Eren Keskin: Galatasaray Meydanı’nı bedel ödeyerek kazandık
“Bu süreçte mahkeme kararları hukuka göre değil, ‘Devlet Bahçeli’yi nasıl ikna edebiliriz?’ çerçevesinde şekilleniyor.”
28.05.2024
Geçtiğimiz Cumartesi, Galatasaray Meydanı’nda yapılan Cumartesi Anneleri eyleminin 1000. haftasıydı. Cumartesi Anneleri’ni temsilen TBMM’deki çeşitli partilerle görüşen kayıp yakınlarının temasları karşılık buldu ve 1000. haftada eylemlerini, kitlesel bir biçimde gerçekleştirebildiler.
İnsan Hakları Derneği Genel Başkanı Avukat Eren Keskin’le; Cumartesi Anneleri’nin taleplerinin yanı sıra gözaltında kayıpları, Kobane davası kararlarını, sokak hayvanları yasa tasarısını ve “normalleşme”yi konuştuk.
> Geçtiğimiz Cumartesi, Galatasaray Meydanı’ndaki bariyerler kaldırıldı ve eskisi gibi geniş katılımlı bir basın açıklamasıyla anma yapıldı. Cumartesi Anneleri, AK Parti grup başkan vekili Özlem Zengin’e hangi talepleri iletti?
Meclisteki görüşmeleri, Cumartesi Anneleri ve İnsan Hakları Derneği Kayıplar Komisyonu adına üç arkadaşımız gerçekleştirdi. İHD ve Cumartesi Anneleri’nin talebi; 1000. haftanın önemi nedeniyle Galatasaray Meydanı’nın açılmasının yanı sıra meydanın her hafta Cumartesi Anneleri’ne açılarak anmanın kitlesel yapılabilmesiydi.
Özlem Zengin’in yaptığı açıklamayla meydanın sadece 1000. hafta için açıldığı anlaşıldı. Bizlerin talebi, Cumartesi Anneleri’nin etkinliğe başladığı 1995’te olduğu gibi meydanın açılması. Bakalım, bu hafta göreceğiz.
> Sizlerin gözaltına alınmak pahasına her hafta Galatasaray Meydanı’na çıkma ısrarınız olmasaydı, 1000. hafta için bu izin verilir miydi?
Bu durum, Cumartesi Anneleri, kayıp yakınları ve İHD’nin verdiği mücadelenin ne kadar haklı ve meşru olduğunun bir göstergesi. Meclisteki görüşmelerde hiç kimse taleplerimiz için “Haksızsınız” diyemedi bize. Haklılığımız ve biatsız bir mücadele söz konusu. 1000. haftada Galatasaray Meydanı’nın açılması önemli ama bu, bedel ödenerek kazanılmış bir hak.
Kaldı ki hukuk sistemi içinde yer alan en yüksek mahkemenin bir kararı var bu konuda. Her şeyi bir yana bırakalım, Anayasa Mahkemesi, Cumartesi Anneleri eyleminin engellenmesinin, bir hak ihlali olduğuna karar verdi. Valiliğin, kaymakamlığın veya İçişleri Bakanlığının ”Ben bu karara uymuyorum.” deme hakkı yoktu. Şimdiye kadar meydanın yasaklanmasıydı hukuksuz olan ve zaten açılması gerekiyordu. Bize bahşedilmiş bir imtiyaz değil, kazanılmış bir hakkımızdır Galatasaray Meydanı.
> Fakat şimdiye kadar Anayasa Mahkemesi’nin kararına rağmen Cumartesi Anneleri’ne açılmamıştı meydan. Özlem Zengin, görüşmede, önümüzdeki haftalarda da meydanın açılacağını söyledi mi?
Görüşmede ben yoktum. Bildiğim kadarıyla görüşen arkadaşlarımıza meydanın sadece bir haftalığına açılacağı iletilmedi.
Maalesef ifade ve örgütlenme özgürlüğünün yoğun baskı altında olduğu bu süreçte, mahkeme kararları hukuka göre değil, ‘Devlet Bahçeli’yi nasıl ikna edebiliriz?’çerçevesinde şekilleniyor. Bu korkunç bir şey. Umarım hakkımız engellenmez ve 1995’te nasıl başladıysak, o şekilde devam ederiz etkinliğimize.
