El deliye, biz akıllıya hasret
“5 dakkada değişir bütün işler” dünyasında Homeros’un, Troya’nın vb.’nin bir manası var mı?
30.04.2022
Fellini’nin Amarcord filmi (1973), 1930’lar İtalya’sının sahil kasabası Rimini’de geçer. Rimini, Fellini’nin doğup büyüdüğü Adriatik kıyı kasabasıdır. O yıllarda küçük bir kasaba fakat sineması var.
Filmi izlediyseniz belki hatırlarsınız: Deli dayı Teo ağaca çıkar ve “Kadın istiyorum” diyerek ulur. Veya transatlantik geçişini izlemek için kasabalılar sahilde bekleşirler. Veya duvar ustasının şiiri: “Dedem duvar örerdi. Babam duvar örerdi. Ben duvar örüyorum. Peki niçin hâlâ bir evimiz yok?”
Ece Ayhan bir sohbetinde Rimini ile Çanakkale’yi yanyana getirmiş idi. Aradım, internette buldum:
“Tam da Memo’nun Sisli Puslu bir 17 kitabı taze çıkmıştı. Mehmet Doğan’ın [Bu Mehmet Doğan, şiiri atlayan ünlü şiir otoritesi Mehmet H. Doğan değildir] bu kitabı bana Fellini’nin Amarcord filmini hatırlatıyor. Zaten sözcük ‘Hatırlıyorum’ anlamındadır. Fellini de, kendisinin söylediği gibi, dipte bir şair değil midir? Rimini ile Çanakkale’yi bitiştirmemin nedeni biraz da Fransız Hasan’ın, Kırılgan Yücel’in, Serçe Abdi’nin, Tak Tak Levent’in, Deli Neşet’in, Kız İsmet’in, Ağzının Tadını Bilen Ali’nin, Yılan Süleyman’ın, Kleopatra Behice’nin, Taro’nun … şiirli yaşamları değil midir?” (zaferyalcinpinar.com)
Ece Ayhan’ın saydığı isimlerden bir kaçını tanıyorum. Ne demek istediğini anlıyorum.
Rimini, (filme bakınca) delisi akıllısından çok bir belde ve Fellini’nin tatlı abartı tarzı malum. “El deliye biz akıllıya hasret” sözü acaba İtalyanlarda var mıdır? Çanakkale’de her yıl Deliler Derneği toplantısı yapılır ve yeni başkan seçilirdi. Gelenek devam ediyor mu acaba?
50-60 sene öncesinin Çanakkale’sine dair duyduğum iki cümle: “Kadın’a cebimizdeki parayı verirdik. Eteğini kaldırır, orasını gösterirdi. Daha ilkokuldaydık.” + “Bazen İstanbul gemisinin kalkışı gecikirdi. Kaptan, gece dostunda kalmış, uyanamamış.”
Bir zamanların Çanakkale günlük yaşamına dair duyduğum cümleler çok daha canlı, renkli idiler. Zaman ve unutkanlık soldurdu onları.
Ece Ayhan’ın sözleri içinde benim için anahtar ifade, “şiirli yaşamlar” ifadesidir. Cep telefonu öncesi bir zamanda insanlar daha çok hikâye taşıyor ve yansıtıyorlardı diye düşünüyorum. Cep telefonuna karşı özel bir husumetim yok. Zaman ayracı olarak kullandım onu. İnsan canlısının henüz grileşmediği, renkler barındırdığı ve bu durumun istisna değil, doğal olduğu bir dönemi hatırlatmak istedim. “Mi ricordi” takıntısı işte.
***
4-5 sene önce bir kıyı kasabamızda üç İtalyan ile tanıştım. İkinci el tekne almaya gelmişler. Biraz yardımcı oldum, beni akşam yemeğine davet ettiler. Sohbetin bir yerinde Fellini filminden hareketle Rimini’yi sordum.
“Rimini’ye bir zamanlar Alman ve Avusturyalı kadınlar tatile gelirdi. Hippi zamanlarıydı. Artık Rimini, diskotekler, tekno müzik ve uyuşturucu ile doldu” dediler.
Al sana “mi ricordi.” N’oldu? Ne önemi kaldı hafızanın, bir zamanların vs.’nin. Hatırlamanın ne önemi kaldı? “5 dakkada değişir bütün işler” dünyasında Homeros’un, Troya’nın vb.’nin bir manası var mı? Kim için? Samimiyim sorularımda.
