Evet veya Hayır: İki ülke, iki referandum, iki kader

Macaristan ve Kolombiya’nın “dönüm noktası” referandumları

SEZİN ÖNEY

02.10.2016

Bugün iki önemli önemli referandum var dünyanın iki apayrı köşesinde. Kolombiya’da ve Macaristan’da, seçmenler sandık başına giderek ülkelerinin siyasetlerinde belirleyici rol oynayacak dönüm noktalarına, “Evet” veya “Hayır” diyerek yön verecek. 

Kolombiya’da, devletin silahlı örgüt Fuerzas Armadas Revolucionarias de Colombia (FARC) ile 26 Eylül 2016 günü imzaladığı anlaşma, halkın oyuna sunuluyor. Sorulacak soru şu: 

“¿Apoya el acuerdo final para terminación del conflicto y construcción de una paz estable y duradera?”, yani “Çatışmanın sona ermesi ve kalıcı, sağlam bir barış için nihai anlaşmayı onaylıyor musunuz?” 

Bu soruya verilecek yanıt, yaklaşık 250 bin kişinin hayatına mal olan ve beş milyon kadar insanı yerinden eden, sekiz milyondan fazla insanın yaşamını etkileyen, 52 yıllık bu savaşa noktayı koyacak.  

Ya da… Açıkçası, “ya da”sını bilemiyoruz; ama ihtimal o ki, Kolombiya için barış, yeniden uzak bir hayale dönüşecek. Bu nedenle, barış için elini taşın altına koyan Kolombiya Devlet Başkanı Juan Manuel Santos Calderón, “Evet” oyu bekliyor. Santos, barış süreci için kendisine olan kamuoyu desteğinin yüzde 60-70’lerden, yüzde 20-30’lara düşmesine razı geldi. İlginç şekilde, Santos’a olan destek düşerken, barışa olan destek yükseldi. 

Macaristan’da ise mesele, Avrupa Birliği’nin mülteci krizi politikaları. Sandık başına giden seçmenlerin karşısına çıkacak soru: 

“Akarja-e, hogy az Európai Unió az Országgyűlés hozzájárulása nélkül is előírhassa nem magyar állampolgárok Magyarországra történő kötelező betelepítését?”.

Yani “Avrupa Birliği’nin, Millet Meclisi’nin onayı dahi olmadan Macar olmayan vatandaşların Macaristan’a yerleşmesini şart koşmasını istiyor musunuz?” Sorunun soruluş biçiminden de anlaşıldığı gibi, Macaristan’da iktidarın beklentisi, “Hayır” tercihi.

Kolombiya’dan önce Macaristan’ın oylamasına bakalım; neden böyle bir referandum yapma gereği hissedildi?

Bu soruya layıkıyla yanıt verebilmek için, 2015 yazına dönmek lazım. Benim de, Macaristan’da tanık olduğum o günlerde, Avrupa’da mülteci krizinin başladığı zamanlara…

Avrupa Birliği’ni “yıkabilecek” referandum mu?

2015 yazı, “mülteci” ve hatta “göçmen” kavramlarına büyük ölçüde yabancı olan Macaristan’ın ilk kez, sınırlarından içeri oluk oluk akan “yabancılarla” bilfiil yüz yüze geldiği zamandı. Bu “yüzleşme” de, öyle çok olumlu sonuçlar doğurmadı. 

Bugünkü referanduma katılacak Macar vatandaşların çoğunluğunun, yani yaklaşık yüzde 70’lik bir kesimin, “Hayır” oyu vermesi ve AB’nin mülteci politikalarına bu oylarıyla “kırmızı kart” göstermesi bekleniyor. Peki, bu “Hayır” oyunun yaptırımı ne olacak? Açıkçası, AB’nin politikaları açısından hiçbir değişiklik söz konusu olacak diyemeyiz.

22 Eylül 2015’te, AB’nin İçişleri Bakanları, Adalet ve İçişleri Konseyi çerçevesinde buluşmuş ve AB’nin sınır ülkeleri olan İtalya, Macaristan ve Yunanistan’da bulunan 120 bin mültecinin, Birlik genelindeki ülkelere dağıtılmasını öngörmüşlerdi. Macaristan’da hükümet ve kamuoyu zaten çok net olarak mültecileri istemiyor; o zaman neden, AB’nin kendi ülkelerinde de bulunan yaklaşık 54 bin mültecinin büyük çoğunluğunu başka Birlik üyelerine göndermesine karşı çıkıyorlar? 

AB planına ses çıkarılmasa, Macaristan’ın kendisi, 1294 mülteciyi kabul etmek durumunda kalacak. Ancak, bu sayı dahi, “yabancıya” çok fazla alışık olmayan kamuoyunda büyük soru işaretleri yaratıyor. Kamuoyundaki genel algı, zaten Macaristan’ın mülteci krizinde tamamen bir “transit ülke” rolünde olduğu; dolayısıyla “normal akışa bırakılsa” değil “bin”, “sıfır” mültecinin ülkelerinde kalacağı…

Dahası, Macaristan’ın tarihinde çok derinlere giden bir milliyetçilik dalgasının ayarlarıyla oynayan bir yanı var bu referandumun.  Macaristan tarihinde, “Meclis”in yeri çok önemli, “Országgyűlés”, yani “Ülkenin Meclisi”, 13. yüzyıldan beri varlığını sürdüren bir yapı olarak kabul ediliyor. Tarih genelinde Latince kullanılan nitelemesiyle, Natio Hungarica , yani “Macar Ulusu”, tam da bu meclisle sembolleşen bir kavramdı. Şimdi, “Meclis’in onayı dahi olmadan” diye bir soru yönetildiğinde, kamuoyu genelinden olumlu bir yanıt alınması zaten imkânsız. 