> Özlem Zengin ayrıca “Bizim için Cumartesi Anneleri’nin hassasiyetleri, acıları önemli ama bu acılardan yola çıkarak farklı bir yöne yönelinmesine, bunun suistimal edilmesine de müsaade etmemek gerekiyor.” dedi. Lakin zaten Cumartesi Anneleri’nin eylemlerinde şimdiye kadar kayıp yakınlarının açıklamaları dışında bir gösteriye izin verilmemişti değil mi?
Cumartesi Anneleri eyleminde, 29 yıl boyunca hiç böyle bir şey olmadı. Şimdiye kadar eylemde ne bir slogan atıldı ne de kayıp fotoğrafları dışında herhangi bir örgüt flaması, bayrağı ya da pankartı taşındı. Her zaman sessiz yapılan bir sivil itaatsizlik eylemiydi. Geçen hafta da gördük ki dedikleri gibi bir şey olmadı.
Süleyman Soylu, yasaklama kararına bir gerekçe uydurmak istemiş ve bunu uydurmuştu.
“Mehmet Ağar ve Tansu Çiller iktidarın yanında”
> Bugün de Gayrettepe 1. Şube’nin önünde gözaltında kayıplarla ilgili bir basın açıklamanız oldu. Ülkemizde yaşanan gözaltında kayıplar döneminin failleri ve simge isimleri Tansu Çiller’le Mehmet Ağar’dı. Sembolik de olsa yargılanmadılar. Bu isimler yargılanmadan gözaltında kaybedilenlerin akıbeti aydınlatılabilir veya geçmiş sorgulanmadan ülke olarak bir yere varılabilir mi?
Mümkün değil. Bu isimler, simge isimler: Mehmet Ağar, Tansu Çiller, Korkmaz Tağma, Musa Çitil, Mehmet Tire… Tabii gözaltında kayıp politikasından sadece bu isimler sorumlu değildi. O dönemki politikanın ardında, bir devlet aklı vardı. Bu isimler ise görünürdeki en önemli aktörlerdi. Devlet aklı, insanları yok etme yöntemini seçerek, Kürt sorununun konuşulmasını engellemeye, sosyalistleri bastırmaya çalışmıştı.
Bunca acının sorumlusu olanların, en azından simge isimlerin dahi yargılanması mümkün olmadı. Bir dönem AKP ve başbakanlığının ilk dönemlerinde Tayyip Erdoğan, bu anlayışla mücadele edeceğini, dile getiriyordu. Bugünse Mehmet Ağar da, Tansu Çiller de iktidarın yanında konumlanıyor. Devlet aklı, iktidara kim gelirse gelsin değişmiyor çünkü bu coğrafyanın iktidarı ve muhalefeti aynı kaynaktan besleniyor.
Cumartesi Anneleri, “Çok üzülüyoruz, çok acı çekiyorlar…” şeklinde yaklaşılacak bir mesele değil. Yaşananların ardında korkunç bir devlet aklı var İnsanlar yok edildi ve cenazeleri hâlâ gizleniyor. Bu nedenle devletin bu yaklaşımına karşı çıkmak gerekiyor. Cumartesi Anneleri eyleminin amacı da bu. Bir dönemin devlet aklının yargılanması isteniyor.
> Türkiye’de iktidara gelen her parti, buna CHP de dahil, 5 ya da 10 yıl sonra tekrar antidemokratik uygulamalar, baskılar ve geçmişin acılarını, gözaltında kayıpları yok sayma noktasına geliyor. Bu durumda Cumartesi Anneleri, herhangi bir partiye karşı mücadele vermekten çok uygulanan politikalara direniyor, denebilir mi?
Tabii ki. Bir örnek vereyim; Dargeçit kayıpları, 1995’te büyük bir yankı uyandırmıştı. 6 insan gözaltında kaybedildi. Ailelerin gösterdiği yerde mezar açıldı ve kayıp insanların kemikleri bulundu. Buna rağmen hiç kimse ceza almadı. Sonrasında o dönem bütün bu suçlardan sorumlu olan komutan Mehmet Tire, Doğru Yol Partisi’nden Bodrum Gümüşlük’te, Tire’nin yardımcısı ise CHP’den Sivas Çepni’de belediye başkanı oldu. Bu meselede, hiçbir parti kendini aklayamaz. Sorgulanması gereken devlet aklıdır. Bu akla bugüne kadar sahip çıkan herkes ve her siyasi çevre, yaşanan acılardan sorumludur.
“MHP, AKP’yi bitiriyor”
> 90’larda ‘Kürt sorununun konuşulmasını engellemek için yok etme ve gözaltında kayıp politikası uygulandı.’ dediniz. Günümüzde, Kobane davasında verilen cezalar da düşünüldüğünde, öne çıkan, sevilen Kürt siyasetçileri gözlerden uzak tutup tecrit ve izolasyonla susturma, unutturma, işlevsizleştirme politikası mı aktifleştirildi?
