Eren Keskin: Kayıplar bulunana dek her hafta Galatasaray’dayız

“Siyasi çevreler eyleme çok fazla destek vermiyor. Meydana gelen insan sayısı yeterli değil. Bunun için çağrıya gerek yok, kendiliğinden gelmeliler.”

ASLIHAN GENÇAY

01.05.2023

Galatasaray Meydanı, sadece Galatasaray Meydanı değildir. 1995’ten bu yana o meydan, yakınlarını “derin devletin” karanlık dehlizlerinde belki de işkenceler altında kaybeden anne babaların, evlatların, eşlerin acılarının tanığı, isyanlarının sembolü ve mezarsız ölülerin kabristanıdır.
 
1995’ten bu yana ısrarla, inatla, acıyla, öfkeyle gidiyor o alana kayıp yakınları. Sadece onlar da değil, hak ihlaline uğrayan her kesim sesini orada duyuruyor. Güncel devlet politikalarına göre; bazen yasal sayılıyor basın açıklamaları, bazen de yasadışı. Fakat onlar yasaların değil, hakikatin peşindeler ve hem çok haklı hem de çok meşrular.
 
Dönem dönem mecburi aralar verilse de eylemler, manevi açıdan kesintisiz olarak hep sürdü. 2018’de eylemlerin tekrar yasaklanmasıyla, İnsan Hakları Derneği Kayıplar Komisyonu tarafından Anayasa Mahkemesi’ne yapılan başvuru, geçtiğimiz haftalarda olumlu sonuçlandı. Anayasa Mahkemesi; kayıp yakınlarının Galatasaray Meydanı’nda yapacakları açıklamayı yasaklamanın, hak ihlali olduğuna hükmetti. Bu gelişme üzerine tekrar Galatasaray Meydanı’na çıkmaya başladı Cumartesi Anneleri.
 
Lakin geçtiğimiz 4 cumartesi de, meydana çıkan tüm insanlar polisler tarafından engellenerek gözaltına alındılar. Anayasa Mahkemesi kararını görmezden gelen devlet güçleri, baskı ve gözaltılardan vazgeçmese de, Cumartesi Anneleri de her cumartesi Galatasaray Meydanı’na çıkmaktan vazgeçmiyor. Bu eylem, daha çok yazı kaldırır ve biz de yazmaya devam edeceğiz.
 
Öncelikle Cumartesi Annelerini ve bugüne dek yaşanan süreci, her cumartesi Galatasaray Meydanı’ndan gözaltına alınanlar arasında da bulunan İnsan Hakları Derneği Genel Başkanı Eren Keskin’le konuştuk.
 
1995’ten bu yana süren ve barışçıl bir gösteri hakkı olan Cumartesi Annelerinin Galatasaray Meydanı’nda toplanması, 2018’de neden iktidar tarafından “suç” olarak gösterildi ve yasaklandı? Protestonun, anmanın iktidarı rahatsız eden yönü neydi?
Cumartesi Anneleri eylemi, 1995 yılında İnsan Hakları Derneği Kayıplar Komisyonu’nun başlattığı bir sivil itaatsizlik eylemiydi. Aslında coğrafyamızda soykırımdan bu yana, birçok insan gözaltında kaybedilmişti ancak buna karşı ilk tepki, Cumartesi Annelerinin eylemleri oldu. Hasan Ocak ve Rıdvan Karakoç’un işkence edilmiş ölü bedenleri, kimsesizler mezarlığında bulunduktan sonra böyle bir eylemin kararı alındı. 2018 engelinden önce 1998’de de uzun bir süre engellendi Cumartesi Anneleri eylemi. Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye getirildiği tarihti. Biz yine her hafta gözaltına alınıyorduk ancak daha sonra gözaltısız devam etti eylemler. Hatta 2011 yılında dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan, annelerle bir görüşme yaparak; gözaltında kaybolan insanların akıbetlerinin araştırılacağını, söyledi. O tarihlerde Berfo Teyze’ye, oğlunun bulunacağına dair söz de vermişti. Ayrıca; Cemil Kırbayır’ın kaybolmasıyla ilgili Meclis İnsan Hakları Komisyonu bir rapor hazırladı. Bu raporda açıkça, Cemil Kırbayır’ın gözaltına alındıktan sonra işkenceyle öldürüldüğü ve cenazesinin yok edildiği düşünülmektedir, deniyordu. Meclis İnsan Hakları Raporu, ilk defa devleti suçladı ve bir insanın ölümünden devletin sorumlu olduğunu dile getirdi. Evet, 2018 yılında yine bir yasaklama geldi. Bu son derece keyfi bir yasaklamaydı. AKP, MHP ve derin devlet işbirliğinin ardından, Kaymakamlık 2018’de bir yazı yazdı ve “PKK’ye yakın sosyal medya hesaplarının bu eylemi desteklediği” iddiasında bulunarak eylemleri keyfi bir şekilde engelledi.
 
