“Geçmişle gelecek arasında bir “devrimci muhafazakâr”

Temel Karamollaoğlu’nun bir “aforizma pınarı” gibi ortaya çıkışı, lideri olduğu Saadet Partisi’nin de “özgül ağırlığını” birden arttırdı

SEZİN ÖNEY

20.06.2018

Temel Karamollaoğlu, seçimlerin daha lafı bile edilmezken; son altı ay bir yıldır artan ölçüde dikkatimi çeken bir isimdi. İlginç çıkış ve sözleri, “bunu, daha çok oy alan bir merkez veya sağ partinin lideri söylese, Türkiye'deki siyasetin havası bir anda değişirdi” diye düşündüren nitelikteydi. Bu çıkışlar giderek arttı ve benim “siyaset kumaşı” olarak nitelediğim politikada ön plana çıkma ve gündem belirleme yeteneği, Karamollaoğlu'nun da sahip olduğu özellikler olarak ön plana çıkmaya başladı. O kadar ki Karamollaoğlu, partisi ötesinde bir lider olarak, neredeyse “aforizma pınarı” olarak niteleyebileceğimiz bir aktöre dönüştü.
 
Örneğin, şeker fabrikalarının satışını eleştirirken söylediği şu sözlerini ele alalım:
 
"Bir Kızılderili deyişiyle bu arkadaşlara seslenmek istiyorum; Son fabrika satıldığında, son üretici toprağını terk ettiğinde, beyaz AK Partili adam beton ve asfaltın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak."
 
Çağımızın iletişiminde, kolay akılda kalacak sloganlar, “özlü sözler” ve günlük hayat kargaşasına-koşuşturmasına anlık ilham ve anlam katacak aforizmaların rolü her zamankinden de önemli. Bu açıdan Karamollaoğlu'nun da bir “aforizma pınarı” gibi ortaya çıkışı, lideri olduğu Saadet Partisi'nin de “özgül ağırlığını” birden arttırdı. Sadece bu sebeple değil; çeşitli başka nedenlerle de, Saadet Partisi aldığı ve alabileceği oy potansiyelinin ötesinde bir “söylem ağırlığına” kavuştuysa, bu durumun başlıca sebebi de Karamollaoğlu kuşkusuz.
 
 
“Ak sakallı dede” imajı
 
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin yaşı “en kıdemli” adayı; 20 Eylül 1941 doğumlu. İkinci “yaş kıdemini almış” aday Doğu Perinçek'ten de bir yaş büyük. Karamollaoğlu'nun bir yandan “yaşının avantajını” kullanan bir imajı var: adayı ve lideri olduğu Saadet Partisi'nin “Bilge Başkan” sloganı, Türkiye genelinde kültürel olarak ortak değer olan “ak sakallı dede” imgesine gönderme yapıyor.
 
Rüyalara giren ve kadersel mesajlar veren, Leyla ile Mecnun efsanesi ve masallardan bize göz kırpan “ak sakallı dede”den; ironik bir biçimde de gene kökeni bu topraklara dayandırılan “Noel Baba”ya bir çok farklı kültürel kodlamamızda karşımıza çıkıveren o gerçeküstü figüre, gerçekten de görüntüsü itibariyle de benziyor Karamollaoğlu… Ve tabii, tartışmalarda son sözü söyleyen ve arabuluculuk yapan “yaşlılar heyetinin” bir üyesini andıran bir hâli-tavrı da söz konusu.
 
Öte yandan, hakkını vermeliyiz ki, Karamollaoğlu'nun değme gençlere taş çıkartan kıvrak ve yenilikçi bir yönü var. Her şeyden önce, 2018 Cumhurbaşkanlığı seçim kampanyası boyunca modern teknolojinin imkânlarını en etkili ve en çok kullanan lider Karamollaoğlu oldu desek yanlış olmaz. Sosyal medya üzerinden düzenlediği “e-mitingleri” duyururken, medyada kendilerine yeterince yer verilmediğinden yakındı ve şöyle dedi:
 
“Bu konuya net bir cevap olsun diye şu ifadeyi kulandık: 'Medya padişahınsa sosyal medya bizimdir.' İnsanlarımızın, vatandaşlarımızın, kardeşlerimizin çok daha fazlasına ulaşmış bulunuyoruz.”
 
