Freelancer gazeteciler: Sektörün en dibinde varoluş savaşı
“Serbest çalışan” insanın kendine ait bir sitesi ya da portfolyosu olmalı, ancak Türkiye’de ne hikmetse kimse bu işe girişmiyor
05.03.2018
Türkiye ve gazetecilik ile ilgili konuşmak istediğinizde özellikle de uluslararası bir platformdaysanız çok da şaşırtıcı olmayacak şekilde size ilk sorulan soru hapisteki gazetecilerin durumu oluyor. Geçtiğimiz ay içerisinde çıkan kararlarla birlikte Türkiye’de özellikle de 2010’dan itibaren gazetecilerin siyasal dönüşüm amaçlı hapsedilmesi eğiliminin yeni ve talihsiz örneklerinin artmış olması hepimizi derin bir endişeye ve bana kalırsa bir tür de çaresizliğe sürüklüyor.
İfade özgürlüğü ve hapisteki gazeteciler konusu, uzun süredir gündemimizi meşgul ederken; bu legal ve politik müdahalelerle oluşan duruma sektördeki çok geniş güvencesizlik dalgası eşlik ediyor. Sadece son üç yıl içerisinde 10 bin üzerinde gazetecinin işsiz kaldığınız bazı kaynaklara göre onlarca bazı kaynaklara göre yüzlerce yayın kuruluşunun kapandığını görüyoruz.
Gazeteciler için haber odasının dışarısındaki hayat oldukça çetin. İki ihtimal var. Ya başka bir sektöre geçecekler ya da sektörde tutunmaya çalışacaklar. Başka sektöre geçenleri artık daha sık duyuyoruz. İrfan Aktan ve Eren Güvendik geçen sene konuyla ilgili bir dosya hazırlamışlardı. Aslen ben de doktora çalışmamı bu tür değişiklikler yapmak zorunda bırakılan, sektörden ve sosyal çevrelerinden dışlanan ya da buna direnen gazeteciler üzerine yaptım.
Geçtiğimiz hafta Twitter’da ortaya çıkan bir liste ise, hem elimdeki verileri değerlendirmek; hem de bana kalırsa freelancer’lık tartışmasına eleştirel bir şekilde dahil olmak için bir fırsat hâline geldi. Öncelikle, freelancer’lık Türkiye’de oturmuş bir sözleşme mantığına dayanmıyor. Var olan kimi eser sözleşmeleri ise uygulanmıyor. Meslek örgütlerinin yeni medya teknolojileri ve yeni tip mecralar karşısında verecek bir yanıtı yok gibi görünüyor. Basın Konseyi, sendikalar, dernekler ve cemiyetler gazeteciliğe ilişkin yasal belirsizlik karşısında çaresizler. Özellikle sendikalar yakın zamanda Netflix, Puhu TV ve Internet Yayıncılığı vakasında gördüğümüz üzere mevcut politik durumda yapılacak bir düzenlemenin de gazetecilik bağlamında da emekçiler bağlamında da pozitif sonuçlar çıkarmayacağının farkındalar.
Gelin bu belirsizliği kendi açımızdan yorumlayalım. Öncelikle freelancer nedir diye soralım. Aslında freelancer’lık, freeter’lık denen bir akım olarak Japonya’da popülerleşerek önemli bir olgu hâline geldiğinde, iyi eğitimli gençlerin günlük çalışma rutinine dahil olmadan çalışma eğilimi olarak tanımlanmıştı. Ancak ekonomik dönüşüm ve organize işgücüne olan saldırı çerçevesinde freelancer çalışma rejimi protest bir tercihten bir zorunluluk hâline geldi ve bugün başta prekarya olmak üzere birçok başlık altında konu tartışılageliyor. Güncel sanatta emek tartışması da dahil olmak üzere bilişsel emeğin dahil olduğu her alanda freelance çalışma rejimine dair sorular/sorunlar daima gündemde. Freelancer temel olarak, iş başı çalışan, Türkiye özelinde belirli bir sözleşmesi olmayan (var olan eser sözleşmesini çoğunlukla kullanmayan), şahsî ilişki ağıyla iş bulan ve iş sözleşmesini de yazılı esaslara dayandırmayan insan demek.
Geçen yıl Jonas Nordling’le (İsveç Gazeteciler Sendikası Başkanı) yaptığım söyleşide kendisi ülkelerinde freelancer’ların birer otonom şirket gibi hareket ettiklerini söylemişti. Böylece onlarla iş yapmak meşru temellere dayalı bir iş ilişkisi demekti. Türkiye’de ise freelancer emeği özellikle kendi ekonomisini oluşturamamış yayınlar için geçerli. Fonlara ya da Internet reklam gelirlerine dayanan, sürdürülebilir geliri şüpheli olan ve duopolün yaptığı her türlü değişiklikten derinden etkilenen birçok yayının adı yazıma vesile olan listede geçiyordu.
