Dilsiz Devler: Etik Gazetecilik Öldü Mü?
Kendilerini etik gazeteciliğin en üst standartlarını uygulama konusunda herkesten üstün gören gazete ve haber kuruluşları İsrail’in Gazze işgalini adil ve onurlu bir dille aktarmakta sınıfta kaldı
25.04.2024
Gazze’de aylardır süren soykırım gibi tahayyül sınırlarını aşan yıkımlar meydana geldiğinde dil adeta anlamını yitirir. Ya da, daha ziyade, anlam dünyadan yok olup gider. İsrail devleti ve Batı’daki müttefikleri tarafından öldürülen ya da sakat bırakılan-eğer “şanslı”larsa- kıyafetlerini sakatlıklarına göre ayarlamak için bir pantolon bacağı beline sokulmuş, uzuvları eksik çocuklar ve bedenleri külle kaplı, hâlâ uyuyormuş görünen ölü bebeklerin sayısız görüntüsü dolaşımda. Kelimeler ne küçük bir kız çocuğun patlamada yitirdiği bacağıyla yer arasındaki boşluğu, ne de bir anne ile göğsüne bastırdığı, oracıkta can veren bebeği arasındaki mesafeyi anlatabiliyor. Hayatta kalan Gazzeliler için yaşam her geçen ân daha korkunç hale gelirken, bu görüntülerin karşılığında hissettiğimiz dil değil, bir yangın ve yangının sessizliği.
Ve fakat dil aynı zamanda savaşları haklı çıkarmak, başlatmak ve sürdürmek için de önemli bir araç. Ve nasıl kollektif insanlığımız Gazze’deki soykırımı durduramadıysa, kendilerini etik gazeteciliğin en üst standartlarını uygulama konusunda herkesten üstün (ve ifade özgürlüğünün kaleleri olarak) gören gazete ve haber kuruluşları İsrail’in Gazze işgalini adil ve onurlu bir dille aktarmakta sınıfta kaldı. Bu yazı yazılırken, 1,7 milyon kişi yerlerinden ve yurdundan edildi ve çoğu açlığın eşiğinde olan bu mülteciler, acil durum barınaklarında yaşıyor. İsrail Savunma Kuvvetleri’nin sivilleri hedef alan saldırıları sonucu binin üzerinde çocuk ampüte edildi. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından, Nazilerin işledikleri korkunç suçları tasvir edebilmek için yeni bir kelimeye ihtiyaç duyulduğunda Holokost’un baş harfi büyük karakterle yazılmıştı. İsrail’in Gazzeli sivillere yönelik hukuka aykırı ve korkunç saldırıları devam ederken benzer bir ihtiyaçtan yeni bir akronim doğdu: “hayatta kalan ailesi olmayan yaralı çocuk” anlamına gelen WCNSF (“wounded child no surviving family”). Harfler ardı ardına eklendikçe telaffuzu giderek zorlaşan bir kelimeler kümesi. Bir damla vicdanı ve empati duygusu olan herkesin boğazına eklenen bir düğüm daha.
22 Mart 2024 günü, medya endüstrisinin New York Times gibi devleri haberlerinin kapsamını Gazze’den daha fazla sese yer verecek şekilde henüz kısmen genişletmişken, Birleşmiş Milletler’de kalıcı bir ateşkes çağrısı yapan bir karar üst üste üçüncü kez veto ediliyordu (daha sonra, Ramazan ayını kapsayacak şekilde geçici bir ateşkes çağrısı yapan bir karar onaylanacaktı). İşgalin ilk günlerinde atılan manşetler büyük ölçüde daha taraflı; en iyi ihtimalle, Gazzeli sivillerin söylediklerine şüphe düşürecek nitelikteydi: İsrail 17 Ekim 2023’te El Ehli Arap Hastanesi’ne yönelik bir saldırı düzenlediğinde (ki bu hastaneleri hedef alan saldırılardan ilkiydi) New York Times başlığında “Filistinliler İsrail’in Hastaneye yönelik bombalı saldırısında yüzlerce kişinin öldüğünü söylüyor” ifadesine yer vermeyi tercih etmişti. Doğru, haber yapıldığında saldırıya dair bilgiler gelmeye devam ediyordu, ancak aynı başlığın herhangi bir Batı ülkesi atılması söz konuşu olamazdı. Bu başlık aslında upuzun bir kitlesel medya manipülasyonu silsilesinin ve Batılı olmayan dünyanın beyaz olmayan halklarına reva görülen saldırgan tavrın yalnızca yeni bir halkası.
