Gazeteciye saldırı: “Pis komünist” Nascimbeni
Bu saldırılar, “kültürü politika, politikayı da bir kültür hâline getirmeyen” hükümetlerin işine yarıyor
19.08.2018
Reporters Without Borders’ın 2018 Dünya Basın Özgürlüğü endeksinde [https://rsf.org/en/ranking] İtalya, dünya çapında en çok özgürlüğe sahip ülkeler arasında 46 sırada. İtalya, endeksle beraber yayınlanan rapora göre, 2016 yılından bu yana 31 sıra yükselerek gazetecilik mesleği açısından daha özgür bir hâle gelmişse de hâlâ Avrupa’da gazetecilerin en çok tehdit aldığı ülkeler arasında geliyor. Şu anda İtalya’da, yaptığı gazetecilik işleri dolayısıyla aldığı tehditler nedeniyle polis koruması altında olan on tane gazeteci bulunuyor. Özellikle 2017 yılında belli gazeteci grupları, ülkenin güneyindeki mafya örgütlerini teşhir etmeye yönelik yaptığı haberler sonucunda sözlü ve fiziksel tacize ve şiddete maruz kaldı. RSF’nin raporunda da söylediği gibi, Salvini-di Maio hükümeti de gazetecilerin sözlü, yazılı ve fiziksel tacizden korunması, gazetecilik mesleğini özgürce yerine getirmelerinin sağlanması için çok da fazla çaba gösteriyormuş gibi görünmüyor.
İtalya’da gazetecilerin güvenliğinin sağlanamıyor olmasının en yakın tarihli örneği, 1 Ağustos’ta gazeteci, müzik yazarı, anti-faşizm ve anti-homofobi aktivisti Enrico Nascimbeni’nin Milano’daki evinin önünde iki aşırı sağcı (neofaşist) tarafından bıçaklı saldırıya uğraması. Avrupa Konseyi’nin gazetecilerin ve gazeteciliğin durumu hakkında kurumun ilgili birimlerini uyarması için 2014 yılında kurulan Gazeteciliği ve Gazetecilerin Güvenliğini Korumanın Desteklenmesi Platformu’nun https://www.coe.int/en/web/media-freedom/the-platform Nascimbeni’ye yönelik saldırıyla ilgili yayınladığı rapora göre, saldırganlar doğrudan Nascimbeni’nin yüzüne zarar vermek amacıyla bıçakla saldırmışlar. Buna karşılık Nascimbeni kolundan yaralanmış. Saldırganlar, saldırı ânında Nascimbeni’ye “Pis Komünist” diye bağırmış. Nascimbeni bu olayın hemen sonrasında gerekli makamlara şikâyette bulundu.
2 Ağustos’ta Federazione Nazionale Stampa Italiana http://www.fnsi.it/, yani İtalya Ulusal Basın Birliği, saldırıyı gazetecilerin vücut bütünlüğüne ve basın/ifade özgürlüğüne karşı işlenmiş bir suç ve açıkça neo-faşist bir eylem olarak nitelendirerek Nascimbeni’yle dayanışma içinde olduklarını duyurdu. Associazione Lombarda dei Giornalisti (Lombardiya Gaeteciler Birliği) de FNSI’nin bu açıklamasına destek verdiklerini duyurdu.
Saldırıdan hemen iki gün sonra, Avrupa’da Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) medya temsilcisi Harlem Désir, twitter hesabından, bu saldırıya ilişkin derhal kapsayıcı ve etkili bir soruşturma açılmasını ve AB devletlerinin basın ve ifade özgürlüğünün kısıtlanmasına yönelik bu gibi saldırılara hiçbir şekilde göz yummamasını gerektiğini açıklayarak İtalya’ya çağrıda bulundu. https://twitter.com/OSCE_RFoM/status/1025406913931034624 Gazeteciler birliklerinden ve Avrupa Konseyi’nden gelen bu çağrılara rağmen İtalyan hükümeti konuya ilişkin hiçbir açıklama yapmış değil.
