Filmine kavuşamayan senaryolar

“Doğru yön arayışı”, çok farklı formlarda olsa da senaryoların hepsinde karşımıza çıkıyor

P24

12.10.2019

Müthiş bir günde aldım ben bu kitabı.

Uzun zamandır görüşmediğimiz sevgili hocam Mehmet Altan’la Kalamış’ta bir bistroda buluşmuşuz.

Gece inmiş.

Sütlü birer kahve, çaylar-kurabiyeler peş peşe; Ömer Altan’ın senaryolarını derlediği kitabı Sinematografik’i veriyor bana.

Ertesi gece, derhal Ömer’in senaryolarına dalıyorum.

Beşi kısa, biri uzun toplam altı film senaryosu var kitapta: “Rüyet”, “RBI II”, “İstenmeyen Dost”, “İyileştir Beni!”, “Beyin Fırtınası”, “Lüsid”.

Ömer’in yirmi sene süren yazın emeğinin bir sonucu.

Ama kitabın “hüzünlü” bir yanı var.

Bu senaryoların hiçbiri filme çekilmedi, çekilemedi ve an geldi Ömer Altan bunları olduğu gibi yayımlamaya karar verdi.

Böylece, senaryolar izleyicisi ile değil, okuyucusu ile buluşmuş oldu.

Ömer’in senaryolarını “daha fazla beklemeden” yayımlaması bir nevi düzene başkaldırı, meydan okuyuş.

Kitapta yer alan senaryoların ortak özelliği, karakterlerinin “felsefî konuşmalar” yapmaya epey meraklı olmaları.

K24’teki yazısında Adalet Çavdar da buna dikkat çekmiş.

İlk iki senaryo sonrasında diyebileceğim şudur ki Ömer Altan’ın karakterleri felsefî konuşmalar yapmayı ve hayatta yaptıkları şey ne olursa olsun onu sorgulamayı seviyorlar. Bir filmin kısa ya da uzun hangisi olursa olsun izleyicisine sordurması gereken temel bir soru var mıdır diye düşünüyorum. Tek bir günün, hattâ tek bir saatin anlatıldığı romanlar vardır. Sayfalarca bütün ayrıntılar yazılmıştır. Oysa şimdi anlıyorum ki bir filmin karesine giren her rengin, her biçimin aslında izleyiciye göstermek istediği pek çok yan hikâye var; dakikalar hattâ saniyeler içinde anlatılabilen. Ömer Altan’ın şimdilik benim için temel soruları burada ne işimiz var, bu hayatta ne yapıyoruz, bu dünya nedir?

“Beyin Fırtınası”nın ilk diyalogunda Tuğba’nın “Bence doğru yönden ele almıyoruz konuyu?” deyişine cevap veren Çağlar, “Nasıl yani?” diye sorar, “Doğru yön neresi sence?”

Bu “doğru yön arayışı”, çok farklı formlarda olsa da senaryoların hepsinde karşımıza çıkıyor.

Senaryonun başında Tuğba’nın yirmi sekiz yaşında olduğunu öğreniyoruz.

Derken, aynı isim, Tuğba, bir sonraki senaryoda da -“Lüsid”- karşımıza çıkıyor.

Ama bir benzerlik, aynı Tuğba’yı izlemeye, okumaya devam ettiğimi hissettirdi bana.

“Lüsid”in Tuğba’sı da yirmisekiz yaşında.

Bu acaba tesadüf mü yoksa Ömer Altan’ın kitabın içine gizlediği bir oyun mu bilemedim ama bu son iki senaryoyu yeniden, bu sefer iki mekânda geçen tek bir senaryo gibi okumama yol açtı.

“Beyin Fırtınası”nda klişelerden çok sıkıldığını tekrar tekrar söyleyen Tuğba’nın referanslar vererek konuştuğunu öğreniyoruz.

Bir yerde, “Bazı şeyler içinde olacak insanın,” diyor, “içinde.”

“Lüsid”de ise “içindeki şeyi” arayan Tuğba, kendi kendine Tarot kartları açan Osman’la bunu konuşur.

Bu iki Tuğba’nın da aslında aynı kişi olduğunu, dolayısıyla bu iki senaryo arasında karakterden kaynaklanan bir bağ kurulduğunu düşünüyorum.

Tuğba, “Beyin Fırtınası”nın sonunda Ahmet Hamdi Tanpınar’ın bir sözünü hatırlatıyor: “Ben hattâ asrımda yalnızım.”

Tanpınar’ın bu sözü, filmine bir türlü kavuşamamış bu senaryolar için de geçerli sanırım.