Bundan 10 gün önce, 7 Ekim 2023’te, bir infografikteki alt başlık daha açık sözlüydü. “Haritalar: İsrail ve Gazze’deki Saldırılarının Takibi” başlıklı söz konusu interaktif infografiğin alt başlığı şu ifadeleri içeriyordu: “İsrail’in işgali güneye doğru ilerlerken Gazze’nin neresinde geniş alanların üzerinden geçtiğine buradan bakınız.” “Üzerinden geçmek” fiili bu “geniş alanlarda” kimselerin yaşamadığını düşündürürken, İsrail’in işgali “ilerliyordu”. “İlerlemek,” Filistinli çocukları sakat bırakmak bilinçli bir şekilde diz kapaklarının hemen altından vurmasıyla tanınan bir ordu için fazla olumlu bir kelime tercihi.
Daha sonra, New York Times’ın 2 Şubat 2024 tarihli “Hayvanlar Alemi Üzerinden Orta Doğu’yu Anlamak” başlıklı görüş yazısı ırkçılığın daha da berrak bir örneğini gözler önüne serdi. Savaşın başlaması üzerinden dört ay geçtiği bu tarihte, kabul edilemez görüş yazılarıyla gazetenin ana sayfasında yayımlanan savaşa dair gerçeklerin sanki birbirini dengeleyip etkisizleştirildiği sanılıyordu. “Gazze’de Çaresizlik İçindeki Filistinliler Açken Öldürülüyor” gibi bir başlığı “İsrail’in Gazze’nin kuzeyindeki El-Şifa Hastanesi’ne geri dönüşü üçüncü gününe giriyor” gibi bir haber izleyince, New York Times’ın editoryal onuru ve etik gazetecilik standartları üzerindeki şüphe yok olmuyor. Sonraki haftalarda, dünyanın önde gelen gazetesinin “geri dönüş” olarak adlandırdığı eylemin aslında aralarında hastalar ve sağlık çalışanlarının da bulunduğu elleri kolları bağlı sivillere yönelik iki hafta süren bir katliam olduğu ortaya çıktı. Birleşmiş Milletler Yüksek Komiserliği’nin (UNHCR) açıklamasının ifadeleriyle “bir hastanenin kuşatılması ve tahrip edilmesi, sağlık çalışanlarının, hasta ve yaralıların ve onları koruyan insanların öldürülmesi uluslararası hukuk tarafından yasaklanmıştır.” Bu örnekleri gördükçe, insan Gazze Savaşı Karşıtı Yazarlar (WAWOG) ve Al Jazeera Journalism Review ile Twitter’daki barış aktivistleri dışında Gazze’deki soykırımda Batı medyasının rolünü monitör eden herhangi biri var mı diye düşünmeden edemiyor. (WAWOG, New York Times’ın rıza üretim süreçlerine ilişkin kapsamlı bir analiz sunuyor ve bunu infografiklerle, veri analiziyle ve yorumla yansıtıyor).
