Haber Nöbeti’ne ve birbirimize neden ihtiyacımız var?

Haber Nöbeti’nde birikecek haberlerin bir havuzda toplanması, bir gelir modeli yaratılması, belki bir haber kooperatifi kurulması mümkün

CEREN SÖZERİ

08.02.2016

 
İstanbul’da bir grup gazetecinin bir araya gelip çatışma yaşanan, sokağa çıkma yasaklarının olduğu yerlerde, görev yapan meslektaşları ile dayanışma için başlattığı Haber Nöbeti’ne ‘’gider misin?’’ diye sorduklarında önce şaşırdım. Ben aktif olarak gazetecilik yapmıyordum ki, orada işe yarar mıydım? Basın kartım da yoktu. E malum pek çok gazetecinin yok. Yıllardır muhabirlik yapmıyorum, becerebilir miydim? Aslına bakarsanız çok da özlemiştim. Ayrıca ifade özgürlüğü, gazetecilerin çalışma koşulları ve gazetecilik etiği üzerine yıllardır çalışıyorum. Katıldığım her toplantıda “hep ana akım medyayı konuşuyorsunuz, yerelin sorunlarını, doğudaki çatışma altındaki gazetecilerin durumlarını görmüyorsunuz” eleştirilerine maruz kalıyorum, hep de hak veriyorum. ‘’İşte fırsat, git ve elinden geleni yap’’ dedim kendi kendime.

Diyarbakır’a vardık, ilk gün yerelde çalışacağımız medya kuruluşlarını seçtik, neden orada olduğumuzu anlattık. Çocuklarını kaybeden ama cenazelerine ulaşamayan aileleri dinledik, Cizre’de haber yaparken vurulan ve o halde çekime devam eden Refik Tekin’i ziyaret ettik. Yaralı halde işkence görmesine ve çektiği onca acıya rağmen Refik’in tek üzüntüsü haberden uzak kalmaktı. JIN Haber Ajansı’na (JINHA) gittik. Kadın gazetecilerin yaşadıklarını dinledik, “heyecanlı” olduğu için gözaltına alınan, sosyal medya paylaşımları nedeniyle tutuklanan Beritan Canözer hep konumuzdu. Ardından yereldeki gazetecilerle ne yapmak gerektiğini konuşmak dertleşmek için buluştuk. Kimisi biraz tepkili ve sitemkârdı. “Geç kaldınız” dediler, “böyle bir defaya mahsus olacaksa hiç anlamı yok” dediler, hatta bir gazeteci “90’larda olsa tamam ama şu anda bizim size ihtiyacımız yok” dedi. Artık teknoloji gelişmişti, kendi seslerini duyuracak birçok mecra vardı. Ekipten Celal Başlangıç “ama bizim size ihtiyacımız var” diye cevap verdi. İstanbul’da umutsuzca “nereye gidiyor bu medya”, “en kötü dönemi yaşıyoruz”, “medya bitti” toplantıları yapmaktansa oraya gitmek, kısıtlı imkânlarla, canını dişine takarak gazetecilik yapan arkadaşlarımızı görmek, “neresinden tutabilir, nasıl katkı yapabiliriz”i tartışmak en çok bize iyi gelmişti. Eleştirileri aldık, bir seferlik kalmayacağını anlatmaya çalıştık. Haber Nöbeti’ne katılmak isteyen çok gazeteci vardı, en azından Mart sonuna kadar ekipler hazırdı. Umarım katılım daha da artar.

