Dünya 1’den büyüktür

Türkiye’yi dünyanın merkezi sanınca bazı meseleleri anlamak da zorlaşıyor. Halbuki, dünya 1’den büyük, Türkiye de Erdoğan’dan

EFE KEREM SÖZERİ

12.03.2017

Türkiye’de bazı tartışmaları yapmak zor, çünkü anlaşmak için değilse bile anlamak için karşı tarafın da nasıl baktığını düşünmek gerekiyor. Türkiye’yi dünyanın merkezine koyunca, tüm dünyayı Türkiye’ye düşman sanınca, bu mümkün olmuyor. Halbuki, dünya sadece 5’ten değil, 1’den de büyük; Türkiye ise Erdoğan’dan ibaret değil.
 
Hükümet üyelerinin Avrupa’da resmî ziyaret görünümlü seçim kampanyası düzenlemesine çeşitli engeller çıkarılmıştı. AK Parti’nin ezberden “İslamofobi, ırkçılık” söylemini bir seviye daha sertleştiren Erdoğan, Almanya ve Hollanda hükümetlerine “Nazi” bile dedi. En son, Dışişleri Bakanı’nın uçağına izin vermeyen Hollanda, diplomatik dokunulmazlığı olan bir araçla ülkeye kaçak olarak giren Aile Bakanı’nı Rotterdam’daki konsolosluk önünde durdurdu, “istenmeyen kişi” ilan edip sınır dışı etti.
 
Muhalif yakada ise eleştiri okları Avrupa’ya yöneltiliyor, yasakların “Evet’in ekmeğine yağ sürdüğü” eleştirisi baskın.
 
Önce tartıştığımız kişileri, sonra da baktığımız yeri değiştirsek asıl sorunu tartışmaya bir faydası olur mu?
 
Esad ve Bayık Türkiye’de seçim kampanyası yapabilir mi?
 
Soru provokatif gelebilir ama cevabı daha da provokatif: Türkiye’de üç milyon vatandaşı bulunan Suriye devlet başkanı Beşar Esad’ın kampanya yapması henüz mümkün görünmüyor ama PKK’nin kurucularından Cemil Bayık milyonlarca Türkiye vatandaşı önünde konuşma yapmıştı.
 
Kandil’de bulunan Bayık’ın “KCK yürütme konseyi eş başkanı” sıfatıyla Diyarbakır’daki 2014 Newroz kutlamalarında yaptığı 15 dakikalık bu konuşma Türkiye’de televizyondan da yayınlandı. Aynı törende PKK lideri Abdullah Öcalan’ın hapisten gönderdiği mektup da okunmuştu.
 

https://www.youtube.com/watch?v=Mpv5RtfcsCU 

Gazeteci Celal Başlangıç’ın Artı Gerçek’te etraflıca anlattığı gibi, Erdoğan’ın Merkel’e yönelik eleştirilerinden biri olan ve Almanya’nın PKK’ye destek verdiğine kanıt olarak gösterilen Bayık’ın Köln’deki bir kültür merkezinde görüntülü olarak konuşması, 2014’ü hatırlayınca anlamsızlaşıyor. Bugün “terör örgütü” sayılan Suriye’deki PYD’nin lideri Salih Müslim de defalarca Türkiye’de hükümet yetkilileriyle görüşmüştü.
 
“Birinin teröristi diğerinin özgürlük savaşçısı” sözünü hatırlatırcasına, Türkiye’nin içinde olduğu görüşmeler Suriye hükümetince “ülkeyi bölme planı” olarak nitelendiriliyor, Türkiye, destek verdiği silahlı muhalif örgütler nedeniyle “teröre destek veren ülkeler” arasında sayılıyor.
 
1990’larda bu iddialar tam tersiydi. Hattâ Öcalan’ın Suriye tarafından korunduğu iddiasıyla 1998’de savaş noktasına gelinmişti. AK Parti döneminde düzelen ilişkiler 2009 ve 2010’da Suriye’de iş birliği toplantıları ve ortak askerî tatbikatlarla perçinlendi, 2008’de Esad ailesi Erdoğan’larla birlikte tatil yapmak için Bodrum’a bile geldi.
 

