Doğrulama, demokrasinin yeni bekçisi mi

Doğru olmayan bilgilerle partizanlaşan kitlelerin saflarını sağlamlaştırdığını, politikacıların bu gidişatı beslediğini söylemek mümkün

P24

04.12.2016

 
 
Donald Trump’ın ABD başkanlık koltuğuna oturmaya hazırlandığı şu sıralar, başta Amerikan medyası olmak üzere, yeni nesil habercilik hakkında düşünen medya kuruluşları ve gazeteciler, yanlış bilginin nasıl yayıldığı ve seçimler üzerindeki olası etkisi konusunda topyekûn bir tartışmaya girmiş durumda.
 
Tartışmanın odağında, Trump’ın başkanlığı kazanmasındaki en önemli etkenlerden birinin sosyal ağlarda yayılan yanlış bilgiler olduğu ve bu bilgileri kendileriyle aynı şeyi düşünen insanlarla paylaşan yurttaşların partizanca tutum sergilediği iddiası yer alıyor. Partizanlığın ise gerçeklerin geri planda kalmasına neden olduğunu öne süren tartışma, her geçen gün farklı bir boyut kazanıyor.
 
Bazı gazeteciler suçu Facebook, Google gibi dev yapıların geliştirdiği algoritmalara atarken, bazı yazarlar ise yanlış haber probleminin sosyal medyayla var olmadığını, geleneksel medyanın da bu suçta payı olduğunu belirtiyor. Kimileriyse Facebook ya da Google’ın doğrulama yapmaya soyunmasının sakıncalı olabileceğini ifade ediyor.
 
Facebook ve Google’ın, yanlış haber yayan partizan sayfalara karşı önlem almak için harekete geçmiş olmasına rağmen bugün dahi eleştirilerden kurtulamadığını söylemek mümkün. Bu eleştirilerin dayandığı en temel nokta ise özellikle Facebook’un kullanıcılara yalnızca kendileriyle aynı şeyi düşünen insanların paylaşımlarını gösteriyor olması. Yankı fanusu ismi verilen bu zaman tünellerinde yanlış bilginin çok daha hızlı yayılması ve çok daha fazla kişiyi etkilemesi tartışmanın alevlendiği nokta.
 
Suçun yalnızca algoritmalara ya da sosyal ağların davranışlarına atılamayacağını öne süren yaklaşım ise, medyaya olan güvenin gittikçe düştüğüne dikkat çekerek, gazeteciler ve medya kuruluşları bu güveni tekrar sağlamak için harekete geçmedikçe, yanlış bilgi yayılımının önüne geçmenin imkansız olduğu görüşünde.
 
Fact-checking demokrasinin yeni bekçisi olabilecek mi?
 
Yeni olmayan ve birkaç yıldır belli aralıklarla tartışılan yanlış bilginin seçimleri ve politikayı nasıl etkilediği sorusunun tekrar gündeme gelmesi doğrulama platformları ve fact-checking (gerçeklik kontrolü veya doğruluk kontrolü) yapan organizasyonların önemini bir kez daha gözler önüne serdi.
 
Tam da bu tartışmaların üzerine, Reuters Institute tarafından yayınlanan Digital News Report 2016: The Rise of Fact-Checking Sites in Europe başlıklı rapor, Avrupa’daki fact-checking organizasyonlarının nasıl yapılandığı, hangi metodolojiyi izlediği, ekonomik sürdürülebilirliği nasıl sağladığı ve nasıl geliştikleri üzerinde duruyor.
 
Rapora göre şu an aktif olarak faaliyet gösteren 113 fact-checking organizasyonunun yüzde 90’ı 2010 sonrasında kuruldu. 50 organizasyon ise sadece iki yıl içerisinde ortaya çıktı. Rapor için görüşülen Avrupalı fact-checking organizasyonlarının işleyişi ile ilgili iki ana model var. İlki bir medya kuruluşunun altında faaliyet gösteren, medya kuruluşu tarafından finanse edilen ve doğrudan medya partnerliği olanlar. İkincisi ise, daha çok Avrupa’nın doğusunda yaygın olarak gözüken kâr amacı gütmeyen model. Bu modelde ise organizasyonlar kâr amacı gütmeyen bir yapı üzerinden faaliyetlerini sürdürüyor.
 

 
Rapora göre fact-checking organizasyonlarının yüzde 64’ü yerine getirdikleri işlevi gazetecilik olarak tanımlıyor. Bunun yanı sıra aktivist olduğunu söyleyen, politika uzmanı, akademisyen ya da teknolojist olduğunu ifade edenler de var.
 
Organizasyonların neredeyse tümünde görülen ortak hedef ise kamuoyunu doğru bilgilendirmek ve sağlıklı bir tartışma zemini oluşturabilmek. Politikacıların sorgulanabilir olduğunu göstermek ve yanlış bilginin yayılmasını önleyerek krizin büyümesini engellemek de peşi sıra gelen hedefler arasında.
 
Yalancıda mum bitmiyor
 
Yalnızca iki yılda 50 fact-checking organizasyonunun ortaya çıkması tesadüf değil. Son zamanlarda konuşulmaya başlanan post-truth (gerçeklik sonrası) kavramı, yalanın ve yanlış bilginin önemsenmediği, yanlış beyanlarda bulunmanın yadırganacak ya da siyaseti önemli düzeyde etkileyecek bir faktör olmadığına dair bir algı kırılmasının yaşandığı bir dönemi işaret ediyor.
 
Gerçeklik sonrası dönemin en belirgin işaretlerini kutuplaşmada ve partizanlıkta görmek mümkün. Doğru olmayan bilgilerle partizanlaşan kitlelerin kutuplaşmadaki saflarını sağlamlaştırdığını ve politikacıların da bu gidişatı hem beslediğini, hem de bu durumdan yararlandığını söylemek mümkün.
 
Raporda en çok dikkat çeken detay, fact-checking kuruluşlarına, yaptıkları doğrulamalar sonrası siyasetçilerin hatalarını kabul edip etmediğine ilişkin soruya gelen cevaplar. Bugüne dek demeci yanlışlanan hiçbir siyasetçinin hatasını kabul edip, düzeltme yaptığına tanık olunmamış.
 
Bununla birlikte organizasyonlar, siyasetçilerin kendilerini takip ettiklerini ifade ediyorlar. Ancak bu takip, yalnızca karşı politik görüşten bir siyasetçinin yanlışlanan demecini paylaşmak ve kutuplaşmadaki yerini güçlendirmek için kullanılıyor.
 
Çoğu kuruluş, haberlerini kopyalayan websitelerinin partizanca tavırlarından etkilenmekten korkuyor veya bir medya organizasyonuyla işbirliği yapmanın belli bir tarafa aitmiş gibi gözükmelerine neden olacağını düşünüyor.
 
Gerçeklik-sonrasını yaşadığımız, yalanın ayıplanmadığı, yalan söyleyenin foyası ortaya çıktığında yüzünün kızarmadığı böyle bir dönemde, fact-checking ve doğrulama yapan kuruluşlara olan ihtiyacın her halükârda artacağı düşüncesindeyim. Türkiye’de Doğruluk Payı, Malumatfuruş, Yalansavar ve teyit.org gibi yapıların verdikleri mücadelenin de kısa vadede sonuç alınabilecek bir şey olmadığını düşünüyorum.
 
Doğru bilginin önemli olduğu inancını ve gerçeklere her zaman herkesin bir gün ihtiyacı olacağı bilincini kazandırabilmek için önümüzde çok uzun bir yol var.