. Toplam mülteci nüfusu ise tüm nüfusun yüzde 9’unu oluşturuyor. (Kısa fakat daha akademik bir özet için, her ne kadar taraflı olsa da şu makaleye bakabilirsiniz: “The historicity of (anti-)racism and the politics of integration in Denmark.” )
Statistica’ya göre en büyük mülteci grubu Polonya’dan olmasına rağmen (kırk binlik bir sayı), Türkiye kökenli otuz iki bin kişi de Danimarka’da yaşıyor.
Danimarka’da göç ve ırkçılık
PERFAR’ın (Population Europe Resource Finder & Archive) 2016 tarihli raporuna göre Danimarka’nın aldığı göç, Almanya, Fransa gibi diğer ülkelerle karşılaştırıldığında orta seviyede kalıyor ve Danimarka daha çok Nordik ya da batı ülkelerinden göç alıyor. 1950’lerin başından beri göç almayı kabul eden ülke 1970’te özellikle Türkiye’den ve Pakistan’dan “ziyaret işçi” kabul etmeye başlamıştı. Aynı zamanda politik sığınmacıların sayısı Danimarka’da da giderek artmaktadır: 2014’te 7500 kişi olan bu sayı, 2015’te 21 bine çıkmış.
OECD’nin (İktisadi ve Kalkınma İşbirliği Örgütü/Organisation for Economic Cooperation and Development) Danimarka’daki Mülteci Eğitimi üzerine hazırladığı 2010 tarihli raporda en büyük Müslüman grupların Türkiye’den, Orta Asya’dan, İran’dan, eski Yugoslavya’dan ve Pakistan’dan geldiği anlatılmış. Rapora göre mülteci bölgelerinde oturan ailelerin çocuklarının eğitime erişim seviyesi, Danimarkalı çocuklara göre çok daha az.
Devlet bazında Türkiye’yle ya da Hırvatistan, Polonya gibi aşırı sağcı ve mülteci karşıtı bazı Avrupa ülkeleriyle kıyaslandığında belli bir ayrımcılık ya da ırkçılık olmadığı fikri, Danimarkalılar arasındaki yaygın düşünce. Buna 1987 yılında Hansen ve bakanlarının yargılanması veriliyor. 1987 yılında Danimarka adalet bakanı Erik Ninn-Hansen, hükümetin göç politikaları gereğince, Sri Lanka’da yaşayan etnik grup Tamiller açısından aile birleşimi sayısını azaltacak bazı önlemler almaya kalkmıştı. Bunun üzerine 1993 yılında, kanunda aile birleşimi hakkı tanınan Tamil vatandaşlarına karşı bu uygulamaları hukuka aykırı bulunduğu için Hansen ve kabinesinden dört diğer bakan, göçmenlik kanununu ihlâl etmekten suçlu bulunmuş ve Hansen’ın kendisi dört ay hapis cezasına çarptırılmıştı. Hemen ardından da hükümet istifaya zorlanmıştı.
Bunun yanı sıra Danimarka, 1998’de çıkarttığı Entegrasyon Yasası’yla, mültecilerin entegrasyonu kanunlarla düzenleyen ve bu konuda önemli adımlar atan ilk Avrupa ülkelerinden biri.
2001’den, yani Vestre’nin ilk Rasmussen’i başa geldiği tarihten itibaren ise hükümet politikalarında genel bir değişiklik gözleniyor. Öncelikle, politikalar mültecilerin sığınmaya başvurmasına köstek olacak zorlukta yeni uygulamalar öngörüyordu. 2002’de bunlara ek olarak, Entegrasyon Kanunu’na “Danimarka’nın Değerlerinin Entegrasyonu” diye bir bölüm eklendi ve mültecilerden, Danimarka’nın ailesel değerlerine tam uyum göstermesi beklenmeye başladı. 2003’te hem Göçmenlik hem de Entegrasyon Yasaları’nda “24 yıl kuralı” kondu. 24 yıl kuralına göre, bir Danimarka vatandaşı, Avrupalı olmayan biriyle, her iki taraf da 24 yaşına gelmeden önce evlenip Danimarka’ya yerleşemiyor.
Getto Yasası
Danimarka hükümeti, 2017 yılında toplam 25 yerleşim bölgesini resmî olarak “getto” ilan etmişti. (Listeye şuradan ulaşabilirsiniz.)
Bunların neredeyse hepsinde nüfus çoğunluğu düşük gelirli Müslüman ailelerden oluşuyor, ve hepsi mülteci mahallesi. Getto ilan edilen bölgelerin yüzde 70’i mülteci. Buraları getto ilân etmekle kalmadı, aynı zamanda burada yaşayan halkı “paralel toplum” da ilân etti. Avrupa’nın son zamanlardaki en ırkçı ve zenofob projesinin adı “Et Denmark uden parallelsamfund-ingen ghettoer i 2030” (Yani, “Paralel Toplumsuz bir Danimarka – 2030’da sıfır ghetto).
Bu arada, oylanıp kabul edilen yasa tasarısı sadece çok masum duran “Danimarka değerlerinin öğretilmesi” şartını kapsamıyor. Bu yasanın uygulanmasında çok farklı boyutlar var. Birincisi, hiçbir Danimarkalı çocuk 1 yaşında okula gitmek zorunda değil; 6 yaşına kadar ne yapacağına ailesi karar veriyor. Bir diğer düzenleme ise eğitimle uzaktan yakından ilgili olmasa da “eğitim amacıyla” diye sınıflandırılmış: Gettolarda ikamet eden bir çocuk suç işlediğinde, bir Danimarkalı çocuğun aldığı cezanın iki katını alacak.
