Darbeye Yardımla Suçlanan Abdullah Sarıtaş Bunları Hak Etmedi
“Kardeşimi askerlik şubesine kendi ellerimle götürmüştüm. Arkamızda bir dayımız olmadığından başımıza bunlar geldi. Türkiye’de adalet yok.”
10.07.2023
Başımızı, herkesin tek yürek olduğu İnstagram story’lerinden, Tiktok keşfet’inden ve yazın uyuşturucu etkisinden kaldırdığımızda, gördüğümüz yine ve yeniden kimlikleri ya da seçimleriyle tam olarak ortadan ayrılmış bir Türkiye. Bu Türkiye’nin bir kısmı, zaten hepimizin üzerinden geçinen, yiye yiye doymayan mutlu azınlık. Hadi bunlara, ihtiyacından fazlasını emek harcamadan kazanan ve sonra elde ettiği imkânları sosyal medyada gözümüze gözümüze sokanları da ekleyelim. Tabii geçinebildiği ya da önemli bir eksiği olmadığı hâlde, sürekli ağlayarak “Yoksulum” diyenleri de bir kenara bırakalım. Geriye kalanlar bizler oluyoruz ve işte o bizler ikiye ayrılıyoruz.
Haksızlıklara, adaletsizliklere, çevresinde yaşanan acılara göz yumarak kişisel çıkarına ya da elindekini kaybetmemeye odaklananlar ve uğradığı, maruz bırakıldığı haksızlıklara karşı mücadele eden, aynı zamanda başkalarının acılarıyla da dertlenenler.
Ben ikinci “bizler”e sesleniyorum zira diğerlerinin artık bencillik ve küçük hesaplardan gözleri iyice karardı. Kendini soyan ve sömürenlere hayranlık duyup, bizim tepemize basmak içinse fırsat kollayanlara maalesef ne yazdıklarımız ne de sözlerimiz etki ediyor.
Bilirsiniz Machiavelli, 1530 yılında yazdığı Prens’te şöyle demişti mücadele etmek isteyenlere:
“Bir gayrimemnuna duygularını açtığın andan başlayarak, ona memnun olabilmenin yolunu da sağlamış olursun. Seni ihbar ederek, hoşuna gidecek her şeye sahip olacağını umabilir. Öyle ki bu yolda sağlam bir kazanç, seninle ise kuşkulu ve rizikolu bir kazanç göreceğinden sana sadık kalması için ya az bulunur bir dostun ya da prensin inatçı bir düşmanı olması gerekir.”
Sene 2023, hayat hâlen bu minvalde ve değişen bir şey yok insan doğasında. Bu ülkede, bu doğayı en iyi çözenler ise şu anda bizi yönetiyorlar zaten.
Ama biz yine de devam ediyoruz acılarla dertlenmeye, susanlara hatırlatmaya. Mesela siz bu satırları okurken yüzlerce insan cezaevlerinde işlemediği suçlar yüzünden yatıyor, hakkını aradığı ya da düşüncesini ifade ettiği için cezalandırılıyor. Belki bir gün onların yerinde olacaklar ise “onlardan biri” gibi görünmemek, küçük dünyalarında makul buldukları hayat standardını sürdürebilmek için susuyor veya görmezden geliyor tüm yaşananları.
Abdullah Sarıtaş’ın hikâyesi
Hayvancılık yaparak geçinen Erzurumlu ve on çocuklu bir ailenin oğlu Abdullah Sarıtaş. Mütevazı ve sakin hayatı, 15 Temmuz 2016’da yaşanan darbe girişimiyle altüst olana dek tek derdi, askerlik vazifesini yapıp aile evine geri dönmekten ibaret bir genç düşünün: Ortaokulu bitirdikten sonra çobanlık yapan, doğaya ve hayvanlara âşık, kendi hâlinde, kendi köyünde bir genç. İstanbul Kartal’da yaptığı askerliğinin henüz 19. gününde, 15 Temmuz darbe girişiminin içinde buluverdi kendini Abdullah.
Babası Melih Sarıtaş ve ağabeyi Emrullah Sarıtaş’tan aldığım bilgilere göre o günden bugüne şunları yaşadı:
*Darbe girişimi akşamı, komutanlarının emriyle “Tebligat var, tebligata gidiyoruz” denerek her şeyden habersiz birliğinden alındı, tanka bindirildi ve o tankla Boğaz Köprüsü’ne götürüldü.
*Köprüde ona “halka ateş açması” emredildi ama o ve diğer er arkadaşları bu emre uymadı, halka ateş açmadı.
*16 Temmuz sabahı gözaltına alındı. Gözaltında günlerce iç çamaşırıyla, aç susuz bekletildi. Kötü muamele ve işkence gördü. Öyle ki ailesi onun yaşadığını öğrenip “Buna da şükür” diyerek Silivri Cezaevi’ne görüşüne gittiklerinde, perişan hâlde ve korku içindeydi.
