Gökkuşağı dersleri

Kimse kendi varlığının rahatsızlık unsuru ilan edilmesine izin vermez. Kimse yaşamak için icazet almaz.

KARİN KARAKAŞLI

04.04.2021

Malûm kaç yıldır terörist kavramının tanımı inanılmaz genişledi. Maşallah memlekette vatandaştan çok terörist var. Şimdilerde gökkuşağı da suç unsuru olarak listedeki yerini aldı. Terör örgütü ise, onların deyimiyle “LGBTİciler…” Bir nevî insan türü…

Varoluşunun terör sebebi sayılması başlı başına bir oksimoron. Ama maalesef bu ülkede sıkça rastlanan bir garabet. Ermeni, Gayrimüslim, Rum, Yahudi, Kürt, Alevi olmanın güvenlik tehdidi kabul edildiği bir ortamda LGBTİ+lar da uzun süredir paylarına düşen önyargı, dışlayıcılık ve hedef göstermelerle kuşatılmış durumda. Eşcinsel ve trans cinayetleri politik, zira katiller için bana söylemesi, yazması dahi zûl gelen “hafifletici sebepler” var. Öldürdüm ama bir sor niye öldürdüm, diye tercüme edilebilecek koca bir utanç.  

Varlığı tehlikeyle özdeş her topluluğun makro politika açısından kullanışlı görüldüğü belli dönemler var. Bir süre hiç bahsiniz geçmeyebilir. Elbet her topluluğun makbul olanı da var. Makbul vatandaş zaten özenle tarif edilir. Ola ki sıkıntılı bir topluluğa mensupsanız, oy için kolayca arzu edilen istikamete yöneldiğiniz ve suya sabuna dokunmadan, zerre görünür olmadan yaşadığınız takdirde “hoş görülebilir”siniz. Arada bir de burada ne kadar rahat olduğunuzu söylediniz mi, iş tamam sayılır. Ama siyasi özellik kazanmış, hak mücadelesi veren bütün kimlikler için bu makbul tekillerin yetmediği bir nokta vardır. İşte o zaman birdenbire sizi hatırlar ve tek bir günü dahi size dair söylem üretmeden geçiremez hâle gelirler. Söylem dediysem tabii onun adı nefret söylemi. Kendinizi her şeyin müsebbibi ve hedef tahtasındaki son günah keçisi olarak bulursunuz. 

Son dönemin hedef tahtasındaki LGBTİ+lar nezdinde, hareketin simgesi sayılan kırk yıllık rengârenk gökkuşağı bayrağı da suç unsuru ilan edilmiş durumda. Oysa gökkuşağı mucize ve umutla eştir, özgürlük ve eşitlikle. Hâliyle bu bayrak pek çoklarımız için her tür milliyetçilik ve ırkçılıktan azade, yaşatılan acılara karşı insan onuruna yaraşır bir ortak hayat umudu sunan özgürleştirici bir sığınak. 

 

Renklerin hakkını vermek

 

Bir anda kendisini en düşman ülke ve oluşumlardan daha büyük bir tehdit olarak ilan edilmiş bulan gökkuşağı bayrağı mücadele ve dayanışma üzerine kurulu kıymetli bir tarihe sahip. Bayrak; California eyaletinde cinsel yönelimini açıklayarak belediye meclisine seçilen ilk eşcinsel politikacı Harvey Milk’in isteğiyle 1977’de Amerikalı eşcinsel aktivist Gilbert Baker tarafından LGBTİ+lar için bir sembol olarak tasarlandı.

LGBTİ+ toplumu hâlihazırda Nazi toplama kamplarında eşcinsellere takılan pembe üçgeni bir gurur simgesi olarak kullanıyordu. Ancak bu simge aynı zamanda Hitler’i ve Holokost’u hatırlatan zulüm dolu çok acı bir geçmişin ürünüydü. Baker ise “Güzel bir şeye ihtiyacımız var, bizden bir şeye” diyerek, tarih boyunca farklı pek çok kültürde reform, toplumsal değişim, inançların birleştiriciliği, uluslararası barış gibi ortak paylaşılabilecek alanların simgesi olan gökkuşağını yeniden yorumlamak istedi. 

