Gazeteciliği kurtaracak ‘kahraman’ı beklerken…

Medya patronlarının faaliyet gösterdikleri alandan ne mali ne mesleki hiçbir beklentisi yok, peki okuyucular olarak biz ne yapabiliriz?

CEREN SÖZERİ

04.09.2015

Geçtiğimiz günlerde Milliyet gazetesinde gerçekleşen tasfiyenin ardından pek çok gazeteci işsiz kaldı. Gerekçe olarak döviz kurundaki ve maliyetlerdeki artış nedeniyle tasarruf zorunluluğunu gösterildi. Gazetenin sahibi Demirören Grubu birkaç gün sonra da 325 milyon Euro vererek Total’in Türkiye'deki akaryakıt istasyonları ve diğer varlıklarını satın aldığını açıkladı. Bu iki eylem arasındaki çelişkinin yanı sıra kafalarda oluşan soru, bu satışla feda edilen gazeteciler ve gazetecilik arasında bir ilişki olup olmadığı. İki şirket arasında gerçekleşen bir işlem gibi görünmesine rağmen iktidarın ekonomi üzerindeki etkisi ve baskısı düşünüldüğünde ve geçmişteki örnekler göz önüne alındığında bu satışın iktidarın onayı olmadan gerçekleşmesi imkânsız gibi. Bununla birlikte satışla ilgili haberlerde satışı yapan Fransız şirketi Total’in “Demirören Holding'in şirketin satılan varlıklarının büyümesine vereceği desteğe ve insan kaynakları politikalarına saygı duyması taahhütüne özellikle dikkat etti” cümlesi dikkatimi çekti (http://www.ahaber.com.tr/ekonomi/2015/09/02/totalin-istasyonlari-demirorenin-oldu). Demirören’in 2011’de Milliyet ve Vatan’ı satın aldığında Hasan Cemal’in “bir buzdolabı fabrikası gibi içindekilerle satılıp gitmiştik”  cümlesini (http://www.milliyet.com.tr/gazete-satisinin-uyandirdigi-burukluk-/hasan-cemal/siyaset/siyasetyazardetay/22.04.2011/1380768/default.htm) hatırlayarak medyada çalışanlara verilen değerin diğer sektörlerin ne kadar gerisinde olduğu bir kez daha acı bir şekilde karşımıza çıktı.

Bundan dört yıl önce 47 milyon 960 bin dolara satın aldığı medya şirketlerinin değerini bu derece düşürecek tasfiyeler Demirören’in medya sektörüne bakışını, bu alandan para kazanmak gibi bir derdi olmadığını gösteriyor. Bugün satıp sektörden çıkmaya kalksa, muhtemelen alacağı ihalelerin hayaline aşık olan yatırımcılardan başka, kimseyi bulamaz etrafında. Peki ya diğer gruplar? Total’e teklif veren bir diğer medya grubu olan Doğan Grubu bundan bir ay önce Hürriyet gazetesi köşe yazarı Yalçın Doğan ile birlikte Diyarbakır temsilcisi Faruk Balıkçı, Trabzon Temsilcisi İbrahim Sezen ve birçok deneyimli muhabirini işten çıkardı. Siyasi baskının, ekonomik krizin ya da reklamverenlerin yaşadığı korkunun medya sahiplerini köşeye sıkıştırdığı bir gerçek ancak bu sektörde var olmak isteyen bir gazetenin iç savaşın eşiğine geldiğimiz bir dönemde Diyarbakır temsilcisini, Karadeniz çevre facialarıyla boğuşurken Trabzon temsilcisini işten çıkarmasını nasıl yorumlayabiliriz?

Bunlar medya kuruluşlarının faaliyet gösterdikleri alandan ne mali ne de mesleki anlamda bir şey beklemediklerini gösteren son örnekler, peki bu koşullarda okuyucular olarak biz neler kaybediyoruz?

Gazetecilik nerede yapılacak?