Dildeki ve temsildeki önyargı ve ardında bıraktığı izin öznelerin insanlığının reddedilmesindeki etkileri, daha önce akademik alanda ve bazen de Orta Doğu özelinde tartışıldı. Judith Butler, 2004’te yayımlanan Precarious Life (Kırılgan Hayat) adlı kitabında 11 Eylül sonrası ABD’sindeki korku ve sansür söylemini gündeme getirmiş ve Irak’ta ölen her Amerikalının bir ismi olduğunun altını çizmişti. Asimetrik bir biçimde, öldürülen birçok Iraklının ise ne adı ve ne de yüzü vardı, bu da onları daha kırılgan kılıyor, yaslarının tutulmasından insanları alıkoyuyordu. (Butler hem kitapta hem de daha sonra, İsrail’in 2023 başlayan Gazze işgalinin ardından, Filistinlilerin yas tutma ve yaslarının tutulabilme hakkı üzerine yazdı). Bu arada, medya tarafından onaylanan bu savaşlardan sağ kurtulan insanlar mülteci olduklarında, haklarında yapılan haberlerde bir kez daha insanlıklarının reddedildiğinin altını çizmekte fayda var. The Oxford Handbook of Refugee and Forced Migration Studies adlı dergide Anne Hammerstad şöyle yazıyor: “Göçmenleri tanımlamak için kullanılan tehdit söylemi insanlıklarını ortadan kaldırıyor ve göçü normal bir insan faaliyeti –hareket, dolaşım– yerine doğal bir felaket olarak tasvir ediyor. Öznelerin insanlığının reddedildiği bu tarz söylemler düşman imgelerinin inşasında olağan bir durumdur ve tekneyle Avrupa’ya erişmeye çalışan göçmenlerin gözaltına alınmasını, sınır dışı edilmesini ve tehlike çağrılarının görmezden gelinmesini kolaylaştırır.” Tıpkı ABD’nin Afganistan, Irak ve Suriye savaşlarında olduğu gibi, İsrail’in Gazze işgalinde de siviller ana akım medyada isimsiz, yüzsüz, insan özelliklerini yitirmiş ve yasları sevdikleri dışında kimselerce tutulamaz hale getiriliyor.
Yanlı habercilik yapan ve dava edilebilecek ifadeler kullanan sadece New York Times değil: Atlantik’in diğer yakasındaki bir başka medya devi BBC, 16 Ekim 2023’te BBC News’ta yayımlanan bir haberdeki “İngiltere’de insanların Hamas’a desteklerini dile getirdiği birkaç gösteri” düzenlendiğine dair yanıltıcı iddiayı düzeltmek zorunda kaldı (haberin ertesi günü yüzlerce kişi protesto etmek için BBC’nin genel merkezine geldi). Bunlar yaşanırken, internet sitelerinde Gazze’yi terörizmle eşitleyen ve dolayısıyla Gazzelileri en temel insani empatiden yoksun bırakan “ABD, ‘Hamas’ın IŞİD düzeyindeki vahşetinin’ 11 Amerikalıyı öldürdüğünü açıkladı” ve “‘İnsan kalkanı dehşeti’ ve İsrail’in ‘11 Eylül ânı’” gibi başlıklar tekrar tekrar yer aldı. BBC’nin başlıklarının birçoğu adeta İsrail ordusu sözcülerinin, üst düzey ABD savunma yetkililerinin ve Başkan Biden’ın sözlerini yansıtıyor. Mesela başı kesilen bebeklerle ilgili doğrulanmamış “raporları” tekrarlayanlardan biri de Başkan Biden’dı ki bu durum, Biden’ın sözlerinin haber merkezlerine kerteriz olmasına daha büyük bir gölge düşürmesini gerektirirdi. BBC daha yakın bir tarihte, Mart 2023’te, İsrail’in Gazze’deki hastanelere yönelik saldırılarını –toplam 36’sını– defalarca haberleştirdi ancak hastaneye yönelik saldırı düzenlemenin savaş suçu olduğundan bir defa bile bahsetmedi.
Akademisyen ve aktivist Noura Erakat BBC’nin bu haberlerinden birini X hesabında paylaşarak “Nassar hastanesi baskınından daha korkunç olan tek şey, savaş suçlarına eşdeğer bu eylemleri ihlallerden bir kez bile bahsetmeden veya bu baskını #Gazze’deki 36 hastaneye yönelik İsrail saldırılarının örüntüsüne dayandırmadan sıralayan @bbc haberciliğidir” ifadelerini kullandı. The Guardian gazetesi de 23 Kasım 2023 tarihli (ve o tarihten bu yana değiştirilmiş) bir haber nedeniyle büyük eleştiri topladı. Söz konusu haberde İsrailli rehinelerden bahsedilirken “serbest bırakılacak rehineler kadın ve çocuklardan oluşuyor” , Filistinlilerden bahsederken “Filistinli mahkûmlar da kadın ile 18 yaş ve altı kişiler” ifadeleri yer alıyordu. Haber adeta Liberal Batı’da sadece beyaz ya da beyaz olarak kabul edilen çocukların “çocuk” olarak adlandırılabileceğini hatırlatıyordu.