Baker’ın ilk gökkuşağı bayrağında sekiz renk vardı. Bu bayrakta en üst şeritteki pembe cinselliği, kırmızı yaşamı, turuncu şifayı, sarı güneşi, yeşil doğayı, turkuaz sihri, çivit rengi sükûneti, mor ise ruhu simgeliyordu. Harvey Milk de kısa süreliğine de olsa bu bayrağı görmüş, ancak maalesef birkaç ay sonra 27 Kasım’da Belediye Başkanı George Moscone ile birlikte belediye binasında öldürülmüştü. Anlayacağınız umut ve onurun simgesi bayrak, daha ilk günden LGBTİ+ onur yürüyüşlerinde ve Milk’i anma etkinliklerinde zulme karşı isyanı, öfke, acı ve direniş belleğini de simgeleyen bir tarihle kuşatılmıştı. Zamanla simetri ve renk yaratma güçlüğü gibi bazı pratik nedenlerden dolayı Baker pembe ve turkuaz şeritleri çıkardıktan sonra şimdiki hâliyle gökkuşağı bayrağı sarkacın iki kutbundaki isyan ve umudu kendinde buluşturdu.

 

‘Ele geçirilen LGBTİ bayrakları…’

 

Gökkuşağının memleket macerası da genel tarihe eklemlenebilecek benzer bir akışa sahip ve bir süredir devlet cenahında hiç olmadığı kadar takıntılı bir ilgiye mazhar oluyor. 

Kısaca hatırlamak gerekirse, Boğaziçi Üniversitesi’nde kayyum rektör Melih Bulu’ya karşı yükselen protestolar sırasında Güzel Sanatlar Kulübü’nün açtığı ve açık çağrıyla gelen eserlerin yer aldığı sergide, içerisinde Kabe’nin de yer aldığı anonim bir kolaj eser; Boğaziçi İslam Araştırmaları Kulübü (BİSAK) tarafından sosyal medyada Kabe'nin "haysiyetsizce tahkir ve tahrif edildiği" ileri sürülerek, "Bu ahlaksızlığın sanat kisvesiyle meşrulaştırılmasını ve üstüne üstlük hadsizce savunulmasını hiçbir şekilde kabul etmiyoruz" mesajıyla hedef gösterildi ve LGBTİ+’lara yönelik sistematik nefret ortamının da tohumu atılmış oldu. Bu kötücül tohum İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun Twitter tarafından "nefret içerikli paylaşım" olarak etiketlenen "4 LGBT sapkını gözaltına alındı!" mesajıyla sulandı ve arkası zaten hiç kesilmedi. Adeta her siyasetçi kendi özgün nefret söylemini yaratma yarışındaydı. Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, “Kıblemiz Kabe’ye yapılan saygısızlık ne ifade özgürlüğüdür ne de eylem hakkı. Bu sapkınlık hem kanun önünde hem de maşerî vicdanda hak ettiği cezayı alacaktır. Sizin müflis niyetleriniz ve menfur eylemleriniz gaflettir, dalalettir, hüsrandır.” derken, Adalet Bakanı Abdülhamit Gül, “Gönülleri nefretle paslanmış hadsizlerin kutsalımız Kâbe'ye saygısızlığına hukuk göz yumamaz” mesajını veriyordu. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun ise son sulamayı en görkemli şekilde yaptı: “Azgın azınlığın özgürlük, eşitlik ve insan hakları sosuyla normalleştirmeye çalıştığı sapkın düşünce ve yaşam tarzının asıl hedefi nesillerimizi ifsat etmektir. Tek motivasyonu ise kutsallarımızı ayaklar altına almaktır. Boğaziçi Üniversitesi’ndeki görüntüler bunun ispatıdır. Ahlaksızlığı, kutsallara hakareti, nefreti ve terörü özgürlük olarak pazarlamaya çalışanlara asla müsaade etmeyeceğiz. Gözleri kör, kalpleri mühürlü olan bu azgın azınlık aziz milletimizin maşerî vicdanında da mahkûm edilmiştir. Sizin ifsatlarınızı önlemezsek veyl olsun bize!” 

