Erdoğan’ın Washington Post’taki yazısı

Cumhurbaşkanı neden Washington Post’a yazı gönderir? Çünkü diyeceğini bu gazetecilik kurumu aracılığıyla iletmenin itibarını istemektedir

ÜMİT KIVANÇ

06.11.2018

 
ABD gazetesi Washington Post’ta 3 Kasım günü Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın yazısı yayımlandı. Konu Cemal Kaşıkçı cinayeti. Daha somutu: Kaşıkçı cinayeti soruşturmasında Suudi Arabistan yetkililerinin tutumu. Garnitürü: Kenardan ABD’ye de laf çakma.
 
İtibar nedir, nerelerde bulunur?
 
Hepsi ayrı ayrı ele alınmayı gerektiren, önemli vaziyetler. Fakat önce şundan başlayalım: Tayyip Erdoğan neden Washington Post’a yazı gönderir?

Ankara’nın belirli bir konudaki tutumunu ABD yönetimi ve kamuoyu başta, “dünyaya” izah etmek için. O halde, özel olarak Erdoğan, genel olarak Türkiye Cumhuriyeti’ni yönetenler nezdinde Washington Post, itibarlı, güvenilir bir mercidir.

“The Post”, bir gazetedir. Elbette birçok vukuatı da vardır, fakat gazetecilik dendiğinde ilk gelen kurumlardan biridir. The Post bir kurumdur. Özellikle Trump’ın yükselişiyle birlikte, gazetecilik reflekslerini, etiğini yeniden canlandıran Amerikan basınında doğru dürüst haber-yorum arayacaksanız elinizi atacağınız ilk kaynaklardandır.

Cumhurbaşkanının ve iktidar ekibinin gözünde de böyle midir?

Şüphesiz. Yoksa oraya “Türkiye Cumhurbaşkanı” imzalı yazı neden gönderilsin? Ankara, Riyad veya Washington’a diyeceklerini bin türlü dile getirebilir, diplomatik kanallardan istediği sertlikte-yumuşaklıkta iletebilir. ABD kamuoyunun anlayış ve desteğini kazanmak Erdoğan+AKP iktidarı için önemli midir? Böyleyse bu da ayrı mesele ve benzer başka meseleler gibi, bize oynanan oyunla hakikat arasındaki uçuruma delil. Bunu şimdilik geçelim. Soruyu tekrar soralım:

Türkiye Cumhurbaşkanı neden Washington Post’a yazı gönderir?

Çünkü diyeceğini bu gazetecilik kurumu aracılığıyla iletmenin itibarını istemektedir.

Bunu dile getirdiğimizde, “Ne münasebet!” karşılığını alacağımızı biliyoruz. “Bizim kimseden gelecek itibara ihtiyacımız mı var!” diye bağırılacaktır yüzümüze.

Fakat varmış demek. Bizi azarlamak durumu değiştirmiyor.

Esasına bakarsanız, bunda yanlış bir şey yok. Ama burada iki soru doğuyor:

Birincisi, madem bir ABD gazetesi diyeceğinizi onun aracılığıyla demenizi tercih ettirecek kadar itibarlı kuruluş, o halde başka yayınlarına da bunu hesaba katarak bakmalı değil miyiz? Size laf edince komplocu emperyalist, sizin dediğinizi aktarınca itibarlı köklü basın kuruluşu olduklarına hiç kimseyi, bu iddianız The Post’ta yayımlansa bile inandıramazsınız. Hele Kaşıkçı’nın ailesine ve Washington Post gazetesindeki çalışma arkadaşlarının da aralarında olduğu dostlarına, bu onurlu adama veda etme ve saygılarını sunma imkânını vermek boynumuzun borcudur,” gibi sözler ederken. Yoksa bu ABD gazetesi, Türkiye’yi çökertme hedefini güden emperyalist komploya karışmamış mı? Tüh!..

İkinci soru, pek hamasî, pek afâkî, pek uzak: Acaba hangi yabancı devlet başkanı, diyeceklerini bir Türk gazetesine yazacağı yazı aracılığıyla demek isterdi ki, sözüne itibar katsın, inandırıcılığı artsın? Soruyu “hangi Türk gazetesine…” diye dönüştürebilirim; fark etmez. Bizim böyle bir gazetemiz var mı, olabilir mi? Olamazsa neden olamaz? Acaba böyle bir itibar bizim açımızdan ‘olsa da olur olmasa da’ sınıfına mı giriyor? Meselâ ok atmak daha mı kıyak?