[ Türkiye-Suriye tatil kardeşliği, Radikal, 5 Ağustos 2008 ]
 
2011 seçimlerinden hemen sonra ise Erdoğan, Esad’ın Suriye’deki muhalefete yönelik tutumunu eleştirmiş, Suriye yönetimi de resmî haber ajansı SANA kanalıyla Türkiye’nin silahlı muhaliflere yardım ettiğini öne sürmüştü. Aradan geçen zamanda iç savaş Suriye’yi yerle bir ederken, Türkiye’ye de ciddi bir mülteci nüfusu kazandırdı. Türkiye’de şu an 2,8 milyonu geçici koruma statüsüne sahip 3,2 milyon Suriye vatandaşı var.
 
Türkiye’deki Suriyeliler savaştan kaçmış olabilirler, ama hepsi de Esad’a düşman veya Erdoğan destekçisi değil. Özellikle sınır bölgelerinde Esad’ın askerî operasyonlarını bile haklı bulanlar, Esad yanlısı yürüyüşler düzenleyenler de var. Artık kalıcı olarak Türkiye’ye yerleşen Suriyelilerin aidiyetlerini, siyasi yönelimlerini henüz pek konuşmuyoruz ama Suriye’deki fırtına durulunca cihatçısından entelektüeline, Suriye’nin tüm siyasi bunalımlarını Türkiye sokaklarında bilfiil hissedeceğiz.
 
Bugün silahsız Kürt muhalefetinden 13 milletvekilini ve 155 gazeteciyi hapiste tutan Türkiye’deki iktidarın Avrupa’ya “Nazi” demesinden daha absürt olacak olan, savaş suçlusu Esad yönetiminin bir gün Türkiye’de miting yapamayınca insan haklarından bahsetmesi olabilir.
 
Ama içi boş retoriğe takılmayıp hukuka bakınca bir Türkiye vatandaşı olarak utanç duymamak mümkün değil.
 
Dünya’dan bakınca Türkiye’de durum gerçekten çok kötü
 
Dünya ülkelerinde siyasi hak ve özgürlüklere ne kadar saygı duyulduğunu ölçen Freedom House’un 2017 raporunda Almanya 100 üzerinden 95, Hollanda 99 almış. Almanya’nın geçen sene puan kaybettiği yerler, mülteci akımıyla birlikte artan göçmen-karşıtı söylem ve saldırılar ile Netzpolitik çalışanı iki gazeteci hakkında devletin gizli belgelerini yayınlamaktan dolayı soruşturma açılmış olması. Yine de Almanya meclisindeki göçmen kökenli milletvekili sayısı bir önceki seçimlere göre 13 kişi daha artıp 34’e ulaşmış, aralarında Müslüman ve siyah milletvekilleri de var. Netzpolitik hakkında açılan soruşturmada ise takipsizlik kararı verildi, soruşturmayı açan başsavcı büyük kamuoyu tepkisi yüzünden erken emekli edildi.
 
Türkiye ise Freedom House 2017 raporunda 100 üzerinden 38 aldı, bir önceki sene notumuz 53 idi. 2016 yılı boyunca dünyada siyasi hak ve özgürlüklerinden en çok kaybeden insanlar Türkiye’de yaşayanlar olmuş. Uzatılan OHAL dönemi, yargısız ihraçlar, basın kuruluşlarının kapatılması, yönetimde yolsuzluk, internet sansürü, bağımlı yargı, seçim ihlalleri, muhaliflere saldırılar, keyfî tutuklamalar, sivil ölümleri… bizde hepsinden var.
 

[ Freedom House, Dünyada Özgürlükler 2017 raporundan uyarlanmıştır ]
 
Şimdi bir sabah kötü bir rüyadan uyanan sıradan bir Alman vatandaşı olduğunuzu düşünün. 95 puanlık hak ve özgürlüklerinizi yanınıza alıp gazete bayisine gittiniz, vatandaşlarına 38 puanlık özgürlüğü reva gören bir ülkenin lideri manşette: "Ey Almanya sizin demokrasiyle uzaktan yakından alakanız yok. Sizin uygulamalarınız geçmişteki Nazi uygulamalarından farklı değil."
 