Bu seçim kampanyası genelinde, şu âna değin Karamollaoğlu ve Saadet Partisi'nin oynadığı kilit bir rol de şu oldu: sosyal medya ve teknolojik imkânların kullanımında partiler ve adaylar arası bir rekabet yaratmak. Karamollaoğlu'nun “Süperman” olarak canlandırıldığı ve Türkiye'yi uçurumdan aşağı uçmak üzere bir araba olarak “feci sondan” kurtardığı animasyon da, Türkiye siyasi tarihinde bir liderin hicvi, kendini bu şekilde “uçuk kaçık” gösteren biçimde kullanması açısından ilginç bir örnekti. Tüm bu açılardan Temel Karamollaoğlu, içinden geldiği siyasî gelenekten beklenecek, “ağır ol da molla desinler” imajına hiç tamah etmedi.
 
Tersine, geri de tepebilecek bir risk aldı-muhafazakâr kesimde ayıplanarak dışlanabilir ve sol kesimler başta olmak üzere, “diğer kutuplarda” da, sempati yerine antipati toplayan bir nefret objesine dönüşebilirdi. Kaldı ki, 1977'de ilk kez Milli Selâmet Partisi'nden milletvekili olan Karamollaoğlu, “Milli Görüş” geleneğinin yegâne temsilcilerinden ve İslâmcı çizginin “bagajını” da ister istemez taşıyan biri olarak, “yenilikçi” rolüne soyunması kolay bir iş değil: ne kendisi ne de tüm siyasî tabanlar açısından.
 
Sol yumruğu havaya kaldırarak kalabalığa selam verdiği kareyi ele alalım. Farklı siyasî geleneklerin hareketleri ve sembollerini daha önce kullanan liderler de oldu. Örneğin CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, çeşitli kereler “Bozkurt” işareti yapığında, Ülkücü tabana yönelik bir açılım yakalayamamıştı. Ki, bu açılımın olabilmesi için de uygun “ittifak zemini”, 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Ekmeleddin İhsanoğlu'nun CHP ve MHP'nin ortak adayı olarak gösterilmesiyle oluşmuştu. Öte yandan, MHP ve AKP'nin Cumhur İttifakı doğduğunda da, “Rabia” ve “Bozkurt” işaretlerinin beraber kullanılması; “en üst kattan”, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından yapılmış bile olsa, “kırmızı kart” görmüş ve/veya sahiplenilmemişti.
 
Buna karşılık, Karamollaoğlu'nun “sol yumruğu”, merkezde olduğu kadar muhalefetteki geniş kitlelerde yankı buldu, yardırganmadı ve hattâ, Saadet Partisi liderinin artı hanesine yazıldı. Karamollaoğlu'nun “Che Guevera” gibi tasvir edildiği “Caps”ler, sosyal medyada hızla yayıldı ve onu hafızalarda arşivleten “ikonik” bir imge oluşturdu. “Liderlik” konusuna kişisel ve akademik merakı olarak burada beni ilgilendiren, politikada neden bazı söylem ve imajların, ne zaman ve nasıl, neden tuttuğu-ve gerçekten de “Karamollaoğlu vakası”, bu açıdan da incelenmesi gereken bir örnek.
 
Deniz Zeyrek, “sol yumruk” karesinin hikâyesini, Karamollaoğlu'nun ağzından şöyle aktarmıştı:
 
“Kimi fotoğrafının üzerinde oynayıp alnına yıldızlı bere koydu. Kimi son attığı tweet’lerden birinin altına ‘Küba’ya gidin’ diye yazdı. Saadet Partisi Lideri Temel Karamollaoğlu’ndan söz ediyorum. Son dönemdeki söylemleri ve Burdur’da arabanın içinden çıkardığı yumruğu nedeniyle bu yorumlar yapıldı. Kendisiyle dün telefonla konuşma fırsatı bulunca ilk o yumruğu sordum. Milli Görüş’ün ünlü işareti dururken niye yumruk kaldırmıştı?

Her zamanki naifliği ile hiçbir filtre kullanmadan şöyle anlattı: ‘Burdur’daydık. Biliyorsunuz Burdur için şekerpancarı çok önemli bir geçim kaynağı. Dışarıda da çok büyük bir kalabalık vardı. Normalde bizim kendi işaretimizi yapardım ama dışarıdaki coşkuyu görünce heyecanlandım. Gaza geldik diyelim.’”
 