Bu arada ana muhalefet ne ediyordu derseniz, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Parti Sözcüsü Faik Öztrak, “İnsanlığın mukaddes değerlerine yönelik hiçbir saldırıyı ve aşağılamayı kabul edemeyiz. Bu alçak provokasyonu şiddetle kınıyoruz.  Görünen ve görünmeyen sorumlularının bir an önce ortaya çıkarılmasını bekliyoruz.” diyerek yine şu meşhur kutsallar ve toplumsal hassasiyet, millî değer kapanları arasında bir nefes alanı açamamakla meşguldü. Öğrencilerin yanındaysa sadece kişisel inisiyatif kullanan kimi CHP vekil ve partilileriyle, asıl, öğrencilere her aşamada sahip çıkan HDP vekilleri vardı. 

Durumdan vazife çıkaran İstanbul Valiliği gözaltı, baskın ve tutuklama süreçlerinin ilk yapı taşlarını şöyle paylaştı: “Cumhuriyet Başsavcılığı kararıyla Boğaziçi Üniversitesi Güzel Sanatlar Kulübünde yapılan aramada söz konusu resmin asıldığı taşınabilir sunta pano ve çeşitli eylemlerde kullanılan afiş ve pankartlar bulunmuştur. Bununla beraber Boğaziçi Üniversitesi LGBTi+ Kulübünde yapılan aramada; PKK terör örgütü amblemli ve propaganda içerikli yasaklanmış bir kitap, LGBTİ bayrakları ile eylemlerde kullanılan çeşitli afiş ve pankartlar ele geçirilmiştir. İslam Dininin mukaddes mekânı ve Müslümanların Kıblesi Kabe-i Muazzama’ya yönelik bu çirkin saldırıyı esefle kınıyoruz.”

LGBTİ+ bayraklarının, suç unsuru ilan edilişi böylece resmiyet kazandı. Bu arada Melih Bulu’nun, Boğaziçi Üniversitesi LGBTİ+ Çalışmaları Kulübü’nün adaylık statüsünü kaldırdığı ve kulübü kapattığı açığa çıktı. Dahası bu kararı, bizzat Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı duyurdu. Buna gerekçe olarak ise kulübün düzenlemediği meşhur sergi gösterildi. Kararda sergi kulüp tarafından düzenlenmiş gibi yansıtıldı. Anlayacağınız ihale, fırsattan istifade LGBTİ+lara kesildi.

Öğrenci dayanışma ve mücadelesi, yaratılmak istenen Müslüman-LGBTİ+ karşıtlığını ve provokasyonun şahını anında fark edip ona göre ortak söylem ve eylem ürettikçe nefret ve şiddet misliyle katlandı: Boğaziçi Dayanışması’nın, “kayyum siyasetine, LGBTİ+fobiye, öğrenci tutuklamalarına, anti-demokratik tüm uygulamalara karşı” 1 Şubat’ta üniversitenin kapısında yapmak istediği basın açıklamasına polis saldırdı. Gün boyu devam eden saldırılarda 159 öğrenci gözaltına alınırken, olay yerinde can havliyle giriş kapısının üzerine çıkan ve gökkuşağı bayrağını dalgalandıran N.D. hakkında disiplin soruşturması başlatıldı. Soruşturmanın gerekçesi gökkuşağı bayrağının devlet nezdindeki tuhaf macerasının özeti gibiydi: “yukarı çıkıp elindeki LGBTİ+ flamasını salladığı…” 

