Bağımsız Maden İş sendikası örgütlenme uzmanı Başaran Aksu. Kaynak: Aksu'nun arşivi.

Direnişimiz, işçi sınıfının ve toplumun sorunlarıyla ortaktı

Başaran Aksu: Özgür Özel dahil olmak üzere CHP ve DEM Parti’den pek çok vekil, Ferhat Nasıroğlu’yla görüştü. Nasıroğlu bizim için ‘marjinaller, radikal gruplar’ demiş. AKP grup başkanıyla görüştük, notlar alıp cumhurbaşkanına ileteceğini söyledi. Hiçbiri sonuç vermeyince açlık grevine başladık

ASLIHAN GENÇAY

23.10.2024

Manisa’nın Soma ilçesinde faaliyet gösteren Fernas Madencilik’te, Bağımsız Maden İş sendikasına üye işçilerin sendikal faaliyetlerinden kaynaklı işten çıkarılmaları üzerine 25 Ağustos’ta başlayan işçi direnişi, 55 gün boyunca devam etti. 

İş güvenliğinin sağlanması, havza ortalamalarına uygun maaş zamlarının yapılması ve sendikal faaliyetlerin güvence altına alınması talepleriyle direnen işçiler, mücadelelerini adım adım geliştirdiler. Duyarlı kamuoyunun, basının, muhalif siyasi partilerin ve sanatçıların da desteğini alan direniş, maden önünde oturma eyleminden Ankara yürüyüşüne evrildi.

Fernas Madencilik’in sahibi AK Parti Batman milletvekili Ferhat Nasıroğlu’nun, işçilerin makul taleplerine olumlu yanıt vermemesi ve diyalog yolunu kapatması üzerine açlık grevine de başlayan işçiler, süreç boyunca pek çok baskı ve saldırıyla karşı karşıya kalmalarına rağmen inatla direnmeye devam ettiler.

İşçilerin direnişi sürerken, DEM Parti İstanbul milletvekili Sırrı Süreyya Önder’in çağrısı ve AK Parti grup başkanı Abdullah Güler’in katkısıyla Ferhat Nasıroğlu, işçilerle uzlaşmayı kabul etti. İşveren ve işçi heyeti arasında üç gün süren müzakereler sonucu, işçilerin taleplerinin kabul edilmesiyle 20 Ekim’de direniş son buldu.

Bağımsız Maden İş sendikasının yanı sıra Umut Sen, DGD Sen, Tarım Sen ve PTT Sen’de de gönüllü örgütlenme uzmanlığı yapan, maden işçilerinin direnişinde ise ön saflarda yer alan Başaran Aksu’yla direniş sürecinde yaşananları konuştuk.

“O it oğlu itleri asla içeri almayacağım.”

> Fernas Madencilik’in sendikalı işçileri hedef alarak işten çıkarması, direnişin başlangıç noktasını mı oluşturdu?

İş yerinde 7-8 aydır örgütlenme süreci yürütüyorduk. Son birkaç ayda, işçilerin iş güvenliğiyle ilgili şikayetleri artmıştı. Yöneticilerle konuştular ama sonuç alamadılar. Diğer ocaklarla aralarındaki ücret farkı da çok barizdi. İşçilerin sendika üyelikleri artış gösterince, amirler rahatsız oldu ve altı işçiyi işten attılar. Genel başkan, sorunu diyalogla çözmek için işverenle defalarca görüşmek istedi ama yanaşmadılar. Biz de konuyu CHP Manisa il örgütüne taşıdık.

> İşverenin tavrında bir değişim oldu mu?

İşletme müdürü Serkan Güncü; iş yerine asla sendika sokmayacaklarını, beyan etti. Kaymakamlık, valilik gibi devlet kurumlarıyla da görüşüldü fakat bir sonuç çıkmadı ve direniş başladı. 

Size destek eren milletvekilleri kimlerdi?

> Direnişin ilk günü CHP Manisa vekili Ahmet Vehbi Bakırlıoğlu doğrudan şirket yöneticisiyle görüştü, sendikaya asla izin vermeyeceklerini, söylediler. İkinci gün DEM Parti vekili İbrahim Akın işletme müdürüyle görüştü. Bu görüşmede işletme müdürü, işçilere yönelik hakaret içeren ifadeler kullanmış.

> Ne demiş mesela?

“O it oğlu itleri asla içeri almayacağım. Hiçbir güç bunu sağlayamaz…” demiş. Tabii direniş devam etti.

> İşveren, Bağımsız Maden İş’ten mi kaygı duyuyordu sence? Sarı sendika olsanız aynı tavırla karşılaşır mıydınız?