Medyanın İsrail’in Gazze’yi ve halkını yok etmesine ilişkin haberlerindeki etik ihlallerin eksiksiz bir listesini oluşturmak son derece zor. Şimdi paylaşacağım örnekler Kuzey Amerika ile sınırlı ve sadece kısıtlı bir fikir edinmemizi sağlayabilir: CNN’in haberlerinin ne denli çarpıtıldığı öylesine ayyuka çıktı ki Şubat 2024’te bizzat kanalın kendi çalışanları sürekli tekrarlanan İsrail propagandasını protesto etti. The Guardian’ın haberine göre, bir CNN çalışanı şunları söyledi: “Savaş başladığından bu yana yapılan haberlerin çoğu, aldığımız ilk bilgiler ne kadar doğru olursa olsun, kanal içinde İsrail’e lehine sistemik ve kurumsal bir önyargı nedeniyle çarpıtıldı. Sonuç olarak, CNN’in İsrail-Gazze savaşına ilişkin haberleri gazetecilik bakımından görevi kötüye kullanma suçu.” Buna ek olarak, New York Post ve Fox News gibi güvenilmez haber kuruluşları başları kesilen bebeklerle ilgili iddiayı yayımlayacak kadar ileri giderek yalan ve sansasyonel haberlerle yanlış bir kamuoyu oluşturdular. Bu yazı yazıldığı sırada, Beyaz Uçurtmalar Direnişi’ne ait bir minibüs New York’ta dolaşarak bu meslekî savaş suçlarından bazılarını sergiliyordu. Dil engeli ve ölçek nedeniyle, Filistin’e yönelik had safhadaki sansürün sivil toplumun her alanını kapladığı Almanya başta olmak üzere Avrupa’daki yayın organlarının pratiklerini takip etmek biraz daha güç, ancak bu listede yer verememiş olsam da son derece önemli.
Aslında ABD’deki haber merkezlerinde çalışan gazeteciler kendilerini istihdam eden kurumları defalarca düzeltmeye çalıştı. Yüzlerce gazeteci, 9 Kasım 2023’te, Filistinli gazetecilerin öldürülmeye devam edilmesini protesto eden ve “İsrail’in Filistinlilere yönelik zulmünün Batı medyasında dürüstçe ele alınmasını” talep eden imzalı bir mektup yayımladı. Bunun karşılığında mektubu imzalayanlar ya Gazze ile ilgili haber yapmaktan men edildiler (Los Angeles Times örneğinde olduğu gibi) ya da başka bir şekilde cezalandırıldılar. Mektubun yayımlanmasından bu yana 30’dan fazla gazeteci misillemeye uğrama korkusuyla imzalarının kaldırılmasını istedi. İmzalarının kaldırılmasını talep eden gazetecilerin işverenleri arasında The Associated Press, The Chicago Tribune, The Washington Post ve Bloomberg gibi yayın kuruluşları yer alıyor.
New York Times’ın editoryal onuru ve politikalarını sorgulayan, yeri geldiğinde hatalarını kamuoyu önünde düzelten bir yayın olan The New York War Crimes’a konuşan Filistinli gazeteci Shuruq As’ad şöyle diyor: “Ana akım Amerikan medya kuruluşları, o kendilerini gazetecilikte çok profesyonel niteleyenler, 7 Ekim’den sonra İsrail ordusunun sözcülüğüne soyundular. O gün yaşananlara dair İsrail ordusunun anlatısını gerçekten satın aldılar, oysa bu anlatı yalandı. Verdikleri bilginin doğru olduğunu teyit etmek için basit, etik gazeteciliğin temel ilkelerini dahi yerine getirmediler ve bunun yerine Filistinlilerin çocukları öldürdüğü, kafalarını kestiği, yaktığı ve insanlara tecavüz ettiği hikâyesini hiçbir delil olmadan satın aldılar. Bu benim için şok ediciydi. Bu medya organlarının [Filistin hakkında haber yaparken] hiçbir zaman doğru olmadıklarını, her iki tarafın görüşlerine yer vermediklerini biliyordum, ama bu haberlerle durum daha da belirgin hale geldi… Haberlerinde Filistinlilere yer verdiklerinde bu Hamas’la ilgili sosyal medyadan aldıkları, İsrail ordusunun suçlu olduğumuzu söylemesine yardımcı olacak bir demeçti… Yaptıkları en tehlikeli şey, bu savaşı 7 Ekim’de başlamış gibi göstermek. Oysa Ukrayna ile ilgili haber yaptıklarında tarihte yirmi hatta yüz yıl geriye gittiler. Ama Filistin’de bunu yapmadılar. Herhangi bir siyasi zemine ya da tarihe atıfta bulunmadılar. İnsanları yanıltıyorlardı ve sözleri mermi kadar tehlikeliydi.”