Dahası, Macaristan, “ulusal egemenlik haklarının” ihlal edildiği iddiasıyla, AB kararına karşı çıktı; Lüksemburg merkezli Avrupa Adalet Divanı’nda dava açtı. 

Macar halkının bam teline dokunan bu referandum, AB mülteci politikalarında bir değişikliğe yol açmayacak ama Macaristan’ın iç politikasında açabilir. İşte, bütün mesele de, bu zaten… 

Başbakan Viktor Orbán, bu referandum ile bir polemik yaratıyor. Sadece kendi ülkesi genelinde değil, tüm Avrupa genelinde, “ulusal egemenliğimize, AB ne kadar ve nasıl müdahale edebilir” sorusunu tartışmaya açmış oluyor. Bunu yaparken de, “Avrupa uluslarının Hıristiyan kültürünün savunucusu” ve “Brüksel’e karşı dik duran lider” imgesini üstlenmiş oluyor. Böylece de, Macaristan’ın iç sorunları unutuluyor. 

Mesele şu ki, referanduma katılım oldukça düşük olacak gibi duruyor. Eğer ki, son kamuoyu yoklamalarında öngörüldüğü üzere, yüzde 50’nin altına düşen bir katılım söz konusu olursa, referandum otomatikman geçersiz sayılacak. Orbán’ın partisi Fidesz, “Hayır” oyunun egemen olması halinde, seçime gideceklerini açıkladı. “İstikrar” diyen seçmen için bu ihtimal de bir faktör. Ki, bir de, benim şu an Budapeşte’de yaşadığım evin hemen köşe sokağında 24 Eylül 2016 gecesi gerçekleşen ve sebebi şu ana değin resmen açıklanmayan bombalamayı ele alalım. Bu da, neden nasıl oldu bilemiyoruz ve komplo teorileri, ülke genelinde kol geziyor-çünkü resmi bir açıklama yok. 

Orbán, “kalenin içinden”, AB’ye ciddi bir politik zarar verecek referandum ateşini patlatabilir mi; onu da göreceğiz. Brexit bunu yapamamış gözüküyor; ama Britanya’ya göre, küçümsenen bir aktör, Macaristan mı Avrupa’nın Birliğini çökertecek-bir soru işareti…

Kurbağayı kim yutacak?

İspanyolca’da zor bir şey yapmak manasına gelen, “tragerse el sapo”, yani “kurbağayı yutmak”, Kolombiya’nın barış sürecinde de sık sık kullanılan bir deyim. Çağrışım çok fena; boğaza takılmış bir kurbağa, adeta kâbus. Ama kimin boğazında asıl kurbağa? Barışı yapan mı yutuyor kurbağayı, yoksa savaşan mı?

Kolombiya’da “barış süreci” sözleri geçmeye başladığından beri, tıpkı Macarca gibi İspanyolcanın da hasbelkader sağladığı imkânlarla, siyaset bilimi bilgisi ve savaş karşıtı hevesle bu ülkeyi takip etmeye başladım. 2010’lardan 2016’lara da bu barış süreci, tüm engellere karşın devam etmeyi başardı. Ben şahsen, başarıyı birinci derecede, siyasi iradeye bağlıyorum. Devlet Başkanı Santos, 2010’da seçildiğinde, kariyerinde Savunma Bakanı olarak yükselmiş bir kişilik olarak öyle bir “güvercin” profili çizmiyordu. 

İlk kez seçilirken, seçim vaadi de, “barış” değildi Santos’un. 

Ama, 2014’te kıl payı seçilmesine neden olan seçmen desteği düşüşü “ezberleri bozmasıydı”. Santos, iş başı yaptıktan hemen sonra önce gizli ve 2012’den de itibaren resmen açıklayarak FARC ile görüştü. 2014’te, başkanlık seçiminin ikinci turunda, kampanyasını barış karşıtlığına kuran rakibine sadece birkaç puan farkla galip gelince ağzından dökülen; “Barış kazandı, 50 yılı aşkın çatışma bitti ve Yeni Kolombiya galip geldi” sözleri oldu. 

Santos, o sözleri söylediği 2014 yılından bu güne, devamlı popülaritesinde irtifa kaybetti; ama ironik biçimde, barışa destek de arttı. Tek idealinin bir gün gidip üniversitede ders vermek olduğunu söyleyen bu siyasetçi, belki kendi siyasi kariyerinin, emek verdiği barış süreci ile bugün, referandumdan çıkan “Evet” oyu ile tasfiye olduğuna tanık olacak. 

Buna karşılık, Nobel Barış Ödülü’nü alabilir ve ömrünü, idealinde olduğu gibi “barış hocalığı” yaparak geçirebilir. Santos, 2 Ekim 2016’da, kendi geleceğinin de tanıklığını yapacak.

Ancak…

Ama asıl kurbağayı kim yutacak?

Hem Macaristan’da, hem Kolombiya’da…

Referandumlarla, kurbağayı kim yutacak?