Sansüre sansür diyememek

Hükümet tarafından basına uygulanan sansüre direnememenin sebebi daha tehlikeli olan otosansür

CEREN SÖZERİ

07.04.2015

 

Geçtiğimiz hafta klişe deyimle bir Avrupa ülkesinde birkaç ayda olacak olayı tek bir günde yaşadık. Gündemimiz hep yoğun ve seçime doğru giderek daha da yoğunlaşacak. Yaşanan olaylar ve sonrasında gösterilen tepkiler hak ve özgürlükler konusunda ne kadar geriye gitmekte olduğumuzu bir kez daha gösterdi. Kısa bir özet geçmek gerekirse bundan bir hafta önce güne hepimizi korkutan elektrik kesintisiyle başladık. Sekiz saat süren kesintinin sebebini hâlâ daha tam anlamıyla öğrenemedik. Ana akım televizyonlar Milli Eğitim Bakanı’nın kesintinin ne zaman biteceğini haber veren açıklamasını ve Enerji Bakanı’nın neden olduğunu kendisinin de tam olarak bilemediğini açık eden açıklamasını verdiler yalnızca. Soru sorulmadı, şaşırtıcı değildi, hatırlarsınız medya patronlarının en önemli yatırımları enerji alanında, kesintinin ardında yatan nedenleri sorgulayıp hükümetle ters düşmek riskli olabilirdi. Sonuçta bu hafta başında elektrik kesintisinin arkasında işletme hatası bulunduğu ve Türkiye Elektrik İletim Anonim Şirketi (TEİAŞ) Genel Müdürü Kemal Yıldır’ın istifa ettiği söylendi, siyasi sorumlu aranmadı.

Ardından üç kişinin ölümüyle sonuçlanan rehine krizi başladı. Rehin alanlar Twitter üzerinden ilk fotoğrafı paylaşmış ve kısa sürede durumdan herkesin haberi olmuştu. Medya da bunu görmezden gelemezdi. Gazeteciler olması gerektiği gibi yetkililerin belirlediği mesafeden yayın yapmaya başladılar ancak birden nedeni anlaşılamayan bir yayın yasağı başladı. Krizi yönetmeye çalışan yetkililerden hiçbir açıklama gelmedi,  gazeteciler bulundukları ortamdan gördüklerini ve duyduklarını Twitter’da paylaşmaya başladılar. TV’ler ise sessizliğe büründü, yayın yasağının sebebini hiç sormadı ya da eleştirmedi. Hatta CNNTürk’te bir tartışma programında Şirin Payzın yasağı eleştiren milletvekili Aykut Erdoğdu’yu susturmaya çalıştı.

İlk açıklama, o sırada yurt dışında bulunan, Cumhurbaşkanı’ndan geldi. Operasyon rehin alınan Savcı Mehmet Selim Kiraz’ın da ölmesiyle sonuçlandıktan sonra alabildiğimiz tek haber yetkililerin operasyonun başarısı ve devletin gücünün kanıtlandığını haber veren açıklamalarından ibaretti. Vali Yardımcısı’nın yaptığı basın toplantısında soru sorulmasına izin verilmedi. Bizden önce medya habere ulaşma hakkından vazgeçmişti. Başbakan Davutoğlu’nun yaptığı basın toplantısında ise yalnızca bir gazeteci Kılıçdaroğlu’nun açıklamalarını öne sürerek “operasyonun başarısız olduğu iddia ediliyor” diyebildi. Bu soru başka türlü sorulamazdı. Başbakan soruya cevap vermedi, ana muhalefet liderini eleştirdi. Yayın yasağı gelene kadar yayını sürdüren medya kuruluşları ve gazeteciler ertesi gün hükümete yakın medya tarafından hedefe kondu. Bununla da yetinilmeyip, hükümetin kendisine muhalif olduğunu düşündüğü, Doğan Grubu ve Gülen Cemaati’ne yakın medya kuruluşlarında çalışan gazetecilerin Savcı Kiraz’ın cenazesini izlemelerine izin verilmedi. Başbakan bu kararı bizzat kendisinin verdiğini söyledi, “bundan sonra herkes söylediği söze dikkat edecek” diye de ekledi. Başbakan’ın böyle bir yetkisi var mıydı, ülkede sıkıyönetim mi ilan edilmişti? Sonuçta Savcı Kiraz’ın rehin alınma görüntüleri nedeniyle Facebook, Twitter ve Youtube da yine kanuna aykırı olarak yasaklandı. Efe Kerem Sözeri birkaç gün önce konuyu detaylı biçimde yazdı https://platform24.org/guncel/830/facebook–twitter-ve-youtubea-erisim-yasagi
Gelelim medyanın tepkisine, ülkenin en büyük medya grubu olan Doğan Grubu bu eleştirilerin ardından hemen özür dileme çabasına girdi, hatta savcının rehin alınmasına Berkin Elvan’ın polis tarafından öldürülmesi olduğunu söylemekten ibaret bir Tweet atan Mirgün Cabas’tan, özeleştiri vermesini talep etti. Oysa Charlie Hebdo katliamı sonrasında ortalık bunun altında yatanın İslamofobi ya da karikatürler olduğunu belirten Tweet’lerden geçilmiyordu, kimseden o zaman bir özeleştiri istenmemişti. TV’lerde bazı yorumcular yayın yasağını savunurken bu tür yasakların tüm dünyada uygulandığından dem vurdular. Doğru değildi, yine Charlie Hebdo katliamı sonrası iki yerde birden yaşanan rehine krizlerini hatırlayalım, olanı biteni an be an izledik, kimsenin yayın yasağı koymak aklına gelmedi. Olayın ertesi günü Mustafa Karaalioğlu NTV’deki tartışma programında Başbakan’ın medya özgürlüğü konusundaki tavrının sorgulanamayacağını söyledi.