Gazeteciler “terörist” muamelesi görüyor

Gelelim oradaki çalışma koşullarına. Ertesi gün haber için yollara düştük. Diyarbakır’da haber mesaisi çok erken başlıyor ve gün inanılmaz bir tempoda geçiyor. Durup dinlenmeye hatta bazen yemek yemeye vakit yok. Biz iki günü Mardin ve Nusaybin’de geçirdik. Yolda geçtiğimiz her ilçe, her köy yakın zamanda okuduğumuz haberlerin mekânları. Çınar’da patlatılan bombanın yerini, Bilge köyünün katliam öncesi ne kadar güzel balık lokantaları ile dolu olduğunu anlatıyorlar. Tigris Haber Genel Yayın Yönetmeni ve AFP foto-muhabiri İlyas Akengin On Gözlü Köprü’de elele tutuşan gelin ve damadın fotoğrafını gösteriyor.  Kırmızı gelinliğinin ilerisinde ufukta Sur’da patlayan bombaların dumanları yükseliyor. Artık haber bunlar, patlayan bombalar, öldürülen, yaralanan, işkence görmüş insanlar. Onları öldüren silahlar. Çoğu silahları sesinden tanıyor, cenazelere bakarak öldürülme şeklini teşhis edebiliyor.  Kimi zaman işlerini saniyeler içinde bitirmek zorundalar, iki kare fotoğraf çekerken ya da yolda karşıdan karşıya geçerken iki saniye geç kalsalar şu anda ölmüş olduklarına ilişkin çok sayıda anı dinliyorum.  Haber mesaimiz başladığında ise bol bol “hocam bir şey olursa kaç, arkana bakmadan kaç ve saklan” tavsiyesi dinliyorum. “Merak etme yarım saat sonra her şey normale döner”.  Yarım saat sonra her şey normale dönse de hayat bir türlü normale dönmüyor, uzun zaman da dönmeyecek.
Yerelde küçük gazeteler bir ya da birkaç muhabirin çabasıyla dönüyor. Ekonomik durum kısıtlı, çoğu birden fazla yere çalışıyor. Çatışmalı alanlara girerken ne çelik yelek, ne kask, ne gaz maskesi… Hiçbir şey yok. Hem alacak güçleri yok hem bu tür malzemeler onları kolayca hedef haline getirebilir korkusu var. Cizre’deki yaralılara ulaşmak için yaralıların aileleri ile birlikte düzenlenen Nusaybin’den Cizre’ye Botan Yürüyüşü gaz bombaları ve tazyikli suyla engellendi. İnsanlar gaz bombalarından kaçmak için sınıra doğru tarlalara daldı, tel örgülerin ardı mayınlı bölge. Muhabirler de peşlerinde, iki kare fotoğraf yakalamak için. Araç bulamadıkları için iki muhabir yürüyüşün olduğu yere motosikletle geldiler, kasksız. Gaz nefes almamızı imkânsız hale getirip, gözlerimizi yakarken onlar motosikletle arada durup fotoğraf çekiyorlardı. Üstlerinde “press” yazmasına rağmen hedef halindeydiler. Asker, polis üzerlerine ateş açabiliyor, çekim yaptıkları için saldırıp dövebiliyor, kameralarını kırıyordu. Üstelik bu şiddet muhalif ya da yandaş tanımıyordu.

Sık sık eleştirdiğimiz hükümete yakın medya kuruluşlarında çalışanlar da sitemkâr. “Bizi görmüyorsunuz, hep muhalif basınla konuşuyorsunuz. Oysa ben geçen ay öyle bir dayak yedim ki, makinem de kullanılamaz hale geldi” diyor biri. Dediklerine göre “siz bizdensiniz nasıl böyle yaparsınız” gerekçesiyle bazen şiddetin dozu arttırılıyormuş. “Kimseye ‘terörist’ ya da ‘şehit’ demiyoruz ama editörler değiştiriyor, burada çok zor durumda kalıyoruz. İki taraf arasındayız, şiddet gördüğümüzde bir ‘geçmiş olsun’ diyenimiz yok” diyorlar. ‘’Muhalif’’ medyada çalışanlara göre ise ‘’yandaşların’’ işleri kolay, istedikleri yerlere giriyor sonunda da ‘’polis bülteni’’ yayınlıyorlar.  Kutuplaşma yerel basında da çok etkili, bir araya gelmiyorlar.

Bölgede yabancı gazeteciler, belgeselciler, freelance çalışanlar var. Onların durumları daha zor. Yabancı gazeteciler ajan muamelesi görüyor. Sürekli basın kartlarını göstermek zorundalar, yasal bir dayanağı olmasa da kendilerinden ‘’izin belgesi’’ isteniyor. Herhangi bir gerekçeyle yakalandıklarında sorgusuz sualsiz sınır dışı ediliyorlar. Dil problemlerinin yanına bir de anlam veremedikleri prosedürler ekleniyor.  