Uzatıp bunalımlara girmek yerine, yazının içeriğine geçeyim. Burada Ankara’nın Kaşıkçı cinayetiyle ilgili olarak izleyeceği politikaya dair tarif ile bazı somut muhataplara bazı somut mesajlar var. Ve bugünün giderek saçmalaşan uluslararası ilişkiler ortamında artık normal karşılanan, ancak kısa süre önce teşhis edilse kimsenin mânâ veremeyeceği bir aslî çelişki var.
 
Emri en üst makamlar verdi
 
Erdoğan’ın yazısında, Ankara’nın bugüne kadarki tutumunun en çarpıcı unsuru olan “gıdım gıdım sızdırma” taktiğine elbette değinilmiyor. Bunun yerine, “elimizdeki tüm imkânları seferber edip” şunları ortaya çıkarttık, deniyor:

– Kaşıkçı cinayete kurban gitti (Suudiler inkâr ediyordu)

– Cinayet planlıydı (Suudiler “kazara oldu” tezini öne sürmüştü)

– Bunu bir suikast timi yaptı (Suudiler gelip giden ekibin “normal turistler” olduğunu iddia etmişlerdi)

– Time “gidin, öldürün ve Türkiye’den ayrılın” emri verilmişti (bu olgu değilse de Ankara’nın sunduğu olgular arasında kurulan bağlantının sonucu)

– Katiller Suudi Arabistan’da gözaltına alınan on sekiz şüphelinin arasında (Ankara’nın özel istihbaratı)

– Cinayet için emir “Suudi hükümetinin en üst makamlarından” geldi (Ankara’nın istihbaratı veya olgulara dayandırdığı iddiası).Bu tesbitler ışığında Ankara, olayın peşini bırakmayacağını ilan etti cumhurbaşkanının ağzından: “Bazılarının bu olayı zamanla unutup gidecek bir ‘problem’ olarak gördüğü izlenimini ediniyoruz,” diye hatırlatarak.
Böylece Ankara, Riyad’ın Kaşıkçı cinayetindeki fail konumunun, bir dış politika -silahı diyemesek de- kozu olarak elde bulundurulacağını ve gerektikçe kullanılabileceğini ilan etmiş oluyor. Suudi Arabistan, uluslararası diplomasi kural ve teamüllerini çiğnemiş-çiğneyebilecek devlet olarak uluslararası düzlemde sorumlu tutulabilir, yaptırımlara hedef olabilir – elbette teorik olarak.
 
Lahana da perhiz de
 
Buna karşılık, aynı yazıda, iki devletin “dostça ilişkiler içinde” olduğu vurgulanıyor, Kral Selman’dan yine “Hadim ül-Haremeyn” payesi verilerek sözediliyor, Erdoğan’ın ağzından, kralın bu işe dahlinin olduğuna “inanmam kesinlikle mümkün değildir” deniyor, devamı şöyle geliyor: “Dolayısıyla bu cinayetin, Suudi Arabistan’ın resmi politikasını yansıttığına inanmak için de herhangi bir sebep bulunmamaktadır. Bu itibarla Kaşıkçı cinayetini iki ülke arasında bir “problem” olarak görmek yanlış olacaktır.”

Buradaki denklemin acayipliği ortada: Suudi Arabistan’ın resmî politikası, Kral Selman’la özdeşleştiriliyor. Hakikat bu mu? Suudi Arabistan’ın fiilî yöneticisi MbS değil mi?
Üstüne, burada direksiyon da yine kırılıyor: “Öte yandan Riyad’la uzun yıllara dayanan dostluğumuz, gözlerimizin önünde işlenen bu planlı cinayeti görmezden geleceğimiz anlamına gelmemektedir. Kaşıkçı’nın öldürülmesinin izahı mümkün değildir. Bu suç Amerika Birleşik Devletleri’nde veya bir başka ülkede işlenseydi, o ülkenin makamları yaşanan olayı aydınlatırlardı. Bizim farklı bir davranış sergilememiz söz konusu değildir.”

Bu sözlerin arasında şöyle bir soru da saklı mı acaba: Bu işi Türkiye’de yaparken, bizim göz yumacağımızı mı umdunuz? Veya: Üstünüze gitmeye cesaret edemeyeceğimizi mi varsaydınız? Sitem mi ediliyor, posta mı konuyor? Bu kadarıyla anlaşılmıyor.

The Post yazıişlerinden Beyaz Ev sorumlularına, hattâ Riyad’daki saray erkânına, herkes bizimle aynı soruya takılmış olmalı: Ee, peki, ne diyorsunuz yani? “Dostuz ama bu da olmaz”larla, “cinayet emrini verenler en üst düzeyde ama bu Suudilerin resmî politikası değil”lerle, “peşine düşeriz ama dost kalırız”larla Ankara’nın ne anlatmak istediğini anlamak kolay değil.

