Gazetecilik ve gazeteciler

Bharara’nın iddianamesini yayınlamaz, Baransu’nun hapsine sevinir, Yıldız’ın mahkûmiyetine sessiz kalırsınız

AHMET ALTAN

29.05.2016

 

Gazeteciliğin nasıl yapılması gerektiğinin bu kadar çok konuşulup da gazeteciliğin bu kadar az yapıldığı bir yer bulmak pek kolay olmasa gerek.

Herkes gazeteciliğin nasıl yapılacağını anlatıyor da gerçekten gazetecilik yapan çok az.

Gazeteciliği anlatmanın bir bedeli yok çünkü…

Ama gerçekten gazetecilik yapmanın bedeli çok ağır.

Somut bir olay üstünden konuşalım.

Amerika’da savcılık, Türkiye’deki yargı sistemini, siyaset sistemini, bu iki kurumdaki “çürümüşlükleri” ciddi biçimde eleştiren bir iddianame hazırlayıp mahkemeye verdi.

Reza Zarrab’ın, “rüşvetle” Türkiye’deki yargı sistemini yeniden biçimlendirdiğini iddia etti.

AKP’li eski bakanlara rüşvet verdiğini söyledi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’la ilişkisi olduğunu vurguladı.

Bu olayda yapılacak “gazetecilik” ne?

Bence bu sorunun cevabı çok net:

Amerikalı savcı Bharara’nın, Reza Zarrab’ın kefalet talebine karşı yazdığı 29 sayfalık kapsamlı cevabı hemen tercüme ettirmek…

Amerikalı savcının, o yazıya eklediği 55 sayfalık “17-25 Aralık” iddianamesini de almak…

Ve on gün boyunca ikisini birden manşetlerden vermek.

Bunları yayınlamak yasak olamaz çünkü bunları Amerikan mahkemesinin dosyalarından alıyorsun… Türk mahkemeleri Amerikan mahkemelerine sansür mü koyacak?

Bunu yapacak kadar çıldırırlarsa onu da haber yapmak.

Bharara’nın “çürümüş Türk politikacılarından” söz ettiği yazısını ve çoktan ortadan kaybettirilen “17-25 Aralık” iddianamesini okumak isteyen çok insan olacağından emin olabilirsiniz… 

Niye hiçbir gazete basmıyor peki bunları?

Çünkü Tayyip Erdoğan’dan korkuyorlar.

Eskiden böyle haberleri generallerden korktukları için basmıyorlardı şimdi bu haberleri Erdoğan’dan korktukları için basmıyorlar.

Böyle bir haberi getirip üstüne imzasını koymak için Mehmet Baransu gibi yürekli bir gazeteci olmak gerekir.

Şu darbecilerle AKP’lilerin el ele hapse attığı gazeteciden söz ediyorum.

Korkakların iki lafın birinde suçladıkları, hapiste olmasına sevindikleri adamdan bahsediyorum.

Bu ülkedeki Baransu’yu suçlamaktan zevk alan gazetecilerin utanmazlığından bahsediyorum.

Baransu’yu suçlayanlara soruyorum, niye bir tekiniz bunu alıp basamıyor, niye televizyonlarda bir tekiniz bile bu iddianamelerin ayrıntılarından söz edemiyorsunuz?

Neden “rüşvetle Türk yargısı yeniden nasıl düzenlendi” diye soramıyorsunuz?

Neden “kim düzenledi’’ diye soramıyorsunuz?

Neden “siz böyle bir yolsuzluk yoktu, darbeydi diyordunuz ama Amerikan savcısı bunlar gerçek diyor, buna ne diyorsunuz” diye soramıyorsunuz?

Neden “bunlar gerçek değilse niye Amerikalıları kınamıyorsunuz, doğruysa bu dosyayı hazırlayan polislerle savcıları niye hapse atıyorsunuz” diye soramıyorsunuz?

Neden, “Amerikan savcısının çok tutarlı ve inandırıcı bulduğu 17-25 Aralık dosyasına hadi biz de bir bakalım” diyemiyorsunuz?