Bütün bunların ötesinde bence en zoru bölgede kadın gazeteci olmak. ‘’Zayıf’’ oldukları ve kolay yıldırılabilecekleri düşünülüyor. Haber yaparken ya da gözaltına alındıklarında cinsiyetçi tehditlere mazur kalıyorlar. JINHA’dan Vildan Atmaca gözaltına alındığı tutuklu kaldığı süre içinde sözlü taciz ve çıplak aramaya maruz bırakıldığını anlatmıştı. Duygu Erol ise Diyarbakır Sur’da haber yaparken infaz edilmekle tehdit edildiğini söyledi. Duygu taciz sayılabilecek denli ince aramaya maruz bırakıldığını, arama sonrası giysilerini erkek polislerin bulunduğu yerde giymesi istendiğini anlattı. Buna karşı çıkarak en azından bu boyuta gelmesini önlemiş.
 
Ah vah etmeyi bırakıp işe koyulmalı

Haber Nöbeti’nin de benim de derdim aslında sadece orada yaşananları anlatıp üzülmenize yol açmak değil. Bunlar bilinmeli ama daha ötesine geçilmeli. Gazeteci arkadaşların dediği gibi bu uygulamalar 90’larda da vardı, şimdi de var. Ama mücadele de devam ediyor hem de tüm idealistliği ve heyecanı ile. Bizler ne yapabiliriz, bunun üzerine düşünmek ve konuşmak gerekiyor. Öncelikli olarak Haber Nöbeti kısa süren bir girişim olarak kalmamalı, gazeteciler ve çalıştıkları kurumlar destek vermeli. Her ne kadar bölgeyi bilen, tanıdıkları olan bir gazeteci olsanız bile bu nöbete destek vermek birlikte hareket etmek ve dayanışma açısından önemli. Bölgeyi bilmeyenler ise çok şey öğreneceklerinden, çok güzel insanlarla tanışacaklarından emin olsunlar. Gidip görmek, yaşamak, orada haber yapmak döndüğünüzde burada bir haberi edit ederken sözcük seçiminizi değiştirecek veya olayları sorgulamanızı sağlayacak.
Daha geniş açıdan bakacak olursak medya kuruluşlarının giderek kısılan bütçeleri her zaman çatışma bölgelerinde temsilcilik bulundurmaya izin vermiyor. Haberler bilinen büyük ajanslardan alınıyor, onların haber süreçlerini ise yukarıda anlattım. Bölgede bulunan ajanslarla ya da muhabirlerle çalışılabilir. Böylece daha sağlıkla haber verme olanağına ulaşılabilir. Şimdi diyeceksiniz ki, öyle bir niyet olduğuna emin misin? Hayır değilim. Doğru haber vermeye başlandığında iktidarın ne tür baskılarına maruz kalınabileceğini biliyorum. O zaman enerjimizi daha güvenilir ve bağımsız bir haber ağı oluşturmaya harcayalım. Haber alma hakkımız patronların insafına ya da direniş gücüne bırakılamayacak kadar önemli. Orada bulunan arkadaşlar ellerinde pek çok görüntünün, fotoğrafın olduğundan bunların değerlendirilmesi gerektiğinden söz etti, Haber Nöbeti de eğer uzun soluklu olursa epey malzeme biriktirecektir. Bu haberlerin, görüntülerin bir havuzda toplanması ve dağıtılması, okuyucuların da desteği ile bir gelir modeli yaratılması, belki bir haber kooperatifi kurulması mümkün. Bu hem orada olan arkadaşlara ek bir destek sağlayacak hem de bizler doğru ve güvenilir haberlere kavuşacağız. Bence üzerine düşünmeye, tartışmaya, girişimde bulunmaya değer, ana akım medya için ağlamaktansa…

Not: Haber Nöbeti’ne katılmak için gidebileceğiniz tarihleri [email protected] adresine yollayabilirsiniz.