Bu karenin ardından Karamollaoğlu'na “Yerli ve Milli Che Guevera” benzetmesi yapanlar da oldu; işin ilginç yönü, Saadet Partisi Gençlik Kolları da, “Hasta la victoria siempre Commandante ! #HuzurSaadette“ diye bir Twitter mesajı paylaşarak “sol yumruğu” sahiplendi.
 
Gene de, Karamollaoğlu'ndan yazının başında “bagajları olan bir lider” diye bahsettik. Bu bagajların yükü kolay kalkmayanı da tabii ki, memleketi Sivas'ta yaşanan Madımak olayının vahşi hatırası ve mirası.
 


 
Geçmişin bagajı
 
Karamollaoğlu'nun Saadet Partisi lideri olduğu 2016'da, BirGün'de çıkan bir haber şöyle başlıyordu:
 
“Madımak Katliamı sırasında otelin önündeki saldırgan güruha ‘gazanız mübarek olsun’ dediği iddia edilen Saadet Partisi’nin yeni lideri Karamollaoğlu bu kez de katliamı “üst akıl”a bağladı, sempozyumun halkta infial yarattığını öne sürdü!”
 
Haberin devamı ise şöyleydi:
 
“Saadet Partisi’ne yakın Milli Gazete’ye tam sayfa söyleşi veren Karamollaoğlu 2 Temmuz 1993’de 33 aydın ile 2 otel görevlisinin yaşamını yitirmesine neden olan katliama dair de açıklamalarda bulundu. ‘Madımak olayında bir üst akıl vardı’ diyen Karamollaoğlu, düzenlenmek istenen sempozyumun halkta infial yarattığını öne sürdü… Karamollaoğlu ‘Sivas’ta bir sempozyum düzenleniyor. O sempozyum sırasında halkı da rahatsız eden bazı küçük gelişmeler yaşanıyor. Onun üzerinde halk da bir infial oluşuyor. Biz o gün sabah tugaydaki yemin törenine katılmıştık, sonra belediyeye geldim. Ben de aynı gün encümen toplantısı sonrası Ankara’ya gidecektim. Belediye de iken, birden bire emniyet müdürü geldi. ‘Bazı gençler toplanmış, siz konuşursanız dağılacaklarını sanıyorum’ dedi. Sonra beraber valiye gittik, valinin de uygun görmesi ile birlikte, o bölgeye giderek, emniyetin mikrofonundan oradaki gençlere bunun yanlış olacağını, sıkıntılar olacağını dağılmalarını istedim’ dedi.
 
Saadet Partisi lideri ‘Gazanız mübarek olsun’ sözleri ve ‘halkı kışkırttığı’ yönündeki iddiaları ise kabul etmeyerek şöyle konuştu, ‘Böyle bir şey yok. Orda zaten bu sözün denecek bir durumu da yok. Olaylardan en az 3-4 saat önce konuşmuştum. Ben konuştuktan sonra gençler dağıldı, ben de belediyeye döndüm. Bunların hiçbirisi doğru değil. O yıl karışık bir yıldı zaten. Birileri Türkiye’yi karıştırmaya çalışıyor, belli. Sivas’ta bir sunni-alevi çatışması çıkarmak istediler ama bunda başarılı olamadılar. Burada bir üst akıl vardı. Ama kim bu, onu bilmiyorum. Bunun arka planını kimse çıkarmadı şimdiye kadar. O dosya yeniden açılmalı.’ Karamollaoğlu 2011’de çıktığı bir televizyon programında konuya ilişkin yaptığı açıklamada Madımak’ta yaşamını yitirenlerin ‘yanarak değil, dumandan boğularak öldüğünü’ iddia etmiş ve “gazanız mübarek olsun” sözünün aslında ‘dil sürçmesi’ olduğunu savunmuştu.”
 
BirGün'ün haberinden yansıyan sorgulayıcı tutum, Temel Karamollaoğlu'na yönelik olarak çok geniş kesimlerden yansıyan şüphelerden ileri geliyordu. Karamollaoğlu'nun “zayıf karnı” olan, 1993'teki Madımak Katliamı esnasında, kendisi Sivas Belediye Başkanı idi.
 
Karamollaoğlu, ilk olarak 1989 yılında Refah Partisi'nden Sivas Belediye Başkanlığı'na seçilmişti; 1994 seçimlerinde de gene Refah Partisi adayı olarak, kentin belediye başkanı oldu.
 
