“Gazetecilik etiği platformları ihya edebilir mi?”

Platformlar, üçüncü parti doğrulama organizasyonlarıyla yeterince efektif işbirlikleri yapmıyorlar; yahut hiç işbirliği yapmıyorlar

SARPHAN UZUNOĞLU

01.03.2019

Son 10 gün içerisinde farklı mecralarda yayınlanan yazı ve haberler, mecraların misenformasyon ve dezenformasyon konusundaki rollerini yeniden tartışmaya açarken gazetecilik ilkelerinin ve yalan haberle mücadelede kullanılabilecek doğrulama temelli prensiplerin mecraların onurunu kullanabileceği fikrini öne çıkarıyordu.
 
Nieman Reports’da yayınlanan ve Gabriella Schwarz imzası taşıyan makaleye göre platformların yayıncılık yapıp haberin dağıtımında rol oynasalar da daha en başından gazetecilik niteliklerini taşıyan insanları istihdam etmekte geç kaldıkları söyleniyordu. Schwarz, kendisinin de bir parçası olduğu Flipboard’un bu konuda pozitif bir örnek olduğunu ve bu içerik dağıtım programında çalışan editörlerin gazetecilik ilkelerine ve haber değeri mantığına sadık kaldıklarını belirtse de, Flipboard’un yalnızca bir istisna olduğunu dile getiriyordu. Zira örneğin Facebook’un bu tür bir politikası yoktu, yahut Facebook bu konuda adım atmaya karar verdiğinde çok geçti. Örneğin, Clinton kampanyasını en çok yaralayan içeriklerden biri Facebook üzerinden ve gerçekte var olmayan “Denver Guardian” isimli bir gazete üzerinden yayılmıştı.
 
Yine, yakın zamanda Avaaz tarafından takipçilerine yakın zamanda gönderilen bir e-bülten’de Facebook yerine Fakebook kavramı kullanıldı ve Madrid’de yaralanan bir protestocunun fotoğrafının Fransa’da yaralanan bir kadınmışçasına servis edilmesi ve bunun Facebook’ta viral olmasının hak mücadelesine verdiği zararlar anlatılmaya çalışıldı. Yani platformlar ve yanlış bilginin yayılımı, farklı aktörler tarafından sürekli olarak eleştiriliyor ama sorunu ortadan kaldırmaya yönelik pek bir şey yapılmıyor.
 
Haftanın konuyla ilgili öne çıkan bir diğer makalesi ise tıpkı Facebook gibi Google’ın da dezenformasyon karşıtı mücadeledeki yetersizliğine dairdi. Columbia Journalism Review’dan Mathew Ingram’ın 21 Şubat 2019 tarihli yazısında Google’ın son dönemde arama sonuçlarına bağlam ekleme gibi çeşitli hamlelerde bulunmasına karşın dezenformasyon ve yalan haber karşıtı savaşta yeterince adım atmadığının altı çiziliyordu. Özellikle paylaşım bazlı bir komünite olan Youtube’da (ki o da bir Google ürünü) yalan haber ve yanlış bilginin yayılmasının kolaylığına dikkat çeken Ingram, bu platformun algoritmik yapısının bir tür tavşan deliği işlevi gördüğünü söylüyordu. Ingram’a göre Google, kimi adımlar atsa da özellikle paylaşım temelli Youtube söz konusu olduğunda çuvallıyordu. Ingram, bu iddiasını yakın zamanda yapılan ve Youtube’da izledikleri içeriklerden sonra dünyanın yuvarlaklığından kuşku duyan kişilerin tespit edildiği bir araştırmaya verdiği referansla güçlendiriyordu ki, çok daha soyut konularda (ideolojiler, siyaset vb. gibi) bu tür bir yanılsamanın daha hızlı gerçekleşeceği hepimizin malumu.
 