Ne düşünürsünüz?
 
Almanya’nın Deutsche Welle kanalı sokaktaki Almanlara tam da bunu sormuş, kanalın Türkçe servisi alt yazı da eklemiş:
 

https://www.youtube.com/watch?v=3Khu8s1_G3I
 
Avrupa’da yaşayıp dış haberleri takip eden herkes Türkiye’deki kötü gidişatın pekala farkında. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun iddiasının aksine, kimsenin Türkiye’yi ‘kıskandığı’ filan da yok aslında; bir süredir acınmakla umursanmamak arasında gidip gelirken şimdi bakanı ülkeye sokulmayan ve tatile gidilmeyen bir ülke olduk.
 
Peki Avrupa, Ak Partili bakanların ziyaretini neden engelliyor?
 
Nasıl ki Türkiye’deki siyasetçiler kendi seçmenlerine dönük söylemlerde bulunuyorsa, Avrupa’dakiler de kendi seçmenlerine öncelik veriyor, başka ülkelerin sorunlarını kendi ülkelerinde istemiyorlar. Hollanda’da 15 Mart’ta, Almanya’da ise 24 Eylül’de seçimler var. Türkiye’dekinin aksine, o ülkelerdeki siyasetçiler hatalarının bedelini sandıkta ödüyorlar, ekonomik açıdan kendini güvende hisseden seçmenlerin ise insan hakları gibi kriterleri de var.
 
Bir araştırmaya göre Almanların yüzde 77’si Erdoğan’ın Almanya’da referandum mitingi yapmasına karşı; ancak bunun yasaklanmasını desteklemeyenler de var. Yine sözü Alman vatandaşlarına verelim, Spor Bakanı Kılıç’ın Köln ziyaretini bazı Türkiye-kökenli vatandaşların da desteklemediğini not düşelim:
 

https://www.youtube.com/watch?v=AZADwqQz0aw
 
Türkiye Seçim Kanunu’na göre yurt dışında propaganda yapmak zaten yasak (Seçim Kanunu Madde 94/A). Fakat bekasını referanduma bağlamış bir parti için yaklaşık üç milyon yurt dışı seçmene propaganda yapmak elzem. Bu parti iktidar partisi olunca, yanlışta ısrarın bedeli hem Türkiye Cumhuriyeti’nin itibarı hem de yurt dışında yaşayan Türkiyelilerin hayatı oluyor.
 
Avrupa nasıl kutuplaştırılır?
 
Türkiye’den Avrupa’ya 1960’larda başlayan işçi göçü, bugün artık üçüncü nesle ulaştı. Çanak antenlerle TRT izleyerek büyüyen bu gençlerin çoğu fikren “Türk”ler. Türkiye’deki insan hakları ihlalleri, büyüdükleri liberal demokrasiyle çelişse de, onları gönülden Türkiye’ye bağlayan “Türk-Sünni” kimliklerini koruyorlar.
 
Fakat bu kimliğin nasıl yaşaması ve nasıl davranması gerektiğini belirleyen makam Türkiye hükümeti oluyor. TRT’den sürekli yayınlanan AK Parti propagandasıyla, AK Parti’nin Avrupa örgütü UETD’nin organizasyonuyla ve camilere Türkiye’den atanan Diyanet imamlarıyla üretilen bu Türk+Sünni kimliği birleştirici, hoşgörülü ve uzlaşmacı değil; aksine kutuplaştırıcı, nefret dolu ve kavgacı; aynı Türkiye gibi. Türkiye’nin meselelerini Avrupa’ya taşımakla kalmıyor, nefretle popülerleştiriyor ve kavgayla taraftar topluyor.
 