2 Temmuz 1993'te, Sivas'ta gerçekleşen Pir Sultan Abdal Şenlikleri'nde, Madımak Oteli önündeki araçların ateşe verilmesi sonucu çıkan yangında, oteldeki, çoğunluğu Alevi 33 yazar-düşünür ile iki otel çalışanı hayatını kaybetmişti. Şenliğe katılanlar, Sivas Valisi Ahmet Karabilgin'in özel davetlileri idi.
 
Bu olay esnasında, şehrin en yetkili isimlerinden olan Temel Karamollaoğlu'nun Pir Sultan Abdal Şenlikleri katılımcılarına saldıran Sünni kitlenin toplanmasını ve saldırganlaşmasını önleyememesi üzerine başlı başına bir “sorumluluk gölgesi” düşürüyordu. Buna ek olarak,  Karamollaoğlu'nun kalabalığı yatıştırmak bir yana kışkırttığı da iddia edilmişti.
 
1 Temmuz 2009'da Bianet'te yer alan Elif Gençkal'ın haberinde, Karamollaoğlu'na yönelik şöyle deniyordu:
 
“Temel Karamollaoğlu, Sivas Belediye Başkanı: Karamollaoğlu, saldırgan kitle Madımak Oteli'nin önündeyken yanlarına gittiğinde, 'Mücahit Temel' sloganlarıyla karşılanmıştı. ‘Bir defa şöyle bir fatiha okuyalım. Şunların ruhuna el fatiha diyelim’ diye konuşmuştu. Olayın yaşandığı sırada RP Genel Başkanı Necmettin Erbakan'ın yakın kurmaylarından olan Karamollaoğlu, bugün Saadet Partisi (SP) Dış İlişkiler Başkanı.”
 
Bu iddia, 30 Haziran 2014'te Cumhuriyet'te Mehmet Menekşe'nin haberinde de, şu şekilde geçiyordu: “RP’li Sivas Belediye Başkanı Temel Karamollaoğlu, otelin önünde ‘Gazanız mübarek olsun. Şunların ruhuna el fatiha diyelim’ diye bir konuşma yaptı.” 
 
Karamollaoğlu'nun kendisi, bu iddialara çeşitli kereler yanıt verdi. Örneğin, 2 Temmuz 2010'da, o dönem “daha orta yolcu yayın politikaları olan” Sabah'ta yayınlanan ve Bülent Ergün'ün yaptığı mülakatta Karamollaoğlu'nun şu ifadelerine yer verilmişti:
 
“Karamollaoğlu, olaylar sırasında kalabalığa hitaben, ‘Gazanız mübarek olsun, hep birlikte ruhlarına Fatiha okuyalım’ dediği iddialarıyla ilgili ise şunları söyledi: Hiç hatırlamıyorum. Bir kalabalığı nasıl teskin edersiniz ? Onların gönlünü alarak… Orada, 'Oturun sakinleşin, bir Fatiha okuyun' dememin, demememin bir önemi yok ki. Ters bir konuşma yapsam, emniyet müdürü bana müdahale etmez mi? Sonuçta kalabalık dağıldı. O halk orada tahrik olsaydı, yürürdü. Sadece ben çıkıp önlemeye çalıştım. Hedef bendim. Eğer başka biri belediye başkanı olsaydı, olayları önlemek için gösterdiği çabadan dolayı bir de madalya takarlardı… İnsanları toplayıp, kibrit çakıp hakikaten yaksanız bu bir cinayet olur. Ama orada otelin önüne gelen ve perdeyi yakan bir kişi var. Yakınlarının acısını azaltmaz ama ölenler, dumandan boğularak öldüler, bir kısmı kurşunlanarak öldü. Kurşunlanarak ölenlerin hesabı hiç sorulmadı. 'Hangi silahtan çıktığını tespit edemedik' dendi. Boğularak öldüler, yanarak ölmediler. Bu bir şey değiştirmez ama 'yandılar' derseniz, yakınlarının düştüğü ruh hâlini düşünün. Bir infial meydana gelir. Kamuoyunu da infiale sürüklemek için bunu söylüyorlar. Bu önemli değil gibi gözüken bir ayrıntı ama önemli…. Bunu yapmak Sivas'a en büyük ihanet olur, Türkiye'ye de ihanet olur. 37 kişi hayatını kaybetmiş, buraya utanç müzesi diye bir müze açacaksınız. Allah'tan korkmak icap eder. Bunu yapanlar insaflı ve izanlı değiller. Sadece kin ve nefret tohumları ekmek istiyorlar. Bu hadiseyi zihinlerde tutacak bir işi yapmak kimseye faydaya getirmez. Türkiye çok büyük acılar yaşadı ama hiçbirisi bunun kadar istismar edilmedi. Siz buradan Hacıbektaş'a gideceksiniz, Yavuz Sultan Selim'in heykelini dikeceksiniz. Bu yapılır mı? Olmaz. Bunun mantığı yok."
 