Son dönemde işten çıkarılan gazetecilerin büyük bir çoğunluğu köşe yazarlarından ziyade ellerini taşın altına koyan, doğru ve iyi gazetecilik için kimi zaman hayatlarını ve işlerini riske atan muhabirler. Örnek vermek gerekirse Milliyet’ten atılan deneyimli yargı muhabiri Kemal Göktaş olmasaydı yargıdaki pek çok haksızlığı göremeyecektik, İzmir Karabağlar Polis Merkezi’nde Fevziye Cengiz’in dövüldüğünü ortaya çıkaran Göktaş’a bu davada yaşanan hukuksuzlukları haberleştirdiği için dava dahi açıldı. Çevre ve hak haberciliğinde çok önemli haberlere imza atan, haksızlıkları köşesine taşıyan Mehveş Evin atıldığı sırada bir grup gazeteci ile birlikte Diyarbakır ve Şırnak’ta yaşananları aktarmaya, sesleri duyulmayanlara ses olmaya çalışıyordu. Burcu Karakaş kadınların ve LGBTİ bireylerin uğradığı şiddeti, haksızlıkları yine Milliyet sayfalarına taşıyordu. Esra Alus doğru hak haberciliğinin pek çok örneğini verdi. Hürriyet’ten atılan Faruk Balıkçı yılların deneyimli gazetecisi, yalnız bugün değil 90’larda da Kürtlere yönelik hak ihlallerini onun kaleminden okuduk. Hürriyet’in 26 yıllık yargı muhabiri olan Ali Dağlar haberleştirdiği haksızlıkları aynı zamanda kitaplaştıran bir gazeteci. Bunlar ilk aklıma gelenler, yer darlığından bu yazıda adını geçiremediğim pek çok gazeteciden özür dilerim. Sansüre Karşı Dayanışma Ağı'nın 1 Eylül Dünya Barış Günü’nde yayınlanan "Savaşın 40 Günlük Basın Bilançosu” Raporu'na göre, başta Milliyet ve Hürriyet gazetelerinden olmak üzere, 20 gazeteci işten atıldı. İşsiz kalanların büyük çoğunluğu yukarıda sayılan örneklere benzer hak haberciliği yapan gazeteciler ya da haberlerde imzası olmayan ama haberlerin doğru aktarılması, nefret söyleminin, ayrımcılığın haber dilinden ayıklanması için yazı işlerinde mücadele veren editörler. İşten atılmalarını sosyal medyadan duyurduklarında medyanın içinde bulunduğu durum nedeniyle çoğunlukla “hayırlı olsun” dedik. Ama biz okurlar için hiç de hayırlı olmayacak, eksikliklerini her geçen gün daha fazla hissedeceğiz, onlar seslerini, haberlerini blogları aracılığıyla duyurmaya çalışsa da habere ulaşmak için kaynak sıkıntısı çekecekler ve doğru habere ulaşmak bizler için çok daha zor olacak. ‘Twitter var’ demeyin, deneyimli medya gazetecisi ve blogger Mathew Ingram'ın Amerikan Basın Enstitüsü’nün [American Press Institute] araştırmasını yorumlarken altını çizdiği gibi haberin Twitter’a ne kadar ihtiyacı varsa, Twitter’ın da habere ihtiyacı var ve o haberi yapacak olanlar gazeteciler (http://fortune.com/2015/09/02/twitter-news-study/)

Bu durumda okuyucular olarak bizlerin de yapması gereken bir şeyler olmalı, Demiören’in para vermediği gazetelere biz neden para veriyoruz ya da iktidar ve iktidara yakın olmak isteyen medya patronlarının gizlemek / dışlamak istediği haberlere, habercilere biz neden sahip çıkmıyoruz? Pek çoğumuzun artık gazete almayı bıraktığı bir gerçek ama bu doğru habercilikten de vazgeçtiğimiz anlamına mı geliyor? Kimi zaman burada medya için yeni iş modellerini tartışıyoruz (https://platform24.org/yeni-medya-yeni-teknoloji/601/dijital-donusum-ve-gazetecilik-icin-yeni-is-modelleri–1-). Artık durum tartışmaktan bir adım ileriye gitmemizi gerekli kılıyor. İnternet ortamında ya da değil güvenilir bağımsız haber kuruluşlarını abonelikle ya da bağışlarla destekleyebiliriz. Araştırmacı gazetecilik için fon ayıran ve iyi gazeteciliği destekleyen P24 gibi platformlar çoğalabilir. Uluslararası fonlardan destek alarak yıllardır hak haberciliği yapan Bianet gibi örnekler çoğalabilir. İnternette kısıtlı olanaklarla habercilik yapmaya çalışan inisiyatifler desteklenebilir. Bunlar bir araya gelebilir. Saldırıya uğrayan, davalarla mücadele eden, işten atılan meslektaşlarına destek veren sivil toplum kuruluşları, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, Türkiye Gazeteciler Sendikası (asıl görevi bu olmasa da) bu konuda öncülük edebilir. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti tarafından yayınlanan Bizim Gazete daha etkin hale getirebilir. Bunlar aklıma ilk gelen ve tartışmayı başlatmak için öne sürdüğüm öneriler…

Yazıyı bir anekdotla bitirmek istiyorum 2006’da siyasi saiklerle medyaya girdiğini söyleyen ve Nokta dergisini satın alan Ayhan Durgun baskılar sonrasında 2007’de dergiyi kapatmaya karar verdiğinde yaptığım görüşmede ‘basın özgürlüğüne yeterince destek vermemekle’ suçlandığından, herkes tarafından yalnız bırakıldığından yakınmıştı* ve eğer bir okur fonu kurulursa isim hakkından seve seve vazgeçeceğini söylemişti. Durgun sözünü tuttu mu bilmiyorum** ama artık okuyucular olarak ‘kurtarıcı bir medya patronu’ aramaktan daha fazla şey yapmamız gerektiğine inanıyorum.

* Sözeri, Ceren (2007). “Türkiye’de Bağımsız Haber Dergiciliğinin Ekonomik Sorunları: Nokta Dergisi
Örneği”, İletişim, Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi Hakemli Akademik Yayını (7),
s.103-128
** Yayın hayatına yeniden dönen Nokta dergisinin yolu açık olur umarım.