Bağımsız Maden İş, bölgedeki işletmelerin ve maden sektöründeki tüm patronların ürktüğü bir sendika. Soma’da iki dönem, işçilerin tazminatları için mücadele etmiştik. Yaklaşık üç buçuk yıl süren sert bir mücadele süreciydi. Gözaltılar, davalar, Ankara yürüyüşleri, yol kesmeler, yolda yatmalar yaşanmıştı. İki mücadeleyi de kazandık.

Sonra madenlerinde; Eczacıbaşı, Özyeğin, İmbat, Demir Export, Koç, TKİ ve Yeni Anadolu’daki direnişlerde de geri adımsız bir tavır sergiledik. Ermenek’te, 85 gün boyunca iki maden ocağını işgal ederek direndik. Divriği’de maden ocağını üç gün işgal ettik. Hepsi kazanımla sonuçlandı ve bunlar, maden işletmelerini ürküttü. Hem devlet hem de yerel oligarşiler, sendikanın barajı aşmasını engellemeye çalıştılar ama üç defa geçtik barajı. Ferhat Nasıroğlu; “Bütün maden patronları beni arayıp, dik durmamı, taviz vermememi söylüyorlar.” demişti. Bir kazanım olduğunda kendi şirketlerine de yansıyacağından ve sendikadan korkuyorlar. Direniş sürecimizde madene Türk İş’i getirerek, işçileri ikna etmeye de çalıştılar fakat işçiler ikna olmadı.

“Direnişin ilk günü sert bir müdahale yaşandı.”

> Direniş adım adım büyüdü izlediğimiz kadarıyla. Nereden başlayıp nereye evrildi?

İlk gün, işletmenin içine girdi işçiler. 750’nin üzerinde asker, 70 işçiyi gözaltına alıp, 7 saat sonra bıraktılar. Halbuki gözaltı kararı yokmuş. Karar, ertesi gün yazıldı savcı tarafından. Direniş, böyle sert bir müdahaleyle başladı.

> Bu sertlik işçileri korkuttu mu?

Aksine hem işçiler hem de aileleri daha çok bilendi. Madenin olduğu bölgedeki yol, beş köy tarafından kullanılıyordu. Jandarma, valilik emriyle yolu kapattı. O yolda iki gün direndik; beni, genel başkanı ve iki madenciyi gözaltına alıp üç gün tuttular. Vekillerin müdahalesi olmasa avukatlarımızla dahi görüştürülmeyecektik. Gözaltından sonra bize, adli kontrol ve yurtdışına çıkış yasağı verdiler, telefonlarımıza da el koydular.

> Eylemi neden Bodrum’a taşımıştınız peki?

Bodrum’da, Ferhat Nasıroğlu ve Fikret Orman’ın ortak bir otelleri var. Direnişin 28. günüden itibaren, hafta sonları bu otelin önüne beş işçiyi göndermeye başladık. İşçiler otelin önünde bekliyorlardı. Gerek bölgedeki kolluk gerekse de yargı, direnişi engellemek istedi ve iki kez gözaltına alındı işçiler. Bodrum halkı ise direnişe sahip çıktı. Sonrasında Ankara’ya, Fernas Genel Merkezi’ne gitme kararı aldık.

“Paramız yok, market çeki verelim.”

> Meclise yürümeyi de planlamış mıydınız?

Evet. Otuz işçi otobüsle iki günlüğüne Ankara’ya gitti. İlk gün meclise yürümelerine izin verilmediği için 8 saat Konur Sokak’ta, polis kordonu altında beklediler. İkinci gün Fernas Genel Merkezi’ne giden işçiler, şirketin önünde ters kelepçelenip darp edilerek gözaltına alındılar. Bu gelişme üzerine süreyi, bir gün daha uzattık. Basın da sıkıştırınca üçüncü gün, şirketin alt düzey yöneticileri, üç işçiyle bir görüşme yaptı.

> Teklifleri ne oldu bu görüşmede?

“Ekonomik gücümüz yok. Talep ettiğiniz ücretleri veremeyiz. Zam yapamayız. İş güvenliğine bakarız. Atılanları almayacağız. Market çeki verelim…” şeklinde bir yaklaşım sergilediler. 

> Koskoca Fernas Madencilik, “Paramız yok, market çeki verelim” mi dedi açık açık?

Evet, iki adet altışar bin liralık market çeki teklif ettiler. İşçiler kabul etmedi tabii. Ankara’dan döndüler ve madenin önünde oturmaya başladık. Yüzlerce asker vardı, bariyerler kurulmuştu. Servisleri ve kamyonları, bizim önünde oturduğumuz kullanılmayan kapıya doğru, üzerimize sürdüler. Yine gözaltına alındık. Savcı, genel başkan ve benim için ev hapsi istemiş. Hakim ise bize, iş yerine 500 metre yaklaşmama cezası verdi. 270 üyemizin olduğu iş yerinin önüne gidemeyecekmişiz! Bırakılır bırakılmaz tekrar iş yerinin önüne gittik, adli kontrol için imza vermeye de gitmedim. Zaten günlerdir polisin, jandarmanın, istihbaratın gözünün önündeydik, neden gidip imza atacaktım?