Salvini-di Maio hükümetinin bugün geldiği noktayı kısaca özetlemek gerekirse, popülist, mülteci karşıtı, Roman nüfusunu İtalya’dan uzaklaştırmak isteyen ve basın özgürlüğüne kesinlikle tahammülü olmayan bir hükümet olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Gazeteci ve LGBTİ+ hakları aktivisti
Enrico Nascimbeni modern edebiyat ve felsefe eğitiminden sonra 1985’te babası Giulio Nascimbeni’nin izinden giderek gazeteciliğe başladı. Uzun bir süre boyunca İtalyan gazetelerinde muhabirlik yaptı. İtalya’da Birinci Cumhuriyet’in sonunu getiren, 1990’lı yıllar boyunca devam eden, devletin her kademesindeki yozlaşmayı ortadan kaldırmak için girişilen Temiz Eller (Mani Pulite) operasyonu konusunda çeşitli çalışmalar yaptı ve 1992 yılında yayınlanan gazeteci Andrea Pamparana’yla birlikte Benedetto Craxi’nin rüşvet ve yolsuzluk iddialarıyla yargılanmasını konu alan Le Mani Pulite kitabını yazdı. “Bettino” Craxi, 1976 ile 1993 yılları arasında İtalya Sosyalist Partisi’nin lideriydi ve 1983 ile 1987 yılları arasında İtalya başbakanlığı yapmıştı.
UNICEF Barış Elçisi olarak da görev yapan Nascimbeni gazeteciliği boyunca savaş ve hukuk muhabiri olarak çalıştı. 1992 ile 1996 arasında Bosna Savaşı sırasında Saraybosna’ya, daha sonra da İsrail’de süregelen çatışmaları raporlamak için Lübnan’a gitti. 2001’den beri devam eden Afganistan Savaşı’nda birçok defa Kabil’de bulundu. Nascbimeni aynı zamanda LGBTİ+ hakları için ve homofobiye ve ırkçılığa karşı mücadele veren Milano merkezli Sentinelli grubunun da önde gelen destekçilerinden.
Öyle görünüyor ki, Milano merkezli Partito Comunista’nın söylediği gibi, Lega-Cinque Stelle hükümeti kendisinden beklendiği gibi özgürlüklere dayanan ve haklara saygı duyan bir hükümet değil. Nascimbeni’nin hayatı boyunca mafyaya ve savaşa karşı yürüttüğü gazetecilik mesleğinin bugüne yansıyan sonuçlarını engellemek adına herhangi bir etkisi yok.
Bununla birlikte Nascimbeni’ye yapılan saldırıya ortam hazırlayan ve bu saldırının tarihin tam bu noktasında yaşanmasını mümkün kılan şey, gazetecinin hayatı boyunca verdiği anti-faşizm ve anti-homofobi mücadelesinden öte, Berlusconi’nin geleneğini kaldığı yerden devam ettirmekte kararlı olan Salvini-di Maio hükümetinin Roman popülasyonunun İtalya’dan çıkarılmasına yönelik ısrarlı girişimlerine karşı Nascimbeni’nin duruşu. 2016 yılında aynı zamanda, tüm ırkçılık karşıtı mücadelesine binaen “Roman Halkının Dostu” ödülünü almıştı.
Savaş karşıtı sanatçı
2001 yılından itibaren gazetecilik mesleğinin yanında diğer sanatçılar için şarkı sözü yazan Enrico Nascimbeni’nin yazdığı konular arasında savaş ve ırkçılık karşıtlığı temalar da bulunuyor. Tom Waits, Leonard Cohen, Joaquin Sabina, Suzanne Vega ve Marco Carta gibi sanatçılar için şarkı sözü yazdıktan sonra, müzik sektörüne 2001 yılında geri döndü. İlk albümünü 1984 yılında çıkardıktan sonraki 18 yıl boyunca müzikle ilgili pek bir şey yapmamıştı. “Çok uzun zaman boyunca,” diyor Nascimbeni, “gazeteciliğin müzikten çok daha ciddi bir uğraş olduğuna inandım, ama yanılmışım. Studio Aperto’ta televizyon için yaptığım editörlük serüveninde, bir haberin ölümcüllüğüne karşı bir şarkının ne kadar iyileştirici olabileceğini fark ettim.” 2003 yılında çıkardığı kendi albümünde Charles Bukowski’ye ve İtalyan şair Cesare Pavese’ye göndermeler yapıyor.