Bu sırada rehineye ait görüntüleri yayınlayan medya kuruluşlarına soruşturma açıldığı duyuruldu. Cumhuriyet’in açıkça sansür olarak adlandırılabilecek bu uygulamalara manşetten tepki vermesi ve ardından akreditasyon emrini kendisinin verdiğini belirten Davutoğlu’na dava açtıklarını duyurması bu yasakların sorgulanmasına ve tepki verilmesine vesile oldu. Basın örgütleri Cumhuriyet gazetesinin yanında olduklarını belirten açıklamalar yaptılar. Cumhuriyet başta olmak üzere, bazı medya kuruluşları Charlie Hebdo konusunda olduğu gibi, basına sansür anlamına gelen uygulamalara direnerek bağımsız medyaya ne kadar ihtiyacımız olduğunu bir kez daha hatırlattılar. P24, yine Savcı Kiraz’ın görüntüleri nedeniyle Facebook, Twitter ve Youtube’a uygulanan engelleme karşısında dava açacaklarını duyurdu.

Sosyal medyaya ilişkin yasaklar çeşitli yollarla aşılabiliyor ve bu yasaklarla mücadelede toplumsal destek daha fazla. Medyada durum farklı, baskı altına alınmaya daha müsait hatta bazen de itiraz etmeyerek gönüllü olduğu izlenimi veriyor.

Sosyal medya ve medya farklı mecralar, işlevleri de farklı. Sosyal medya şu sıralar haber alma ihtiyacımızı büyük ölçüde karşılasa da medyaya her zaman ihtiyacımız var. Medyanın bu tür haberleri nasıl vermesi gerektiği konusu tartışılabilir, gazeteciler de eleştirilebilir elbette. Benim fikrim bu gazetelerin şiddeti haklı gösterecek bir yayın yapmadığı yönünde. Bunlar medya etiğini ilgilendiren konular ve asla yasaklamayı meşru göstermek için kullanılmamalı. Medya, Anayasa’nın 28. Maddesi’nde belirtilen basının sansürlenemeyeceğini ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 10. Maddesi’nde belirtildiği üzere öncelikle korunması gerekenin basın özgürlüğü olduğunu içine sindirmedikçe aşama kaydetmek zor.  Gazetecilerin bu durumda hem bu yasakları koyanlara hem de başka alanlardaki yatırımları nedeniyle hükümeti kızdırmaktan korkan patronlarına direnmeleri gerekiyor. Aksi halde yürürlüğe giren İç Güvenlik Paketi ile birlikte Terörle Mücadele Kanunu’ndan yargılanan gazetelerin ve gazetecilerin sayısı artacak. Bana inanmazsanız Kürt gazetecilere sorun.