Heredot’u pul eden dünya
“Onun [Heredot’un] Doğu Akdeniz gezisine şimdi çıktığını düşünüyorum. Şaşıp kalacağı ne kadar çok şey olurdu! Bu koyu yeşil yapraklı bodur ağaçların altın renkli meyvelerini, portakalları, limonları, mandalinaları ömründe gördüğünü hatırlamıyordu. Elbette, çünkü bunları Araplar Uzakdoğu’dan getirdiler. O acayip, tuhaf görünüşlü, saplarında çiçekler açan, kaktüs, agave, aloes, frenk inciri gibi yabancı adlar taşıyan dikenli bitkiler; onları da ömründe görmemişti. Elbette, çünkü bunlar Amerikalıydı. Yunanca okaliptüs adını taşıyan soluk yapraklı bu kocaman ağaçlarla hiç karşılaşmamıştı. Elbette, çünkü bunlar da Avustralyalıydı. Serviler derseniz, Acem kökenli. Bunlar işin dekorla ilgili yanı. Ya besinler, sürpriz sürpriz üstüne: Peru’dan gelen domates, Hint kökenli patlıcan, Guyana biberi, Meksika mısırı, Arapların hediyesi pirinç; fasulyeden, patatesten, Çin dağlarından inip İran tabiyetine geçen şeftaliden, tütünden hiç söz açmayalım.” (Lucien Febvre, aktaran Fernand Braudel, Akdeniz, Metis Yay.)
***
“Bir çömlek parçası Pasifik halklarının göçlerine ışık tutuyor. Araştırmacılar, inceledikleri çömlek parçasıyla destansı bir göç hikâyesini ortaya çıkardılar. Biliminsanları, insanların neden Güney Pasifik’te dağınık haldeki binlerce adayı kolonileştirdiğini izah eden bir kanıta ulaşmış olabileceklerini düşünüyorlar. Ve bu kanıt, Papua Yeni Gine’ye bağlı küçük bir adada gömülü halde bulunan bir çömlek parçasına dayanıyor.” (Basın)
P24 Blog yazılarımı takip edenler, biri editörüm olmak üzere toplam üç kişidir –ki rüzgârlı havalarda bu sayı 4’e çıkıyor–, “nesneler” takıntımı bilirler. Yukarıdaki alıntıda kahramanımız bir nesne: Çömlek. Ve kahraman nesnemiz aracılığı ile “destansı bir göç hikâyesini” ortaya çıkardık. Ne zaman? Birkaç yüz milyon insanın, gezegen yüzeyinde bir destanın kopuk sayfaları gibi savrulduğu bir dönemde. Kafamı çömlek kahramanın hikâyesinden kaldırabilirsem, kopuk destan sayfalarının savruluşunu görebileceğim. Fakat meşgulüm şu an.
Bu gezegende eş zamanlı çok farklı hayatlar yaşanıyor. Belki de paralel evrenler dedikleri bu durumdur. Mesela bu yazıyı hazırlarken bir tweet gördüm:
“Ben Ömer Alp (22) Mardin Dargeçit nüfusuna kayıtlı bir Kürt genciyim. Aile geçimini sağlamak için kardeşim Enes’le (14) İstanbul’a çalışmaya geldik. Taksim. Kimliğimizi evde unuttuğumuz için 8 polis tarafından darp edildik, bizi turistler kurtardı.”
Mardin/Dargeçit, kuyular ve kemikler itibariyle tek başına bambaşka bir paralel evrendir. Silahlı uzaylılar, Dargeçitlileri öldürür ve ölüleri kuyulara atarlar.
“Bizi turistler kurtardı” ifadesi önemli. Vatandaş Türkçe Konuş kampanyası denilen, anadili Türkçe olmayanlara hayatı zehir eden uygulama sönümlenmişti ki 27 Mayıs ihtilâli sonrası hafifçe canlanır gibi oldu. Heyecanlı gençlik örgütleri hareketlendiler yine. Fakat İstanbul Valisi, “Mevsim yaz, turistler geliyor, ortalığı karıştırmayalım” dedi, meseleyi kapattı.
Belki polislerin uluorta adam dövme geleneklerini, turistik mevsim ve mekanlarla sınırlayan bir düzenleme çıkar.
Bölük pörçük bir yazı oldu. Rüzgârlı havalarda sayıları dörde çıkan okurlarımdan özür dilerim. Şiirli yaşamlar dilerim.
—–
Kapak Görseli: Mauro Ferri (Pixabay – Rimini plajında bir etkinlikten)