*Gözaltında alınan ifadesinde, sadece havaya bir el ateş ettiğini söyledi Abdullah ki bu ifadeyi de işkence altında verdiğini, aslında hiç ateş etmediğini mahkemede belirtti.
*Ailesi, maddi yetersizlikten kaynaklı, ona avukat tutamadığından, baronun gönderdiği bir avukat baktı dosyasına. Avukat, onu tahliye ettirmek ya da hakkını savunmak için çaba harcamadı, hatta duruşmalara girmedi.
*Şanlıurfa’daki bazı avukatlar, babası ve ağabeyine “Bize 5 bin TL verin, şurada hâkim, burada savcı tanıyoruz, Abdullah’ı çıkarttırırız” dediler. Aile bu kişilere güvenmedi ki zaten verecek paraları da yoktu.
*Yargı sürecindeyse olay gecesi köprüde bulunan görgü tanığı bir kadın; “Hiçbir erin suçu yok, erler havaya ateş etti. Halkın üzerine ateş etmediler. Halka ateş açanlar rütbelilerdi. Köprü ayağının tepesinde bulunan keskin nişancılar da ateş etti” şeklinde ifade vermişti. Lakin AK Partili avukatlar bu kadının şahitliğini reddettiler ve hatta mahkemede ona saldırarak linç etme girişiminde bulundular.
*Mahkeme boyunca mahkûm yakınlarına da saldırılar yapıldı. Hem mahkûmlar hem yakınları hem de avukatları üzerinde büyük bir baskı vardı.
*Sonuçta; 2017’de doğru düzgün savunması yapılmadan gerçekleşen yargılamada birçok suçlamadan beraat etse de “darbeye yardım ve yataklıktan” 17,5 yıl ceza aldı Abdullah. Yedi yıldır da Silivri Cezaevi’nde tutuklu.
*Dosyası Yargıtay’a gittiğinde cezası, “haksız yere verildiği” için değil de “iyi hâli gözetilmeden hesaplandığından” bozuldu. Cezanın tekrar belirlenmesine karar verildi ve mahkeme bugün (10 Temmuz 2023) Abdullah için “uygun” bir ceza seçecek.
“Sizi Allah’a havale ediyorum”
Hikâye korkunç, yaşananlar can acıtıcı. Merak etmeyin, çoğu kişinin bunları hiç umursamadığını gayet iyi biliyorum. Hatırlatmanıza bile gerek yok ama başta da dedim ya, sözüm zaten onlara değil, size.
Biliniz ki: Abdullah’ın babası Melih Sarıtaş oğlunun yaşadıklarını acı içinde anlatırken; “Ben oğlumu vatani görevi için askere gönderdim, siz onu vatan haini olarak bana gönderiyorsunuz. Oğluma bunu yapanları Allah’a havale ediyorum. Ondan daha büyüğü var mı?” diyerek seslendi yetkililere.
Ağabeyi Emrullah Sarıtaş ise; “Ben kardeşimi Erzurum askerlik şubesine kendi ellerimle götürmüştüm. Arkamızda bir dayımız olmadığından başımıza bunlar geldi. Türkiye’de adalet yok, bunu söylemeye devam edeceğiz. Başka ne diyebilirim ki…” diye ekledi.
Gelinen noktada Abdullah’ın suçsuzluğunu ispatlamak veya yaşananları değiştirmek, imkânsız gibi görünüyor ailesine. Abdullah’ın ve onların umutları, sadece iyi hâl indirimine bağlanmış durumda. Ölümü gösterip sıtmaya razı etmek, daha iyi nasıl anlatılabilir ki?
Abdullah’ı özgür bırakın
Peki, şimdi ne olacak? Velev ki bir Allah’ın kulu bile duymadı, bilmedi Abdullah’ı, yaşadıkları da hiç gündeme getirilmedi, bu hikâye “adalet” diye mi geçecek kayıtlara? Bir kısım dalkavuk şakşaklayınca, ona bunları yaşatanların vicdanları rahat mı edecek? Parası pulu yoktu, fakir fukaraydı, avukat tutamadı, sesini duyuramadı diye her şey sümenaltı mı edilecek?
Hayır, beklendiği üzere “Nerede insanlık?” demeyeceğim zira ben aslında insanlığın tam da bu olduğuna, kişisel çıkarları uğruna Abdullah gibilerin üzerinde tepinenlerin, insanlık denen şeyin gerçek tanımını oluşturduğuna inanıyorum.
Her şeye rağmen yine de ekliyorum: Yeter artık, Abdullah’ı özgür bırakın. Çektiği yedi yıllık ıstırap yetmez mi? Bırakın da, ailesine, hayvanlarına ve onları otlattığı dağlarına kavuşsun.