Nascimbeni, müzik sektöründe, gazetecilikteki kadar başarılı. 2003’te Critica al Club Tenco ödülünü aldıktan sonra 2009 yılında iTunes Rewind tarafından, U2 ve Michael Jackson’dan sonra İtalya’da en çok dinlenen sanatçı olarak sınıflandırıldı. 2016 yılında ise sanattaki ve sosyal ilişkilerdeki katkılarına binaen Venezuela’da Simon Bolivar Ödülü’ne layık görüldü.
“Gazeteciliğim boyunca da mağdurların yanındaydım, sanatçı olarak da mağdurların yanında olmaya devam ediyorum,” diyordu Nascbimeni saldırıdan önce: “Artık sürekli hâle gelen tehditleri de ciddiye almıyorum.”
Fakat görünen o ki, İtalya’da sadece Nascimbeni değil, ölüm tehdidi alan birçok gazetecinin ve sanatçıının bu tehditleri ciddiye alması gerekiyor; çünkü bu tehditler ve saldırılar, Nascimbeni’nin de söylediği gibi “hepimizi öldüren maskeli diktatörlüğün” ve “kültürü politika, politikayı da bir kültür hâline getirmeyen” hükümetlerin işine yarıyor.
Muhafazakârlaşmanın ilk hedefleri
Öyle görünüyor ki dünyanın bu tarafındaki düzen, özellikle muhalif gazetecilere karşı kendiliğinden bir özgürlük verme taraftarı değil. Kıta Avrupası ülkelerinde ve hattâ ABD’de gazeteciler ve gazetecilik mesleği, popülist ve sağcı hükümetlerin en büyük tehdidi. Tanıl Bora’nın linç kitleleriyle ilgili yazdığı kitapta Devlet Bahçeli’nin sözlerini hatırlattığında söylediğine benzer şekilde, İtalya’nın “milli hassasiyetleri” de bu popülist-sağcı hükümetin şeytanlaştırdığı ifade özgürlüğüyle mücadele araçlarından biri. Bu nedenle meslekî özgürlüklerini teslim etmeyi bırakın, mesleklerini icra etmeleri nedeniyle uğradıkları saldırıları engellemek ya da saldırganları cezalandırmak taraftarı bile değil.
Beş Yıldız Hareketi’nin eski lideri Beppe Grillo, sesini duyurmaya başladığı 2007’den beri, gazeteciliğin, özellikle politikacılara yönelik yaptığı haberlerle ilgili farklı şekilde düzenlenmesi gerektiğini savunuyordu. Bu farklı düzenlemenin hukuka ve dolayısıyla gazetecilik mesleğine yansımasının özgürleştirici olacağı tabii ki beklenemez. Tam tersine İtalya, bugünlerde, ‘’politikacılara hakaret’’ suçunu hapis cezasına bağlamak için parlamentoda görüşmeler yapıyor.
Polonya’da da, Macaristan’da da, Türkiye’de de gördüğümüz önemli bir nokta var: Muhafazakârlaşma, belki de ilk adım olarak beraberinde ifade özgürlüğünün kısıtlanmasını getiriyor. Bu kısıtlamanın gazetecilik mesleğine yansıması ise sadece bir mesleğin imkânsızlaştırılmasından çok daha büyük bir manipülatif girişimi içinde barındırıyor.
Bu tip kısıtlamalar yoluyla sadece kişilerin ifade özgürlüğü ve mesleğin zorunlu kıldığı icraatlar değil, aynı zamanda halkın haber alma hakkı da önlenmiş oluyor. Farklı da olsa devletlerde son derece organize şekillerde, taraflı yürütülen hukukî uygulamaların ve yaptırım gücünün saldığı korkuyu devam ettirebilecek kadar güçlü hükümetlerin, fikrini söyleyen bireylerden korkarak onları düşmanlaştırması; sahip oldukları böylesine büyük bir yaptırım gücüne rağmen korktukları en büyük şeylerden birinin bir gazetecinin halkın geri kalanının fikrini değiştirebilme olasılığı olması, herhalde popülist-sağcı hükümetlerin dayanak aldığı gücün ne kadar kırılgan olduğuna yönelik en iyi işaret. Hem de silahlarla ve hukukla donanmış bu gücün ne kadar büyük olduğunun sürekli herkese dayatılmasına rağmen…
O zaman yapılacak tek şey, Nascimbeni’nin de saldırıdan sonra söylediği gibi: Ora e sempre resistenza. Yani, her yer direniş!