New York War Crimes’ın sloganı, Edward S. Herman ve Noam Chomsky’nin 1988 tarihli Manufacturing Consent: The Political Economy of the Mass Media (Rızanın İmalatı: Kitle Medyasının Ekonomi Politiği) adlı kitabına atıfla “All the Consent That’s Fit to Manufacture”, yani “İmal Edilmeye Uygun Rızanın Tamamı”. Kitap, propaganda iletişim modelinde editoryal önyargının beş filtresinden bahsediyor. Chomsky, Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından beşinci filtre olan “antikomünizm”in yerini “terörle savaş”ın aldığını savunuyor. (Bu kitap 2001’de yayımlandığında, kendi rıza imalatı defteri kalabalık olan Türkiye Cumhuriyeti’nin yayıncı Fatih Taş’a dava açtığını da not etmek gerekir. Davanın gerekçesi kitabın Türkiye’de devletin Kürt nüfusuna yönelik şiddetini de örnek vermesiydi.)
Bu yazının yazılması ve gözden geçirilmesi esnasında, yedi World Central Kitchen yardım görevlisiyle birlikte Gazze’de yüzlerce sivil daha İsrail tarafından öldürüldü. İran ve İsrail birbirlerine yönelik saldırılar düzenlemeye başladı. Han Yunus’taki bir sağlık kompleksinin içinde bir toplu mezar bulundu. İşgal 200 günü aşkın bir süredir devam ediyor ve Gazze’de milyonlarca insan hâlâ aç. ABD’nin dört bir yanındaki öğrenciler Columbia Üniversitesi, NYU, Yale, MIT ve daha birçok üniversitede kamplar kurdu, hatta Columbia Üniversitesi protestolar nedeniyle derslerin çevrimiçi yapılacağını duyurdu. Özgürlük Filosu Koalisyonu (ÖFK) adlı bir grup, İsrail’in hukuksuz deniz ablukasını kırmak ve 5 bin ton insani yardım ulaştırmak üzere İstanbul’dan Gazze karasularına doğru yelken açmaya hazırlanıyor. Aralarında Barselona’nın eski belediye başkanı Ada Colau’nun da bulunduğu 30 ülkeden binden fazla gönüllünün içinde bulunduğu grup, “hükümetlerimizin işini yapmak” için yola çıktı. Grubun Instagram hesabında yayınlanan çok sayıda videodan birinde, basın sorumlusu şöyle diyor: “Geçmişte geleneksel medyaya güveniyorduk. Onlara hâlâ ihtiyacımız var ve önemliler. Ancak ÖFK içerik üretmek, Gazze’de neler olup bittiğini göstermek ve Filistin halkının maruz kaldığı zulmü ifşa etmek için sağlam ve güçlü bir medya ekibi kurdu.” Sosyal medya, İsrail’in 2023’te Gazze’yi işgal etmesinden öncesinde de Filistinlilere adil bir platform sağlayamamıştı. Ancak örgütün kendi medya takımını kurma gereksinimini hissetmesi, geleneksel medyanın durumu konusunda iyi bir ipucu veriyor.
Filistinli yazar Sarah Aziza, Baffler’daki “Crimes Against Language” (“Dile Karşı Suçlar”) başlıklı yazısında Filistin’i siyasi bir kanarya ve zamanda bir yırtık olarak niteliyor. “Direnmek ya da kabul etmek, ikisinden bize ikisinden birinin düştüğü bir geleceğe bakıyoruz,” diye devam ediyor. Benzer şekilde, Gazzelilere ve insanlığa yönelik medya dilinde ve başka şekillerde işlenen suçlar da eşzamanlı olarak geçmişte, günümüzde ve potansiyel olarak gelecekte gerçekleşiyor: Hâlâ mümkünken, pek çok kişinin tanıklığında işleniyorlar. Ama asla unutulmayacaklar.
> Yazının İngilizce versiyonu: Mute Giants: Is Ethical Journalism Dead?