N.D., yaşananları KaosGL.org’a değerlendirirken verilen mesaja karşı öğrencilerin duruşunu da ilan ediyordu: “O gün açık cezaevine çevrilen Boğaziçi Üniversitesi Güney Kampüsü’nde Etiler kapısından çıkmamıza izin vermeyen kolluk kuvvetleriyle karşı karşıya kaldığımızda hissettiğim tek şey çaresizlikti… Gözlerim dolu dolu çevreme bakarken okul kapısının sol tarafında merdiveni gördüm… Oraya çıkıp sesimi duyurmak istedim. Çığlık atmak istedim. ‘Bu kadar baskı yeter. Yeter bu kadar zulmünüz. Yeter kayyumunuza da yeter size de yeter. Yeter nefes alamıyorum.’ diye bağırmak istedim… Birinin elinde LGBTİ+ bayrağı gördüm, birazdan geri vereceğimi söyleyerek merdivenlere tırmandım. Yukarıda polis kameramanı vardı. Karşıda, çatıda keskin nişancılar. Okul kapısının önünde dolusuyla polis. Bayrağı açarken düşündüğüm tek şey şuydu: Biz varız, vardık, var olmaya devam edeceğiz. Ne kayyumlar ne nefret ne de korkudan gözleri dönerek aldıkları gece baskını kararları. Hiçbir şey bizi korkutmayacak, yılmayacağız. Alışsınlar, buradayız, haklarımıza da üniversitemize de sahip çıkıyoruz. LGBTİ+ bayrağı kriminalize edilemez. Buna izin vermeyeceğiz.”

N.D.’nin, soruşturma kapsamında ifade vereceği gün arkadaşlarına destek olmak için üniversiteye girmeye çalışan öğrencilere polis saldırdı. Hisarüstü’nde polis 4 kişiyi “LGBTİ+ bayrağı taşıdıkları” gerekçesiyle gözaltına aldı. Polis salgını gerekçe göstererek öğrencilerin bir araya gelmesini engellemeye çalıştı ve arkadaşlarına saldırıyı protesto eden öğrencileri gözaltına aldı. Derken akabinde desteğe giden çok sayıda üniversiteli de polis saldırısına uğradı ve gözaltına alındı. Arkadaşlarının gözaltına alınmasını protesto etmek için İstanbul Çağlayan Adliyesi'ne giden ve basın açıklaması yapmak isteyen en az 35 öğrenci gözaltına alındı. 

Ez cümle denir ya hani, süreci başından sona iliğinde yaşayan ve haberlerle kaydeden KAOS GL Medya İletişim Koordinatörü Yıldız Tar, dalga dalga gelen gözaltıların akıllara ziyan seyrini kara mizahıyla unutulmaz bir cümleyle özetledi: “Boğaziçi Üniversitesi’nin gökkuşağı bayrağı taşıyan bir öğrenciye soruşturma açmasını protesto eden öğrencilerin gözaltına alınmasını protesto eden öğrencilere gözaltıları protesto edenlerin de gözaltına alınmasını Çağlayan’da protesto edenler de gözaltına alındı…” Tar, keza BBC News Türkçe’de İrem Köker’e verdiği demeçte 2015 itibarıyla artık hükümetin "kademe kademe artan şekilde bir LGBTİ+ hakları politikası olduğundan” hareketle durumu şöyle tanımladı: “LGBT+ları düşmanlaştırmak, LGBT+ hareketini ve öznelerinin seneler içerisinde mücadeleyle elde ettikleri bütün görünürlüğü ellerinden almak ve LGBT+ hak mücadelesini bastırmak için sistematik bir politika.”

 

LGBTİ üyesi misin?