Amerikan yargısının dosyalarına girmiş iddianameler bunlar.

Türk yargı sistemini rüşvetle, Türkiye’nin iktidar partisini çürümüşlükle suçlayan bu iddianameleri aranızdan bir taneniz televizyonda okusa ya… Bir taneniz…

Siz kimsiniz de Baransu gibi yürekli bir adamı suçluyorsunuz?

Baransu’nun Balyoz darbesiyle ilgili hazırladığı on dizilik yazıyı Haberdar’da okudunuz mu?

Okumadıysanız mutlaka okuyun.

“Balyoz sahteydi” diyenleri nasıl belgelere dayanarak lime lime ettiğini bir görün.

Bugün dışarda olsaydı, AKP hakkındaki bu belgeleri de haberleştirirdi.

Ama siz haberleştiremiyorsunuz.

Topunuz bir Baransu etmezsiniz çünkü…

Ödleklerin, cesurları eleştirdiği bir panayır burada medya dediğiniz.

Burada cesur bir gazeteci olmak zor.

Çünkü burada cesurları hemen cezalandırıyorlar.

Can Dündar’ı, Erdem Gül’ü gördünüz…

Gencecik Kürt gazetecileri görüyorsunuz.

Ama gazetecilik denen iş böyle zamanlarda lâzım… Herkesin korkup sustuğu zamanlarda “gazeteciliğin nasıl yapılacağını” anlatmakla vakit geçirmeyeceksiniz, adamsanız gazeteciliği yapacaksınız.

Baransu gibi olacaksınız, Can Dündar, Erdem Gül gibi olacaksınız, hayatlarını ortaya koyan, ölümün sınırında gazetecilik yapan Kürt gazeteciler gibi olacaksınız.

Ya da gazeteciliğin “süper kızı” Arzu Yıldız gibi olacaksınız.

Biliyorsunuz Arzu Yıldız’ı arka arkaya mahkûm eden kararlar veriyor AKP’nin yargısı.

Çocuğunun velâyetini bile elinden alıyorlar.

“MİT Tırları” denilen araçlarla yapılan yasadışı silah kaçakçılığını ortaya çıkaran savcılarla ilgili haberler yaptığı için hapis cezaları veriyorlar.

O savcılar Yargıtay’da yargılanıyor şu sırada… Yedinci celseye geldiler.

Arzu’ya sordum, o davaları kaç gazetecinin izlediğini.

Kaç gazeteci izliyormuş biliyor musunuz?

Bir gazeteci.

Tek bir gazeteci.

Bizim Arzu Yıldız.

Neden Arzu’nun sürekli hapislere mahkâm edildiğini anlıyor musunuz şimdi?

Neden bazıları sürekli televizyon ekranlarına konuk olurken Arzu’nun sürekli mahkemelere gittiğini anladınız mı?

Böyle bir davayı tek bir gazetecinin bile izlemediği bir medyadan bahsediyoruz.

Ve o medyanın adamları, “gazeteciliğin nasıl yapılması gerektiğini” anlatıyorlar.

17-25 Aralık’ın Amerikan dosyalarına giren iddianamesini yayınlamazsınız.

Silah kaçakçılığını yakalayan savcıların davalarını izlemezsiniz.

Sonra Baransu’nun hapse atılmasına sevinir, birkaç dürüst insan dışında hepiniz Arzu Yıldız’ın mahkûmiyetine sessiz kalırsınız.

Bugünler de geçecek.

İnsanlar kim cesurdu kim korkaktı, kim sahtekârdı kim dürüsttü, kim gazetecilik yaptı kim siperlerine kafasını gömüp cesurları eleştirdi görecek.

Geleceğin kahramanları bugünün çile çekenlerinin arasından çıkacak.

Gazetecilik kitapları onlardan bahsedecek…

Korkaklara kimse bir şey demeyecek.

Çünkü onların adını bile hatırlamayacaklar.