Siz ısrarla ve inatla eyleminizden vazgeçmediniz ve son dönemde Anayasa Mahkemesi eylemin engellenmesinin hak ihlali olduğuna karar verdi. Fakat cumartesi eylemi yine engellendi ve gözaltılar oldu. Neden?
Anayasa Mahkemesi’ne Maside Ocak başvurmuştu. Sonuç olarak Anayasa Mahkemesi; “Cumartesi Anneleri eylemlerinin engellenmesinin bir hak ihlali olduğunu, Anayasa’da önceden izin almaksızın basın açıklaması yapılabilmesinin garanti altına alındığını” belirten bir karar verdi. Biz de bunun üzerine İHD Kayıplar Komisyonu’nun kararıyla tekrar cumartesi meydanına çıkmaya başladık. Tabii bir kez daha gördük ki; Türkiye Cumhuriyeti devleti bir hukuk devleti değil. En yüksek yargı makamının vermiş olduğu bir kararı, tek bir polis engelleyebiliyor. Biz, polis devleti ya da Türkiye hukuk devleti değil, derken tam da bunu kastediyorduk. Cumartesi Annelerinin eylemi, bu coğrafyanın en meşru sivil itaatsizlik eylemlerinden biridir. Özgürce yapıldığı zamanlarda çok yoğun kalabalıklar oluşurdu ancak artık gözaltıların olacağı bilindiğinden birçok insan gelmeyebiliyor. Son zamanlarda çok açık çağrılar yapmamızın nedeni, biraz da insanları korumak adınaydı. Çünkü gözaltına alınanların çoğu, belli bir yaşı aşmış insanlar ve kelepçelenip otobüslerde saatlerce bekletiliyorlar. Bir zulüm aynı zamanda bu. O nedenle eylemler, daha sınırlı sayıda insanla gerçekleştiriliyor.
 
Gerçekten bu yasaklamalar ve gözaltılarla birlikte cumartesi eylemlerine katılımın da düştüğünü görüyoruz. Çağrı olsun ya da olmasın, muhalif kesimlerin desteğini yeterli buluyor musunuz peki?
Açıkçası, çeşitli siyasi partilerin ya da çevrelerin eyleme çok fazla destek verdiğini düşünmüyorum. Evet, sosyal medyadan büyük bir destek var ama meydana, gözaltına alınmayı göze alarak gelen insan sayısı maalesef yeterli değil. Bence bunun için bir çağrı yapmaya da gerek yok, zaten dayanışma hisseden kişiler, dernekler ya da siyasi partiler, alana kendiliğinden gelmeliler.
 
Maalesef ülkede trajik bir gerçek var ki hep aynı kişiler mücadele edip bedel ödüyor, “çoğunluk” ise sosyal medyadan destekliyor. Bu denklem gitgide insan hakları savunucuları için zararlı hâle gelmeye başladı, ne düşünüyorsunuz?
Aslında insan hakları mücadelesinin sokakta verilmesi, uzun yıllardır sekteye uğradı. Bu durum, devletin geliştirdiği şiddet politikasıyla son derece bağlantılı. İnsanların evlerinde çocukları, bakacak anneleri, babaları, hastaları var. İşlerinden atılmaktan korkuyorlar. Pek çok insan aslında kalpten istese de, çeşitli korku ve kaygılarla bu tür eylemlere katılamıyor. Devletin uyguladığı korku politikasıyla bağlantılı bir sorun olsa da bunu değiştirmek gerekiyor ve bu daha fazla sokağa çıkarak olabilir.
 
Cumartesi eylemleri, sadece kayıp yakınlarının değil hak ihlaline uğrayan tüm kesimlerin sesini duyurabildiği sembol eylemler. Bu eylemler, yeni toplumsal hareketlerin önemli bir parçası olarak, üniversite ders kitaplarında dahi yer bulurken siz her hafta gözaltına alınıyorsunuz. Meşruluk ve yasallık arasında bir seçim mi yaptınız?
İnsan hakları mücadelesinde, yasallık ve meşruluk her zaman konuşulan bir konu. “Gerçekçi ol, imkânsızı iste”, benim hayatta çok önem verdiğim bir söylem. Bizim coğrafyamızda yasallık ve meşruluk arasında çok ince bir çizgi var ve ben her zaman meşruluktan yanayım. Tüm insan hakları savunucuları, her zaman meşruluktan yana tavır alırlar. Bir talep için hep şöyle denir ya; “Henüz zamanı değil.” aslında siz o zamanı beklemeye başlarsanız, o zaman bu coğrafyada hiç gelmez. Bu yüzden hissettiğiniz ve istediğiniz anda gerçeği talep etmeniz gerekir.
 
Eylemler devam edecek mi, kamuoyundan neler bekliyorsunuz?
Cumartesi Annelerinin eyleminin devamı yönündeki karar, her zaman için bakidir. Tabii ki buna Kayıplar Komisyonu ve Cumartesi Anneleri birlikte karar veriyorlar ama ben, gözaltında kaybedilenler bulunana dek bu eylemin devam edeceği inancındayım.