 

Beri yanda açılan davanın 17 Mart’taki ilk duruşmasında Avukat Levent Pişkin yargılanan tüm öğrencilere tek tek “LGBTİ üyesi misiniz?” diye sorulunca hukuksuzluğu toplumsal belleğe kaydetti: “Ben şahsen LGBTİ üyesiyim ama gey olanından. Hepsi birden olamam. Üye de olunacak bir şey değil. Duruşma başından beri bu soruyu soruyorsunuz. Bu soruyu soramazsınız. LGBTİ üyesi diyerek LGBTİ+ kimlikleri kriminalize edemezsiniz.” Yargılanan Müslüman müvekkilinden hareketle de oyunu faş etti: “Eşcinsel bir avukat olarak size söylemek isterim ki en başından itibaren LGBTİ+’lara karşı bir nefret kampanyası yürütüldü. Müvekkilim Müslüman, ben eşcinselim. Kim kime karşı tahrik edildi? Müslüman eşcinseller de vardır. Müslüman olmakla LGBTİ+ olmak neden ve nasıl birbirine karşı olsun? Bu karşıtlığı öğrencileri hedef gösterenler yaratmaya çalışıyorlar.”

Derken 1 Ağustos 2014’te yürürlüğe giren ve Türkiye’nin meclis kararıyla ilk imzacısı olduğu İstanbul Sözleşmesi (tam ismiyle Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi) bir gece aniden Cumhurbaşkanı kararıyla feshedildi ve bu gündeme ilişkin LGBTİ karşıtı manipülatif söylem de TBMM Başkanı Mustafa Şentop tarafından ilan edildi: “Bundan uzun zamandır çıkılması gerektiğine dair birtakım görüşler ortaya koyanlar da var. Sözleşmedeki LGBTİ ile ilgili ifadeler rahatsızlık yaratıyordu.”

Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun 6 Mart'taki mesajıyla bu “rahatsızlığı” daha da ballandırdı: “Biz özgürlük ve hoşgörü gibi kavramların eşcinsellik propagandası için yozlaştırılmasına karşı çıkıyoruz. Biz eşcinsellik propagandasına karşı sessiz kalmayacağız.”

 

Geçmiş zaman olur ki

 

Yirmi beş yılı aşkın bir örgütsel mücadele geleneğine sahip LGBTİ+ topluluğu, 2013’te Gezi eylemleri sırasında kamuoyunda daha görünür hale geldi. Hem o yıl hem de 2014'te düzenlenen Onur Yürüyüşleri, oldukça büyük bir katılımla gerçekleşti. 100 bin kişilik bir katılımın telaffuz edildiği 2014 Onur Yürüyüşü, Türkiye'de gerçekleşen en büyük Onur Yürüyüşü oldu. Ancak 2015’ten itibaren iklim tamamen değişti. O yılki Onur Yürüyüşü, İstanbul Valiliği tarafından yasaklanıp polis müdahalesiyle kesilirken, “Ramazan ayı gerekçe gösterilerek” yapılan müdahale bugünlerin kehaneti gibiydi. 2016’daki darbe girişimi ve OHAL sürecinde kıskaç iyice daralırken 2017'de bir grup milliyetçi, valiliğin yasağı sonrası Onur Yürüyüşü için İstiklal Caddesi'nde bir araya gelmeye çalışanlara saldırdı. Aynı yıl Ankara Valiliği, Kasım 2017'de LGBTİ etkinliklerinin "kamu güvenliği açısından tehlike yaratabileceği" ve "birtakım toplumsal duyarlılıklar nedeniyle de bazı kesimler tarafından tepki gösterilebileceği" gerekçesiyle süresiz olarak yasakladı. LGBTİ+ dernekleri ve hak savunucuları daha sonra açtıkları davaları kazandı ve yaklaşık üç yıllık bir yargı sürecinin ardından yasaklar kaldırıldı. İstanbul'daki Onur Yürüyüşleri'ne "toplumun farklı kesimlerinden gelen tepkiler" ve “güvenlik” gibi gerekçelerle halen izin verilmiyor. 