Tabii ki insanın aklına teknolojik platformlar dendiğinde kolay yoldan Facebook ve Google geliyor ama Türkiye’nin en büyük sosyal ağı olan Ekşi Sözlük’ü de unutmamak şart. Teyit.org’dan Şükrü Oktay Kılıç bu gerçeği unutmamış olacak ki 20. yaşını kutlayan Ekşi Sözlük’e yalan bilginin yayılımıyla mücadele için kimi önerilerde bulunmuş “Ekşi Sözlük ve bilgi kirliliği altında ezilen ‘kalabalıkların bilgeliği’” başlıklı yazısında. Aslen Suriyeli olduğu konusunda yalan beyan verip konuyla ilgili oldukça tartışmalı bir entry yazan yazarla iletişime geçen ve Ekşi Sözlük’ün işleyişindeki zayıflıkları yazısında sıralayan Kılıç konuştuğu uzmanlardan bu duruma çare olarak iç doğruluk denetimi mekanizmalarının kurulması gerektiğini, Ekşi Sözlük’ün eğer kendini bilgi kaynağı olarak konumlandıracaksa buna dair kimi sorumluluklar alması gerektiğini, mümkünse kaynak gösterim sisteminin Ekşi Sözlük pratiğine kazandırılması gerektiğini belirten yanıtlar alıyor. Özellikle de Ekşi Sözlük’te aslen aktif olan Teyit’in kurucularından Mehmet Atakan Foça’nın söyledikleri kulak vermeye değer:
 
“Ekşi Sözlük yanlış bilgi içeren entry’leri raporlamak üzere bir sistem geliştirerek, okurlarının sahte bilgileri işaretlemesini kolaylaştırmalı. Facebook’un üçüncü taraf haber doğrulayıcılarla yaptığı anlaşmaya benzer şekilde bu raporları üçüncü taraf teyitçilere ileterek doğrulamasını isteyebilir. Sahte olduğu tespit edilen entry’ler mutlaka diğerlerinden ayrıştırılmalı ve okuru yanıltmasının önüne geçilmeli.”
 
Şimdi tüm bu yazı ve dosyaları birlikte düşünerek bir çerçeve çizmeye çalışalım. Temel olarak platformlara ilişkin sorunlarımızı özetleyelim:
 
Platformlar, üçüncü parti doğrulama organizasyonlarıyla yeterince efektif işbirlikleri yapmıyorlar; yahut hiç işbirliği yapmıyorlar. Platformlar, algoritmik olarak sahte haberin öne çıkması (örn. Ekşi Sözlük’te sol frame’de tepede olması ya da Twitter’da trend topic olması gibi) konusunda yeterli çabayı göstermiyorlar. Platformlar iç denetleme mekanizmaları gibi mekanizmalara yer vermek konusunda isteksizler.
 
Platformların ortak noktası, işin doğasına uygun olarak kâr ve reklama odaklanan algoritmalarının sosyal problemlerin çözülmesi konusunda da çözüm olarak görülmesi. Oysa insan editörlere devredilebilecek kimi işler, ve nasıl ki kurumsal firmalar kendi halkla ilişkiler işlerini kendileri yapıyorlarsa, bu tür bir fact-checking biriminin gerekirse bölgel, gerekirse ülke bazında içerde kurulması da bir seçenek olabilir. Ancak bu tür işler daha ziyade ekip emeğine dayandığından, yerel fact-checking organizasyonlarıyla yapılabilecek işbirlikleri öne çıkabilir.
 