Karamollaoğlu, Saadet Partisi lideri ve dahası Cumhurbaşkanı adayı olduğunda, Madımak ile ilgili suçlamaların önüne geleceğini muhakkak ki biliyordu. “Haksız” bulduğu suçlamalarla yüzleşmek için, siyaseten ön plana çıkmasının bir vesile olacağını düşünmüşe de benziyor. Üstelik, Karamollaoğlu'nun ailesinin memleketi Sivas ama kendisi de Kahramanmaraş doğumlu-böylece aslında “köken” olarak, (kendisinin kişisel hiçbir alakası olmayan), Aralık 1978'deki Maraş Olayları gibi, Türkiye tarihinin Alevilere karşı gerçekleşmiş başka bir kanlı sayfasının coğrafi mekânını da çocukluğundan ve ailesinden tanıyor. Bu açıdan, muhafazakâr-milliyetçi siyaset penceresinden tarihin “en mayınlı bazı alanları”, adeta Karamollaoğlu'nun önüne “kadersel olarak” gelmiş.
 
Lider olarak, bu kadersel yüzleşmelerden nasıl çıktı peki?
 
5 Nisan 2018'de BBC Türkçe'de Fundanur Öztürk'e verdiği mülakatta, Madımak'taki sorumluluğu ile ilgili şu sözleri yer alıyordu:
 
“Yapılması gerekenlerin benim yönümden değil, hükümet yetkilileri tarafından yapılmadığı kanaatindeyiz.
Ben Belediye Başkanı olarak asayişten sorumlu değilim. Polis bana bağlı değil ki ben tedbir alayım.
O asayişi sağlamakla yükümlü olanlar neden sorgulanmadı ben de bunu merak ediyorum. Ama sanki ben sorumluymuşum gibi, tamamen yalan haber ve fotoğraflarla bütün dikkatler kasıtlı olarak benim üzerime çekildi.
Benim kanaatim, bu konuda benimle ilgili yanlış fikre kapılanlar yüzde 90'ın üzerinde artık o fikirde değil.
İnsanlar burada benim bir mesuliyetimin olmadığına, buna rağmen de hadiseleri yatıştırabilmek için aslında kendi yetkimin ve gücümün dışında bir gayret gösterdiğime şahitler.
Bir bakıma bu son dönemler, benim üzerimdeki bu haksız baskının ve kanaatin dağılmasına vesile olduğu için de memnunum şu anda.”
 
Karamollaoğlu'nun yaşanan dehşet verici bu olayla ilgili kendi duruşunun hesabını verip veremediği tartışılır. Ancak, dönemin başbakanı Tansu Çiller'in bugün bambaşka kulvarlarda yer aldığını ve mecralarda boy gösterdiğini de hatırda tutmak gerek.
 

 
“İngiliz eş” ve komplo teorileri
 
Karamollaoğlu, Cumhurbaşkanı adayları arasında bir yandan da, en “mâhrem”  profili olan kişi. Aile hayatını, günlük yaşamını, siyasetçilik dışında “olduğu kişiyi” (veya bazı adayların yaşamının sadece politika olduğunu düşünürsek kişisel hırslarını) en  az sergileyen aday.  Cumhurbaşkanı adaylığı resmen açıklandıktan sonrasına kadar, eşi ve ailesinin fotoğraflarına ulaşmaya imkân yoktu. Daha sonraları ise, kendisine çelme takmak isteyen medya organlarından yapılan “eşi İngiliz” konulu “karalamalara” yanıt olarak, ailesiyle beraber kameraların karşısına geçti.
 