Erdoğan imzalı yazıda, Kaşıkçı cinayetinin diplomatik ilişkilerde kurulu uluslararası düzeni berhava edebilme kapasitesine, “gelecek için çok tehlikeli bir emsal teşkil etmesi” riskine işaret ediliyor. Haklı olarak. Bütün devletler konsolosluklarını bir tür cinayet tuzağı olarak kullanmaya başlarlarsa?..

Yine haklı olarak, Suudilerin “planlı cinayetin üstünü örtme çabaları”ndan, “medyaya yalan söyleyen ve kısa bir süre sonra Türkiye’den kaçan Suudi konsolosa yönelik hiçbir adım atmaması”ndan yakınılıyor, bunların “şaşkınlık” ve “endişe” yarattığı belirtiliyor. “Aynı şekilde,” diye sürüyor yazı, İstanbul’a gelen Suudi başsavcıdan bahisle: “…soruşturmaya destek olmayı ve en basit sorulara bile cevap vermeyi reddetmesi çok üzücüdür. Kendisinin Türk savcıları ek görüşmeler için Suudi Arabistan’a davet etmesi, umutsuz ve kasıtlı bir oyalama taktiği olarak değerlendirilmiştir.”

Ama yine de dostuz, iki ülke arasında sorun yok, vs… Bu, en az, ABD ve hattâ bütün Batı basınını Türkiye’ye, ülkesindeki basının büyük bölümünü kendisine düşman ilan etmiş bir liderin böylesine girift ve önemli bir konuda tutup Post’a yazı yollaması kadar ilgi ve merak uyandırıcı.
 
Kime diyorum ben!
 
Yazıdaki öbür mesajlı kısıma gelelim. Son paragraf şöyle kaleme alınmış: “Nasıl Watergate skandalı bir hırsızlık olayından daha büyükse ve 11 Eylül terör saldırıları uçakları kaçıran kişilerden ibaret değilse, Cemal Kaşıkçı cinayetinde de bir avuç güvenlik görevlisinden çok daha fazla kişinin parmağı vardır. Uluslararası toplumun sorumluluk sahibi üyeleri olarak Kaşıkçı’nın öldürülmesi olayındaki kuklacıları teşhis etmek ve olayı örtbas etmeye çalışan Suudi yetkililerin kime güvenerek bu hareketleri yaptığını ortaya çıkarmak mecburiyetindeyiz.”

Kime sesleniliyor? Bildiniz: Washington! Ve bu, Post’un ortaya çıkardığı büyük skandal hatırlatılarak, bu vesileyle skandal ortaya çıkaran gazeteyi bağrına basarmış izlenimi verilerek, Suudilerin 11 Eylül saldırılarındaki rolünü örtbas eden ABD devletine bu “açığı” hatırlatılarak yapılıyor. Bu atışta isabet kaydedilmiş midir? Bilemiyoruz. Suudilerin 11 Eylül’deki rolüyle uğraşmayı Ankara’nın gözü keser mi?

“Kuklacı”nın kimliğiyse muğlak. “Suudi yetkililerin kime güvenerek bu hareketleri yaptığını ortaya çıkarmak mecburiyetindeyiz,” deniyor Erdoğan imzalı yazıda. E, emir “en üst düzeyden” olduğuna ve Kral masum olduğuna göre, geriye yine MbS kalıyor. Ancak veliaht prense adı anılmaksızın yapılan suçlamalardaki somutluğun, belirginliğin giderek azaldığı görülüyor.

Yani talep şuna mı indirgendi: “üst düzeyden” bir kurban atın ortaya, MbS olmasa da olur? Kaşıkçı’nın ölüm emrini verenin fiilen görevdeki, yetkili biri olması gerektiği açık. Peki, MbS dışında birinin okkanın altına gitmesi vaziyeti kurtarır mı? Kurtarmaz. Vaziyeti kurtarmaktan ne kastediyoruz? Ankara’ya “işte, üstüne gittik, baş katili ortaya çıkardık” deme şansı verilmesi. Ankara MbS’den azına razı olarak, hayalindeki, “dediğini yaptıran, kodu mu oturtan” konumunu herhalde elde edemez.

Kaşıkçı cinayetine ilişkin politikasıyla Ankara’nın hangi somut hedefe varmayı umduğunu anlamak kolay olmayacak.

Anlaşılması kolay olmayan yalnız bu değil. Dönüyorum dönüyorum, bırakın doğru dürüst gazeteciliği, tweet attı diye insanların tutuklandığı bir ülkede, cumhurbaşkanının, yandaşlarınca en korkunç düşmanlar arasında görülen Batı basınına yazı yollaması karşısında ne hissettiğimi anlamaya çabalıyorum. Başaramıyorum. Yine de durumum Cemal Kaşıkçı’nın nişanlısından, çocuklarından iyi. Şükrediyorum.