“Devlet tüm gücüyle patronun yanında yer aldı.”

> Ankara’ya yürüme kararını o gün mü aldınız?

Evet, Ankara’ya yürüyerek gitmeye karar verdik. Mesafe 602 km’ydi. Tehlikeli, virajlı ve yokuş yollardan oluşan 301 km’yi araçla, kalan 301 km’yi de yürüyerek katetmeyi planladık. Sivrihisar’dan itibaren çıplak ayakla yürümeye başladık. Ankara girişinde engellendik. Devlet tüm gücüyle patronun yanında yer alıp, madenci kaybetsin diye seferber oldu.

> Siz de tekrar meclise yürümeye mi karar verdiniz?

O güne dek patronun iş yerine gittik görüşemedik, oteline gittik yine görüşemedik, üstüne üstlük gözaltına alındık. Biz de işçilerle tartışarak, taleplerimiz için patronun bulunduğu meclise yürümeye karar verdik.
Sendikalı olduğu için işten atılan yüz binleri, iş cinayetlerinde öldürülen on binleri ve onların milyonlarca yakınını da temsil ediyorduk. Yaşadıklarımızı, toplumun yaşadığı adaletsizlik ve eşitsizlik duygusuyla birleştirmek istedik.

> CHP, Ankara yürüyüşünüze de destek oldu mu?

CHP’nin yerel belediyeleri yürüdüğümüz güzergah boyunca bize çadır, araç, yemek desteğinde bulundu. CHP Manisa il başkanı İlksen Hanım, yol boyunca bize sağlayacakları lojistiği koordine etti. Bu destek, ilerlememizi sağladı. Tabii işçi arkadaşların çoğu evliydi ve çocukları vardı. Maaş alamadıklarından, kiralarını ödeyemiyorlardı ve aileleri mağdurdu. Bu konuda bir dayanışma organize edememiştik ki Haluk Levent aradı ve 61 işçiye maddi destek sundu. Bu destek, bizim için çok önemliydi.

Meclise geldiğinizde; DEM Parti, EMEP ve TİP destek verdi. Kemal Kılıçdaroğlu da geldi ve çözüm sağlamak için işverenle temaslarda bulundu fakat herhangi bir olumlu geri dönüş olmadı. 

> Şirketleri olan Ferhat Nasıroğlu, tüm iş yerlerinde sendika olabileceğini bilmiyor mu?

Ferhat Bey’in hiçbir şirketinde sendika yok. Sendika karşıtılar ve ilk defa böyle bir direnişle karşılaşmışlar. Yeni yeni öğreniyorlardı bu açıdan.

> Peki, mecliste neler yaşadınız, ‘baldırı çıplaklar meclisi bastı’ psikolojisi oluştu mu?

Çıplak ayakla girdik meclise. Bu, parlamento tarihinde yokmuş. Tabii çok rahatsız oldular. Ben mecliste, seçilmişlerin üstünlüğü ve kudreti vardır zannediyordum ama öyle değilmiş. Orada doğrudan burjuvaziyi temsil eden bir devlet gücü var. 45 kişi olduğumuz için bizi dışarı çıkarmak, “süpürmek” istediler. Görüşmeler sonucu yedi arkadaşımızı mecliste bıraktık ve çıktık. Arkadaşlarımız, meclisteki partiler ve vekillerle görüşmeler yaptı. Bir AK Parti vekili bize “Yerden göğe kadar haklısınız.” dahi dedi. Görüşmeler sonrası parkta beklemeye başladık.

“Görüşmelerden sonuç alamayınca açlık grevine başladık”

> Merak ettiğim; direnişiniz zaten gündemdeyken ve kamuoyu oluşmuşken neden açlık grevine başladınız ve basına tavır aldınız? Öte yandan açlık grevi etkili bir eylem biçimi mi sence?

Özgür Özel dahil olmak üzere CHP ve DEM Parti’den pek çok vekil, Ferhat Nasıroğlu’yla görüştü. Nasıroğlu bizim için “Marjinaller, radikal gruplar” demiş. Enerji Bakanlığıyla, Çalışma Bakanlığıyla da görüşmeler yaptık, raporlar sunduk. AKP grup başkanıyla görüştük, notlar alıp cumhurbaşkanına ileteceğini söyledi lakin hiçbiri sonuç vermedi. Aileler sıkıştırıyor, işçiler eşleriyle tartışıyorlardı. Çocuklar vardı, para yoktu, derken tekrar yürümek istedik. Polis önümüzü kesince de yere yatarak spontane bir şekilde açlık grevine başladık. Normalde kararları tartışarak alırız ama o zaman “Açlık grevindeyiz arkadaşlar.” dedim ve herkes onayladı. Siyasetçilerle, gazetecilerle, polisle de iletişimimizi kestik, artık sabrımız taşmıştı.
Açlık grevi, madenci geleneğinde var aslında. Yeraltına kapanma eylemleri, zaten fiilen açlık grevine dönüşür. Bizim her durumda tasvip ettiğimiz bir eylem biçimi olmasa da o gün şartlar bunu gerektirdi.

