Gündem dışı veya geçen yüzyıl gündemi
Konu burada dalgalanır ve Halil Şerif Paşa ile Bataille isimleri bir resim üzerinden buluşurlar.
28.05.2022
20. yüzyılın ortalarındaydık. Ben o zamanlar tıfıldım. Mahalle çocukları, bakkala ekmek almaya giderken “Faydası yoktur gözlerdeki yaşın / Gitmeden evvel iyi düşün taşın” şarkısını mırıldanırdı. Kız çocuklarından duymadım. Belki de kızlar bakkala giderken şarkı söylemez.
Şarkının esası İngilizceydi: “I have a feeling, for your information / My heart is reeling, for your information”. Yazılışı “…mation” olan bir kelimeyi, “…meyşın” olarak seslendiriyorduk. Üst kuşaklar bu kelimenin sesini “…masyon” olarak veren bir eğitimden geliyorlardı. Ama biz artık “…meyşın”a geçmiştik. İlkokullarda süt tozu içtiğimiz, James Bond’un Ruslar ile kapışırken İstanbul’dan geçtiği zamanlar. Bu James, Sean Connery olanı. Bond da çok değişti zamanla.
Mahalle veletlerinden bazıları “for yor informeyşın”ın melodik yapısını kendilerine yakın buldular ve çeşitlemelere girdiler : “Hamama gittim, hamam sıcaktı / Kızların gö.ü çırılçıplaktı”.
Kızların bakkala giderken şarkı söylediklerini ve “meyşın”lı şarkıyı sevdiklerini varsayar isek, bu melodiye başka sözler yazabilirler miydi? Kulağımızda başka sesler olur muydu? Benim burada söyleyeceklerim farklı olur muydu? Başka türlü bir hayat yaşamış insanlar olur muyduk?… Türkçede, ihtimaller ile çoğalabilecek bir düşünce akışına kısa yolu gösteren bir söz vardır: “Halamın bıyıkları olsa amcam olurdu”. (kibar versiyon)
“Halamın şeyleri olsa…” saptamasının, “Amcamın bızırı olsa, halam olurdu” şeklinde bir yorumunu duymadım. Ama bazı hala’lar için “taşaklı kadın” denildiğini duydum.
Biraz toparlayayım, bizde (“biz” kim isek?), cinsel organların ve eylemlerin düşünüş biçimimiz ve dilimizde nasıl bir yer tuttuğunu gören/bilen Cemal Süreya, dünyadan kopmayalım, geri kalmayalım diye (bu yorum beni bağlar) memlekete bir güzellik yapmış, Emmanuelle filmlerinin mahkeme engelini aşmasını sağlamış.
Şüphesiz, bu gibi (ne gibi?) filmlerde sinema salonlarının neler yaşadığını biliyordu. Belki her detayın tabak gibi görünür olduğu, “tak/şak” zihniyetli filmler yerine, biraz daha gölgeli, tahayyüle izin veren, daha yumuşak dürtüsel uyarılar ile seyirciyi kıpraştıran filmlerin de var olmasını arzu etti. Belki de, cinselliğini keşfetmek için yola çıkmış Emmanuelle Hanımın güzelliğini ve yolculuğunu izlemek isteyen kadınlar da olabilir diye düşünmüş de olabilir.
Veya ten, haz, dokunuşlar vb. ile, sevişmek denilen şeyin, bir an önce sonuca gitmeye kurgulu kümes stili olmayıp, güle oynaya bir yolculuk da olabileceğini… Neticede Cemal Bey, “Küçük bir kamış bana yetti / Şu uzun otları titretmek için” diyebilmiş bir adam.
Cemal Bey haklı çıktı. Emmanuelle Sylvia Hanım, porno ile erotizm’i ayırabilen bir erkek kuşağının gelişimine katkıda bulundu. Netekim hanımefendi yaklaşık 30 sene sonra Fethiye civarlarında belirdiğinde, sözünü ettiğim kuşağın erkekleri zaman denilen şeyin bazen ne kadar zalim olabileceğini hissettiler. Filhakika hatıralar ile oluşmuş bu hafıza, Pasifik sahillerinden Güney Çin Denizi’ne, Nizhny Novgorod’dan, Swaziland Maputo’ya paylaşılan bir hafızadır. Bu manada Türkiye bir dünya ülkesidir.
Aşağı Ayrancılı cesur bir kadın, Can Lui bey ve aşk, ölüm, şu, bu…
Yine 20. yüzyıldayız. Ben bir miktar yaş almışım. Belki artık tıfıl değilim ama bir çeşit şuursuzum veya şaşkınım. Süt tozu’nu geçmişiz, başka şeyler içiyoruz. O esnada askeri darbe oluyor.