Etkinlik yasaklarına ek olarak yıllarca LGBTİ+ hareketinin sembolü olarak bilinen gökkuşağı temasının kullanıldığı bayrak ve diğer ürünlere yönelik de bir dizi kısıtlayıcı karar alındı. Ticaret Bakanlığı bünyesindeki Reklam Kurulu, geçen yıl Aralık ayında e-ticaret sitelerinde “LGBT ve gökkuşağı temalı ürünlere” +18 ibaresinin konması ve bu ibareyi kullanmadan satışa sunan ve reklam veren şahıs ile kuruluşlar hakkında reklamları durdurma cezası verilmesi kararını duyururken, aynı ay kabul edilen ‘Kitle İmha Silahlarının Yayılmasının Finansmanının Önlenmesine Dair Kanunu'nun sivil toplum genelinde ve LGBTİ+ dernekleri özelinde ne gibi gelişmelere yol açacağı da başka bir endişe konusu.

Bu arada 8 Mart Dünya Kadınlar Günü dahil her yürüyüş ve toplaşmada gökkuşağı temalı bayrak ve şemsiyeler toplanıyor. Yürü ya kulum denince durumdan vazife çıkarılması da uzun sürmez. Eşcinsel olduğu için saldırıya uğrayanlar ve onlara yapılan işkence ve şiddetin sosyal medyada paylaşımı münferit vakalardan öte bir tehlikeye işaret ediyor. 

 

Altından geçmek

 

Ama gökkuşağı bu. Kendinden menkul bir gücü var. Gökyüzünde bir anda belirmesiyle sıradan bir günü coşku dolu bir mucizeye dönüştürebilir. O yüzden çocuklar gökkuşağını çizmekten hiç vazgeçmez. O yüzden dünyanın her yerinde ve dahi bu topraklarda gökkuşağının altından geçince cinsiyet değiştirileceği inancı varlığını sürdürür. 

O yüzden gökkuşağına ayrılmaz şekilde bağlı Leprechaun’u (Leprikon) görünce insanlar sadece İrlanda’da değil tüm dünyada gülümser. İrlanda mitolojisinde Keltler gelmeden önce İrlanda adasında yaşadığına inanılan yeşil renkte giyinen, ayakkabıcılıkla uğraşan kısa boylu Leprikonların geçmiş zamanda yaşanmış savaşlardan kalan ganimetlerden dolayı çok zengin oldukları düşünülür. Efsaneye göre gökkuşağının bittiği yerde yaşayan Leprikon biriktirdiği tüm altınları gökkuşağının sonunda bir küpte saklar. Bir Leprikon’u yakaladığınızda gözünüzü hiç kırpmadan ona bakabilirseniz size kendilerini özgür bırakmanız karşılığında üç dilek hakkı vadeder. O noktada mesele en çok neyi istediğinizi bilmenizdir…

Gökkuşağı özgürlük ve eşitliğe ihtiyaç duyan herkesin sahiplendiği bir simge. O yüzden 

Öğrenci İnisiyatifi, LGBTİ+’lara saldırılara karşı Galata Köprüsü’ne gökkuşağı bayrağı astığında mesajıyla düşlenen, özlenen hayatın ta kendisini ifade etti: “Homofobi ve transfobiye, iktidar bloğunun ayrıştırıcı politikalarına cevabımız net: LGBTİ+’lar vardır! Gözaltılar, tutuklamalar, baskılarla Boğaziçi Direnişimiz ve renklerimiz yasaklanamaz. Sanatta, kampüste, sokakta, hayatın her yerindeyiz. Alışın Buradayız!” 

Alışmak dediğin karşıdakinin vazifesidir nihayetinde çünkü kimse kendi varlığının rahatsızlık unsuru ilan edilmesine izin vermez. Kimse yaşamak için icazet almaz. Kimse karşıdakinden daha aşağı görülmeye eyvallah etmez.

Bundan sebep elde kalan Ümit Besen’in klasik şarkısının nakaratıdır. Onu da elbet herkes bir gün bir ağızdan söylemeyi öğrenir: 

 

Alışmak sevmekten

Daha zor geliyor

Alışmak bir yara

Bağrımda kanıyor

Sen yoksun kollarım

Boşluğu sarıyor

Alıştım bir tanem, alıştım sana