Algoritmik olarak ya da kurallar bazında öne sürülebilecek değişikliklere dair önerilerimi aslında P24 Kitaplığı’ndan çıkan Medyada Özdenetim: Zorluklar, İmkânlar, Öneriler isimli kitapta da yazmıştım. Oradaki önerilerim genel olarak clickbait de dahil olmak üzere endüstrideki en temel problemler konusunda yeni medya platformlarının durumuna odaklanıyordu. Burada Facebook, Twitter gibi platformlar veya Ekşi Sözlük gibi daha yerel bir örnek üzerinden önerilerimi güncelleyebilirim. Her şeyden önce örneğin Ekşi Sözlük’te eski nesillerden yazarların yaşadığı temel sıkıntıların başında sözlüğün format konusunda geçmişe göre çok daha “geçirgen” hâle gelmesi var. Ekşi Sözlük, herhangi bir sosyal ağ ile eşlenebilecek durumda değil. Zira Türkiye açısından uzun süredir önemli bir siyasal forum işlevi de görüyor ve “toplu yazar alımları” gördüğü gibi “toplu yazar göçleri” de görmüş bir mecra ve geçmişte sansürden yazar bilgilerinin paylaşımlasına çok sayıda tartışmalı durumu da Ekşi Sözlük özelinde tecrübe ettiğimizden bu mecranın yalan bilgi regülasyonu çok daha mühim konumda. Örneğin çaylak hâline getirme mekanizmasının yalan bilgi paylaşımı durumunda daha sıklıkla kullanılması çok mühim olabilir. Geçmişte Washington Post’un oluşturduğu Chrome uygulamasında Trump’ın tweet’lerinin altında yalan bilgileri düzelttiğini görmüştük. Bugün Teyit gibi sosyal ağlara odaklanan bir platformun bu tür bir uygulamayla çalışıp Ekşi Sözlük yazarı gibi görünmeden farklı bir arayüzle ya da Ekşi Sözlük’le mevcut işbirliklerinde daha etkin ve görünür hâle gelerek durumu kontrol altına alması mümkün olabilir.
 
Yine aynı tür bir uygulama, Doğruluk Payı tarafından özellikle de siyasetçilerin Instagram, Facebook ve Twitter hesapları için denenebilir. En azından, politik dezenformasyonun en yüksek düzeyde olduğu Twitter’da ve Facebook’ta bu tür bir eklenti ile örneğin HDP’nin hangi önergeye evet hangi önergeye hayır dediği konusunda bile tribünden alkış koparmak için yalan söylemekte sakınca görmeyen vekilleri ve diğer parlamento üyelerini takibe alabilir. Tabii, bu meclisteki tüm partiler, siyasi parti başkanları, cumhurbaşkanı ve cumhurbaşkanlığı mensupları ve tabii ki bakanlar için geçerli olması gereken bir mekanizma. Yani Washington Post’un yaptığı gibi yalnızca tek bir siyasetçiye bu tür bir “fact-checking” odağı doğrultmak da etik olarak problemli.


 
Elbette Türkiye’nin mevcut siyasi yapısı, teyitçi ve doğrulamacıları bu tür adımlar ve işbirlikleri konusunda korkutuyor olabilir. Ancak kısa vadede en azından bu konuda objektif işler çıkmaması hâlinde yerelden genele post-truth siyasete teslim olmuşluğumuzun kalıcılaşması işten bile değil. Platformlar özelinde mevcut “çekiniklik” durumu sürdükçe fact-checker’ların daha fazla desteklenmesi ve cesaretlendirilerek dışarıdan bir tür “denetleyici sivil toplum kuruluşu” gibi görülerek güçlendirilmesi şart oluyor. Bu bağlamda, Türkiye’deki doğrulama ve teyit organizasyonlarının hem iş güçlerinin artması için okurları (yurttaşlar) olarak inisiyatif almalıyız; hem de onlara yön gösterme konusunda daha cesur davranmalıyız. Bahsettiğim yalnızca Whatsapp gruplarından yalan haberi kendileriyle paylaşmak değil, onları cesaretlendirerek siyaset kurumunun yarattığı yalan haber krizine karşı toplumun daha geniş kesimlerini ikna edebilecek bir metodolojik ve söylemsel yaklaşım geliştirmelerini sağlamak. Ama elbette bu doğrulama işine girişenlerin kamusal hayata karışmak için yaptıkları hamlelerin bile yandaşlık olarak yorumlandığı garip dijital kamusal alanımızın ortak algısında da ciddi bir değişimi zorunlu hâle getiriyor. Yani, eğer ki platformların gereken yükü omuzlayamayacağını düşünüyorsak, gazetelerin ve gazeteler kadar etkili olma potansiyeline sahip olan teyit/doğrulama organizasyonlarının gücünü artırmak ve sonra da bunları daha hesap verebilir kılmak sorumluluğu gene bize kalıyor.