İşin bu kısmı cidden ilginç: “Yabancı eş”, eğer din değiştirmişse, muhafazakâr çevrelerde utanılacak, saklanılacak bir şey değil. Tersine, “ecdadımızın” da geleneğinde olan ve hattâ “Ümmete mümine kazandırmak” olarak görülüp takdirle karşılanacak bir durum. 2012'de, dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Rusya'ya yaptığı bir geziden dönerken şunları söylemişti:
 
“Türk-Rus evliliklerinin sayısının artması önemli. Ben Rus gelinlerin sayısı artsın istiyorum. Çünkü Rus gelinler, Türk aile yapısına çok uygun. Rus aile kültürü ile Türk aile kültürüne çok yakın, çok uyumlu. Tabii az da olsa arada anlaşmazlıklar da çıkabiliyor, ama genellikle çok uyumlu aileler oluşuyor.”
 
Temel Karamollaoğlu, “İngiliz eş” salvolarına karşılık kendi aile geleneği “görünmezliği” bozarak, eşi Ayşe Yasemin, beş çocuklarından Ömer, Zeynep ve Meryem ve torunları Hacer ve Meryem Lina ile kameralar karşısına geçti.
 
Bu durum da, aslında Karamollaoğlu ailesi ve özellikle eşi Ayşe Yasemin'e yönelik “dış mihraklar” esanslı karalama kampanyasını tersine çevirmiş oldu. Zira, 53 yıldır Temel Karamollaoğlu ile evli olan ve evlenirken Müslümanlığı seçen Ayşe Yasemin Hanım değme muhafazakârdan daha mutaasıp bir intiba yaratıyordu. Dahası,  ekranlara yansıyan tüm Karamollaoğlu ailesi de…
 
Konuyu açalım:
 
Milli Gazete ve TV5 tarafından ekranlara ve sayfalara yansıtılan Karamollaoğlu ailesi ile röportajlarının ana teması, “farklılıklara rağmen birleşme ve anlaşma” olunca, konu dönüp dolaşıp “ümmet” kavramına ve “İslâm'ın ümmette birleştiriciliğine” geliyordu. Örneğin, “aile mülakatında” şu ifadeler geçiyordu:
 
“Karamollaoğlu'nun küçük kızı Zeynep, ailesini ‘Annem ve babamızın hayatımızdaki en büyük etkileri bizi dünyaya açmaları oldu. Biz ümmet hissini yaşayarak büyüdük. Dar çerçeveden değil anne babamın verdiği geniş çerçeveden bakmak nasip oldu. Annem edebe özen verirdi. Babamın zihnimde yer eden sözü 'Müslüman yalan söylemez' sözüdür’ diye anlatıyor.”
 
Dahası, “İngiliz eş figürü” olarak “ecnebî bir portre” çizmesi beklenen Ayşe Yasemin Karamollaoğlu, adeta eski ve unutulmuş, birçok muhafazakâr için bugün belki ancak nostalji ile anılabilecek “âhlak ve iman timsali” bir tonda konuşuyordu:
 
"Temel bey evlenmeden önce benim Müslüman olmamı istemişti. Bana çok kitap verdi ve ben okudum. Hristiyanlıkta cevap alamadığım şeylerin cevabını İslam'da buldum. Cevaplarımı bulunca rahatladım. Müslüman oluşum benim için yavaş yavaş, sindire sindire oldu… Annemle, Temel bey uzun uzun sohbet ederlerdi, dünya problemlerini konuşurlardı ve Temel bey her konuyu İslam'a getirirdi. Annem en son İslam'ı kabul etti, Müslüman oldu. Ben inanıyorum ki bunda Temel beyin sıkılmadan anlatmasının etkisi vardı."
 
Son kertede bu aile mülakatının doğurduğu sonuç, iktidara yakın çizgideki medyada suçlayıcı bir tonda yer almış olan “İngiliz eş” haberlerinin aslında, o kanattaki “eksen kaymasına” işaret  ettiği izlenimi gibi gözüküyordu.
 
Geçmişe bakıp arşivleri taradığımızda, Temel Karamollaoğlu hakkında daha çok İslamcı kesim kaynaklı komplo teorileri üretildiğini gözlüyoruz. Bu enteresan durumda, Karamollaoğlu'nun aslında Milli Görüş'ün içinden çıkıp da, Batı ile çok haşır neşir olmuş kişilerin başını çekmesi ve eğitimden kültüre, hep Avrupa ile bağının olmasının payı var bana kalırsa.
 