Benim listenin oluşturulmasına dair haklı bulduğum en temel husus, kendi tam zamanlı çalışanları, ofisleri ve bütçeleri olan yayınların; birine benzer kategorideki emeği için ödeme yapma yapmama hususunda kayırmacı davranmaları. İkinci ve bana kalırsa biraz daha önemli husus ise kendi ekonomileri olmasına rağmen hiçkimseye ödeme yapmayanlar. Yani doğrudan sömürü üzerine kâr inşa edenler. Ancak aynı şekilde listede haksız bulduğum bir unsur da var. Kendini radikal medya olarak tanımlayabilecek, gözetim ve reklam mekanizmalarından para kazanmayan, değil ofisi kendine ait bir taşınır taşınmaz malı bile olmayan sitelerin de burada listelenmiş olması. Bu tür sitelerin de, bir dönem benim parçası olduğum Jiyan gibi, radikal medya tanımını kullanması ve tarihi boyunca topladığı kısıtlı crowdfunding kampanyası gelirlerinin iki yarı zamanlı editöre ödeme yapılan kısıtlı zaman ve yıllık ortalama hosting ve tasarım masraflarıyla sınırlı olması. Ancak burada şu ayrımı yapalım. Kendini politik olarak kodlayıp oturmuş haber odası ve ekonomisi olan yayınların, politik aktivizmden sayarak freelancer’a ödeme yapmaması büyük bir hata.
Fakat burada bir başka konuyu açmakta fayda var. Türkiye’de işsiz olan tüm gazeteciler kendilerini hızla freelancer ilan ediyorlar. Ancak freelancer olmakla bir mecraya yazı yazmak “aynı şeyler” diyebilmemiz için mecranın ekonomik nitelik ve amacına da, kişinin çalışma geçmişine de bakmamız gerekiyor. Bunu böyle Google’dan kolayca yapamıyoruz. Ancak normal şartlarda “serbest çalışan” birçok insanın kendine ait bir sitesi ya da portfolyosu bulunması gerekiyor. Ancak Türkiye’de ne hikmetse kimse bu işe girişmiyor. Birçok insanın kamuya açık bir özgeçmişi bile yok. Yani biri size ben freelancer’ım, platformunuzda içerik yayınlamak istiyorum dediğinde; onun geçmişte ne yaptığını tahmin etmek/bilmek zorundasınız. Sorduğunuzda da “garip” yanıtlarla karşılaşmanız olası.
Freelancer’ların yeteneklerinin ne olduğunu portfolyolarından göremediğimiz gibi bir başka sorun da tıpkı bugün T24, Diken, Duvar gibi yayınların anasayfalarına baktığımızda gördüğümüz türde bir aynılaşmanın gazeteci niteliklerinde görülmesi. Gazetecilerin geçmişleri çoğu zaman birbirinin neredeyse aynı yapıda, alan tecrübesine dayanmayan, Whatsapp vs. üzerinden alınan yorumlarla yapılan haberlerden ibaret. Birçok gazeteci kendilerini geliştirmek için verilen eğitimlere değil katılmak başvurmaya dahi zahmet etmiyor. Politik argümanlar ve politik taraflaşmalar gazetecinin niteliklerinin yerini tutmaya başlıyor. Bu da gazetecilerin politik duruma karşı yer tutarken, ekonomik ve teknolojik dönüşüm karşısında çaresiz kalmalarına ve yenik düşmelerine neden oluyor.
Netice olarak, kaliteli gazeteci emeği üzerine ciddi bir tartışma yürütmek için freelancer emeğinin sömürüsü kadar gazeteci emeğinin nasıl daha kaliteli hâle getirilebileceğini de tartışmamız hem gazetecilik hem de freelancer olarak kendini tanımlayan gazeteciler için geçerli olmalı. İnsanların hızla freelancer’lık ya da işsizlik statüsüne nasıl düşürüldüğü ise başka ve çok daha kapsamlı bir yazının konusu. Gazetecilik demokrasi için de değer yaratan bir pazar olarak da toplum için çok yararlı bir iş kolu. Ancak işgücünün içinden geçtiği bu korkunç dönemi ancak kimi canımızı yakacak sorular sorarak yanıtlayabiliriz. Bu soruların ilki de “nasıl oldu da hepimiz bir anda böyle kolayca işsiz kaldık” olabilir. Bunun yanıtı 80 sonrası sendikasızlaştırma hamlelerinde de bulunabilir, gazetecilik sektörünün kendi sürdürülebilir ekonomisini yaratamamasında da. Ama aslolan bu ilk soru değil, asıl soru iyi bir gazetecilik pratiğinin parçası olmak için gazetenin yönetiminden muhabirine tüm özneleriyle kendimizi neye hazırlamamız, nelerle yüzleşmemiz gerektiği. Bu yüzleşme de ancak akademik araştırmalar ve arayış toplantılarıyla mümkün. Zira birbiriyle konuşmayan; ancak birbiriyle ilgili yapıcı olmadan bu kadar çok konuşan bir sektörün sözde ait olduğu iletişim alanının adının hakkını vermesi şart. Aksi hâlde hem gazetecilik hem de koruma işlevi olan tüm değerler kaybedecek. Biz de dostlarımızın teker teker gazetecilikten başka mesleklere nasıl geçtiğiyle ilgili, birbirine benzer onlarca haber daha görmeye devam edeceğiz.