“Üç işçinin işe dönmesi için müzakereler sürüyor”

> Çözüm süreci nasıl gelişti?

Direniş sürecinde Sırrı Süreyya Önder’e de ulaşmıştık. Sırrı Süreyya Önder ve AKP grup başkanı Abdullah Güler, Ferhat Nasıroğlu’yla görüşmüş, ikisinin baskısıyla bir anlaşma sağlamışlar. Önder, açlık grevinin üçüncü gününde yanımıza geldi ve bu görüşmeyi aktardı. Müzakere başlayacaktı, bunun üzerine açlık grevine ara vererek Soma’ya döndük.

Müzakerelere beş kişilik bir işçi heyeti katıldı zira işveren tarafı, sendikanın temsiliyetini kabul etmedi. Holding genel müdürü ve avukatlarla görüşüldü, taleplerimiz kabul edildi. Şu anda sadece üç işçi arkadaşımızın işe geri alınmasıyla ilgili müzakere süreci devam ediyor. Süreç devam ettiği için sendika henüz bir açıklama yapmadı.

> Yayınlanan uzlaşı metninde, sorunların kaynağı olarak “iletişim eksikliğinin” gösterilmesi dikkat çekici. Sürecin başından bu yana iletişimi reddeden işveren değil miydi zaten?

Müzakereler sırasında mülayim konuşmuşlar ve iletişim eksikliğinin kendi aralarında yaşandığını ifade etmişler. “Bizim hatalarımız oldu.” demişler.

> Direnişin başında bir skandal da yaşanmış, iş yeri müdürü Serkan Güncü tarafından kişisel verileriniz sosyal medyada paylaşılmıştı. Bu konuda hukuki girişimleriniz oldu mu?

Serkan Güncü; önce Erdinç Demirtaş’ın sendika üyelik bilgilerini, ardından da benim SGK bilgilerimi sosyal medyada yayınladı. Bu bilgilere, iki ayrı otomasyonla ulaşma yetkisi, sadece devlet kurumlarında vardır. İşveren tek başına ulaşamaz. Bu konuda suç duyurusunda bulunduk.

> Direnişiniz siyasi partilerin ve kamuoyunun desteğini alsa, pek çok vekil arabuluculuk yapsa da sonuçta özne sizdiniz ve direnmekte ısrar etmeseydiniz sonuç alamazdınız. Bu kapsamda direnişinizin demokratik kazanımlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bizim mücadelemiz, işçi sınıfının ve toplumun sorunlarını da kapsıyordu. İşverenler, sendikaları satın aldılar ve bu nedenle işçi direnişlerinin çoğu yenilgiyle sonuçlanıyordu. İşçiler, sendikalardan uzak durmaya başlamıştı.
Doğrudan veya dolaylı olarak sermayenin kontrolü altındaki sendikalar, ne iş cinayetlerine tepki gösterir ne de işçi haklarını savunurlar. Son iki yılı “vergide adalet” demekle geçirdiler. Ne dedikleri de belli değil. Kardeşim, holdinglerden %50 vergi alırsanız memleketin bütün meseleleri çözülür, desenize. Demiyorlar ve dememek için lafı dolandırıyorlar. Direnişimiz, sarı sendikacılığı da teşhir ettiğinden, DİSK içerisindeki Nakliyat İş, Birleşik Metal, Enerji Sen, Birleşik Orman İş gibi sendikalar dışında, bize destek veren sendika olmadı. Fakat yurdun değişik yerlerinden işçiler, örgütlenmek için bize ulaştılar.

Türkiye’de sendikal özgürlük yok, bu yüzden işçiler, sendikalara üye olurken ‘Bu sendika arkamda duracak mı?’ diye düşünmeliler. Yalnız kalmama ve bedel ödememek için üye olacakları sendikayı araştırmaları lazım.

Sarı sendikaları satın alan holdingler; her alanı, yasaları, hatta insan bedenlerini de istila etmiş durumdalar. Bu nedenle rahmetli Mahir Çayan’ın dediği gibi; sömürüye ve iş cinayetlerine karşı direnmek, emperyalizmle mücadele etmekten bağımsız değildir.