 
Erbakan mirasının en dışa açık ismi mi?
 
Karamollaoğlu, 1960'ta 19 yaşındayken İngiltere'ye gitti ve yedi yıl bu ülkede yaşadı. Manchester Üniversitesi Bilim ve Teknoloji Enstitüsü, Tekstil Teknoloji Bölümünden 1964 yılında mezun oldu ve 1967 yılında aynı üniversitede yüksek lisansını tamamladı. Okulu bitirir bitirmez, Türkiye'ye döndü ve Sümerbank’ta proje mühendisi olarak işe başladı. 1967’de de Devlet Planlama Teşkilatında uzman olarak görev aldı.1977'de tam zamanlı politikaya atılana kadar da ağırlıklı olarak DPT ve özel sektörde çalıştı.
 
“Tam zamanlı olarak politikaya atılmadan önce” diyorum çünkü, Karamollaoğlu'nun İngiltere'ye eğitim için gidişi, Türk Talebe Birliği kanalıyla aldığı “Sümerbank bursu” ile olmuştu. İngiltere'deyken de, Türk Talebe Birliği'nin oradaki faaliyetlerini yürüttü.
 
1977 yılında Milli Selamet Partisi'nden Sivas Milletvekili seçilmesiyle beraber, Karamollaoğlu için politika başlıca meşgalesi olmuştu ki, 1980 darbesi gerçekleşti. Az bilinen bir gerçek ama, Karamollaoğlu darbeden sonra, siyasi faaliyetleri gerekçe gösterilerek 10 ay Ankara'da askerî hapishanede tutuklu kaldı. Karamollaoğlu'nun siyasete dönüşü, 1987 yılında yapılan referandumda siyasi yasakların kaldırılmasıyla mümkün oldu.
 
Karamollaoğlu için, “Milli Görüş geleneğinin Batı ile çok teması olmuş isimlerinin başını çekiyor” dedik; bunun sebebi sadece eğitimi değil. Meclis'e girdiği 1977'den sonra, milletvekili olduğu dönemler boyunca hep,  Avrupa Konseyi Parlamenter Asamblesi, NATO Parlamenter Asamblesi üyelikleri gibi görevler üstlendi. Saadet Partisi'nde 2000'lerde, “Dış İlişkilerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı” da yaptı.
 
Karamollaoğlu'nun “abisi” sayılacağı ve gene aynı geleneğin “dışa açık” isimleri olarak bilinen Abdullah Gül'ün dış tecrübesinin İngiltere'deki eğitimi (toplamda iki yıl) dışında Suudi Arabistan odaklı kaldığını anımsayalım. Gene, “dışa açık” Ahmet Davutoğlu'nun ise, yurtdışı tecrübesinin üç yıllık bir Malezya deneyimi olduğunu da…
 
 
Özgül ağırlığı dengeleri değiştirebilir mi?
 
“Karamollaoğlu” isminin bile ağır ve durağan bir çağrışımı var. Milli Selamet Partisi ile başlayarak, Refah Partisi, Fazilet Partisi ve Saadet Partisi'nde görev aldı; Milli Görüş'ün babası Necmettin Erbakan ile yaklaşık yarım asırlık bir siyaset geçmişi oldu. Ve bugün, tıpkı diğer Cumhurbaşkanları adaylarından Meral Akşener, Muharrem İnce ve Selahattin Demirtaş gibi, Temel Karamollaoğlu da, küllerinden yeniden doğuyor ve siyasi hayatının yepyeni bir sayfasına, yepyeni bir enerji ile başlıyor. Bu üç aday, Türkiye siyasetini uzun yıllardır tanımlayan “seküler-laik” ve “dindar-muhafazakâr” şeklindeki iki zıt kutup kavramı da “tarihin derinliklerine” yollayabilecek söylemler benimsiyor ve politik çizgiler sürdürüyorlar. Bireysel çıkışlarının oluşturduğu sinerji, gerçekten de “yeni bir Türkiye”nin ortaya çıkmasına neden olabilir mi? Yakında ve uzun soluklu olarak, bu Cumhurbaşkanı adaylarının simgesel olarak başlattığı dönüşümün nerelere gittiğini ve Türkiye'de siyaset ve sosyolojik okumaları nasıl değiştirdiğini yaşaya yaşaya göreceğiz.