Filedelfiya / Alaşehirli Kenan Bey, memlekette dernek sendika gibi medeni, beşeri kuruluşları kapatmış. Hak talebini gereksiz hatta zararlı buluyor. Kökü dışarıda buluyor. Belki de botanik vs. okumak istedi de kısmet olmadı.
O yıllarda Fransa’da, Sorbon derler bir üniversite var. Rivayete göre halen var. Ankara/Aşağı Ayrancılı cesur bir hanımefendi orada doktora ile meşgul. Cesareti, Georges Bataille üzerine çalışıyor olmasından geliyor.
Bataille dediğin; azrail, şeytan, gelene geçene elma veren şu yılan, vesair muzırat ile takılan bir adam. Aşk-meşk, halvet-dühul, ölüm, tabu vb. kavramları ile meşgul bir sosyolog, antropolog, filozof, overlokçu. Nietzsche’nin ardılı olduğu söylenir. Rivayet’e göre Susan Sontag, “Bataille'ın dehası pornografinin cinselliğe değil ölüme dair olduğunu anlamış olmasıdır,” demiş.
Şimdi konu buradan yine Emmanuelle Sylvia Hanıma, daha doğrusu filmin senaryo yazarı Can Lui Beye gidecek. Can Lui Bey, “en güzel çirkin” denilen Jeanne Moreau’nun ilk eşi.
Konu, Can Lui Beye şöyle gelecek: Aşağı Ayrancılı doktora öğrencisi cesur kadın, gidip Can Lui Beyin kapısını çalacak. Kapı, Paris/Montmarte semtindedir. Kırmızı Değirmen’e yakın. Hani erotik şov şeysi.
Kapıyı evdeki iki hanımdan biri açar. Can Lui Bey, Tayland elinden iki Asyalı kadın ile dönmüştür. Kadınlardan biri çirkin fakat muhteşem zekidir, üniversite tahsil etmiştir. Diğer kadın ise sadece çok güzeldir. (“Sadece” kelimesi çağrışımlı tınlıyor, “çirkin fakat…” gibi.)
Aşağı Ayrancılı cesur kadın buyur edilir, oturulur sohbet edilir. Sohbet, Emmanuelle filminin kaynağı olan Emmanuelle adlı kitaba, kitabın yazarı kadına, “Hayır, o kitabı kocası yazdı” dedikodusuna, oradan cinsel anlamda kendini keşfetme şeysine ve yine Bataille ismine gelir. Konu burada dalgalanır ve Halil Şerif Paşa belirir.
Halil Şerif Paşa ve Bataille isimleri bir resim üzerinden buluşurlar. Adı, “dünyanın merkezi” veya “hayatın başladığı yer” olarak Türkçeleştirilen, sırt üstü sere serpe yatmış bir kadının çalılıklarını takdim ettiği resim.
Halil Şerif Paşa, paraları kumarda, hovardalıkta yer züğürtleşir, resim koleksiyonunu satışa çıkarır. “Hayatın başladığı yer” tablosu birkaç el değiştirdikten sonra Bataille ismine geçer. Bu Bataille, Gerorges Bataille’in eşi Sylvia Bataille’dır. Kocayı bırakmış, ve meşhur Lacan Bey ile yaşamaktadır.
Sohbet uzar, konuk akşam yemeğine kalır. Can Lui Bey konuğu ile sohbete devam ederken Asyalı iki hanım mutfakta yemek hazırlığı yapar. Mutfaktan salona tartışma sesleri gelir. Kesilir. Yine gelir. Bu tartışma değil, didişmedir. Can Lui bey, konuğun dikkatinin dağıldığını fark eder. “Mutfakta hep böyleler” der. Oradan insan doğası konusuna geri dönerler.
Bitireyim, Alaşehirli Kenan Bey de bir “darbedar” olarak emekli olunca, ressamlığa heves etti. Bir gazeteci, “Paşam, cıbıl kadın tablosu yapar mısınız?” diye sordu. “Olabilir,” dedi Paşa, “ama bir Genelkurmay Başkanı, bir kuvvet komutanı bunları yapamaz. Çünkü yaptığı anda dedikodular ayyuka çıkar.” Dedi ve gidip Hande Ataizi ile Dünya Buz Pateni Şampiyonu Katarina Witt’in “nü” veya “cıbıl” yağlıboya resimlerini yaptı. Neticede ressam olarak beynelmilel bir ağırlığı olmadı. Fakat “darbedar” yönü ile bakılırsa, Türkiye halen bir dünya ülkesidir.
Müessese ikramı: “Vardım Hind eline kumaş getirdim” (Erzincan türküsü) / “Benim hiç Çin’de bir ablam olmadı” (Ece Ayhan, “Galata Kantosu”).
—–
Kapak Görseli: “L'Origine du monde” tablosuna yakından bakan bir ziyaretçi, Musée d'Orsay (© Maxppp)