PKK Güneydoğu’da bir karakola saldırı düzenlediğinde, Türkler Amsterdam’da bir Kürt kültür derneğine saldırıyorlar. Henüz Paris çözülmemişken, MİT hakkında Bremen’deki Kürt aktivistlere suikast hazırlığı yapıldığına dair soruşturma açılıyor. Anadolu Ajansı Avrupa’daki Gülen Cemaati’ne derneklerinin kara listesini yayınlıyor, din hizmeti için atanan imamlar casusluk faaliyeti için de kullanılıyor. Erdoğan 2014’te seçim mitingi için Viyana’ya geldiğinde, taraftarları ve karşıtları kavgaya tutuşmuş, gözaltına alınanlar olmuştu; Avusturya biraz da bu yüzden Erdoğan’ın seçim kampanyasına ilk karşı çıkan ülke oldu. Aynı kavga ortamı şimdi yeniden yaratılıyor.
 
Türkiye’ye baka baka kutuplaşan Avrupa Türkleri, sadece kendi aralarında değil, yerel toplumla da ayrışıyorlar. Yıllarca Hollanda’da (sosyalist) İşçi Partisi içinde siyaset yapmış olan iki Türkiye-kökenli milletvekili, Tunahan Kuzu ve Selçuk Öztürk, görüş ayrılıkları gerekçesiyle ayrılıp DENK adlı yeni bir parti kurdular. Azınlık hakları meselesine sistem içinde çözüm aramak yerine, Ermeni Soykırımı gibi Türk saflarını pekiştirecek adımlar atıyorlar, Hollanda’daki basın özgürlüğü prensiplerini değil, Türkiye’deki baskıyı rehber alıyorlar.
 
Ankara’nın etkisi sadece işçi göçüyle Avrupa’ya yerleşenleri değil, yüzyıllardır Balkanlar’da yaşayan Türkleri de ayrıştırıyor artık. 1990’da Bulgaristan Türkleri tarafında kurulan Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH), Türkiye’nin Rusya uçağını düşürmesini eleştirdiği için hem Türkiye’den, hem de parti içinden eleştirilere maruz kaldı. Türkiye sonra Rusya’dan özür diledi, ama olan HÖH’e oldu: Geçen yıl partinin eski liderine Türkiye’ye giriş yasağı konulmuştu, Kemal Kılıçdaroğlu’nun açıkladığına göre bu yasak artık partinin Kırcaali milletvekili Erdinç Hayrullah’ı kapsayacak kadar genişletilmiş. HÖH’ten ayrılan Türkiye yanlılarının kurduğu DOST partisi ise Ak Parti ve iktidar tarafından en üst düzeyde destekleniyor, “Ankara’nın uzun kolu” olmakla suçlanıyor.
 
Türkiye Erdoğan’dan büyüktür
 
İktidarın Avrupa’da yaşayanlarla ilişkisi Türkiye’deki vatandaşlarla olduğu gibi, bu yüzden de Türkiye’nin sorunlarını Avrupa’da yeniden üretiyor. Avrupalılar bu yüzden Ankara’nın sorunlarını kendi toplumlarında istemiyor.
 
Kobani’de ve Türkmendağı’nda olup bitenler nasıl Türkiye’yi anında etkiliyorsa, Ankara’da olup bitenler de Avrupa’daki Türk mahallelerini kasıp kavuruyor şu an. Üç beş oy fazla almak için çıkartılan bu diplomatik kriz, toplumsal fay hatlarını tetikliyor.
 
AK Parti iktidarı kendisi için Avrupa’dan talep ettiği hak ve özgürlükleri Türkiye’deki muhalefete vermiyor, Erdoğan kendi hatalarını görmezden gelip hep başkalarını eleştiriyor ama sonuçta olan Türkiye’ye oluyor.
 
Dünya’nın her ülkesinde Türkiye’den insanların olmasıyla övünürdük, zira dünya Türkiye’den büyük. Ama birbirine rastlayınca Türkçe konuşan insanların dünyasını Erdoğan’la sınırlamak büyük bir haksızlık. Erdoğan’ın fonladığı sloganı bir ayna sayalım: Dünya 1’den, Türkiye Erdoğan’dan büyüktür.