Aynı devlet aklı ve yok etme politikası halen geçerli. O dönem insanları fiziken yok ediyorlardı, şimdiyse siyasi olarak yok etmek istiyor, siyasi katliam yapıyorlar.
Şunu herkes çok iyi biliyor ki; cezaevinde milletvekili olarak bulunan arkadaşlarımız, hiç kimsenin kılına zarar vermedi. Bu insanlar, sadece yaptıkları konuşmalar nedeniyle cezaevindeler. Hepsi düşünce suçlusu.
Bugün CHP’nin “normalleşme” adı altında iktidarla yaptığı görüşmelerde, Kürt milletvekilleri hiç gündeme gelmedi. Sadece komutanlar konuşuldu. Sanki yeni bir Türklük sözleşmesi ikame ediliyor ve demokrasi sadece Türklük üzerinden oluşturulmaya çalışılıyor. Kürt sorunu yine gündemde yok. Bu nedenle bu konuların tüm çevrelerde açıkça tartışılması gerekiyor.
> AK Partili Orhan Miroğlu; “Selahattin Demirtaş kamuoyu araştırmalarında Kürtlerin birinci lideri, İmamoğlu ikinci. Erdoğan, Mansur Yavaş ve Kılıçdaroğlu’ndan sonra geliyor. Bundan daha büyük hak kaybı veya gaspı olur mu? AK Parti bu hak kaybının peşine düşmeden Kürtlerle yeniden nasıl buluşacak?” açıklamasını yaptı ve AK Parti’nin kuruluş ayarlarına dönerken Kürt sorununu da gündeme almasını istedi. Sizce bu yaklaşımın somut bir karılığı olur mu?
AKP, şu anda MHP ve derin devletle korkunç bir koalisyon yapıyor. Bence AKP teslim olmuş durumda. AKP, MHP’den ayrılmadan hiçbir şey yapamaz. Belki AKP’nin içinde de bu durumdan rahatsız olanlar vardır. En azından AKP’li Kürtlerin rahatsız olabileceğini düşünüyorum. Ama yaptıkları korkunç koalisyonla adım atmaları artık mümkün değil. Ben en başından itibaren MHP’nin, o kadar hakaret ettiği AKP ve lideriyle bir araya gelmesindeki esas amacın AKP’yi bitirmek olduğunu, söyledim. MHP, AKP’yi bitiriyor. Bu yüzden Miroğlu’nun açıklamalarının, yakın zamanda olumlu bir etkisi olacağını düşünmüyorum.
> Sokak hayvanlarıyla ilgili çıkarılacak yasaya dair bilgiler medyaya yansıdı. Özellikle sokak köpeklerinin öldürülmesi düşünülüyor. Hayvanların hakları da insan haklarıyla ayrılmaz bir bütün. Yaklaşan sokak köpeği katliamı hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bu coğrafyada farklı olanı, kendinden olmayanı yok etmek, yerleşik bir politika. Bu aynı zamanda türcülüktür. İnsan türünü her şeyin üzerinde görmek, bir yanıyla ırkçılıktır. Bugün bu yasayı sadece faşistler ya da İslami faşistler destekliyor. Dinî inanca sahip ya da insan haklarına ve sosyalizme inanan hiç kimse, hayvanlar için böyle bir yasanın çıkarılmasını istemez.
> İnsan hakları mücadelesinde öne çıkan isimlerin, “normalleşme” söylemine dair bakış açısı ve yorumlarına düzenli olarak yer veriyorum yazılarımda. Sizce Türkiye “normalleşiyor” mu yoksa “normalleşme” adı altında perdelenen bir vahşileşme mi söz konusu?
Bir normalleşmeden söz edildiğine göre, anormal bir durumun içerisinde olduğumuz da kabul edilmiş oluyor. Bunun adı normalleşme mi olur, kısmen demokratikleşme mi, bilmiyorum ama adım atmak zorundalar. Ekonomik olarak bir felakete doğru gidiyor Türkiye Cumhuriyeti devleti.
Tabii biz, bir şeylerin düzeleceğine inanmasak, mücadele etmemizin de bir anlamı kalmaz. Ümidimizi hiçbir zaman kaybetmiyoruz. Demokratik adımlar atılsa da, atılmasa da biz mücadelemizi sürdüreceğiz.