Bir de tasarının onaylanmayan tarafları var. Bunlardan bir tanesi de Danimarka Halk Partisi’nden gelen, getto çocuklarının akşam saat 8’den önce evinde olması gerektiği teklifi. Acaba yakında geceleri gettoların kapılarının kapanması için de kanun tasarısı sunmaya başlarlar mı diye korkmadan edemiyor insan.
Sonuncu Rasmussen’in kabinesinde görevli Muhafazakar Parti lideri Soren Pape Poulsen’e göre, hükümetin ne politikalarında ne de yeni geçen kanun değişikliklerinde herhangi bir ayrımcılık ya da ırkçılık söz konusu. “Amacımız,” diyor Poulsen, “mültecilerin Danimarka’da iyi bir hayata sahip olabilmesidir. Bunun da tek yolu Danimarka’nın değerlerine uyum sağlamaktır.”
Tabii ki Poulsen öyle dedi diye Danimarka birdenbire hiçbir ırkçılık yapmayan bir ülke hâline gelmiş olmuyor. (Burada ırkçılığın Danimarka’da artık genel-geçer ve ana akım bir politika haline geldiğini anlatmış yazar.) Politikacıların çoğunun mülteciler hakkında konuşurken kullandığı üslup gayet rahatsız edici. Rasmussen de aşağı kalmadı ve mültecileri, şiddeti yayarak “dokunaçlarını şehrin caddelerine uzatmak”la suçlarken, ghettolar nedeniyle Danimarka’nın haritasında delikler ve çatlaklar oluştuğunu söyledi:
“Danimarka haritasında çatlaklar oluştu. Derin bir endişe içindeyim. Çünkü ghettolar, dokunaçlarını, suç çetelerinin güvensizlik yarattığı caddelere kadar uzattılar. Ve eşitlik, açık-görüşlülük ve toleransa gibi Danimarka değerlerinin artık kaybolmaya yüz tuttuğu bir topluma.
…
Birincisi, artık on yıllardır yürürlükte olan politikaları düzeltmeye çalışmamalıyız. Gettoları parça parça ortadan kaldırmalıyız. Bazı yerlerde bunu betonları yıkarak, binaları ortadan kaldırarak, binalarda oturanları (ülkenin farklı yerlerine) dağıtıp yerleştirerek yapmalıyız. Danimarka’nın haritasındaki bu çatlakları kapatmalıyız ve hayatımızın her yerinde karşılaştığımız bu karışık mahalleleri onarmalıyız. İkincisi, bu işe, çok geç olmadan çocuklarla başlamalıyız.”
En son bir bilinç temizliğine, daha doğrusu beyin yıkamaya yönelik bir eğitime hangi diktatör ihtiyaç duymuştu, hatırlayamadım. Ama sanırım Avrupa’nın bir kısmının derin bilincine işlemiş ve nispeten kalkan bir deri gibi sığ kalan insan hakları yüzü kazındıkça ortaya çıkıveren Nazizm uygulamalarıyla benim gördüğüm paralelliği siz de görebiliyorsunuzdur. Kopenhag’da getto ilan edilen Tingbjerg bölgesini kapsayan Sosyal Demokrat Parti milletvekili Yıldız Akdoğan da görmüş olacak ki, “Getto çocukları, getto ebeveynleri gibi ifadeler ana-akımlaştı. Bu çok tehlikeli. Avrupa’nın hiç de parlak olmayan tarihinde getto sözcüğünün çağrışımlarını biliyoruz.”
Şimdi, tüm bunlara bir bakınca, aslında Avrupa’daki (ve dünyadaki) sağ, yabancı karşıtı ve muhafazakâr yükselişin sadece Türkiye’ye, İtalya’ya, Hırvatistan’a ya da Polonya’ya sınırlı olmadığını görüyoruz. “Tek devlet, tek millet, tek bayrak” sloganının ve “Hedef 2023”ün karşılığı Danimarka’da bile var: Danimarka, tüm bu entegrasyon baskısını, 2030 yılında “Tek Danimarka” haline gelebilmek ve kültürel olarak bir bütün olabilmek için yaptığını söylüyor.
Bütün bunlar olurken Danimarka parlamentosunun bir yandan da geçen hafta peçeyi ve burkayı yasaklamak için oy verdiğini de belirtmek lazım.
Bir süredir politik sığınma sürecini ve işlemlerini öngören Dublin Protokolü’nü değiştirme ve vatandaşlık hakkını ortadan kaldırma çabalarındaki İtalya’yı izledikten, Orban’ın Türkiye’yi örnek aldığını gördükten, Romanların Fransa’dan sürülmesinin hukukî zeminini arayıp bulamadıktan sonra muhalifin ve mültecinin gidecek hiçbir yeri kalmayacağını düşünmeye başlamıştım. Danimarka’nın bu son hamlesinden sonra, yabancı düşmanlığının 1945’te değil tam da bugün nerelere getirilebileceğini görüyoruz. O kadar ki, “asimilasyon” lafları politikacılar arasında kamusal alanlarda gönül rahatlığıyla kullanılıyor bile.
Asimilasyonun, entegrasyon ve insan hakları adı altında meşrulaştırıldığı, göz göre göre uygulandığı bir dönemde mücadele edip umut yeşertmeye çalışanlara selam olsun.