Habertürk dijitale dönerken

Ölen ana akım mı basılı yayınlar mı?

SARPHAN UZUNOĞLU

04.07.2018

    

Habertürk’ün kapatılacağı iddiası, Ciner Medya Yönetim Kurulu Başkanı Kenan Tekdağ’ın çalışanlarına attığı bir mail ile doğrulanmış oldu. Tekdağ ilgili mesajında şunları özetle şunları söylüyordu:

Ciner Medya Grubu olarak, dünyada ve ülkemizdeki kitle iletişiminin doğasında meydana gelen bu olağanüstü teknolojik ve ticari değişimleri gözönüne alarak ve bu gelişmelere paralel olarak haber medyamızda stratejik dönüşüm kararı vermiş bulunmaktayız. Buna göre, yazılı basın faaliyetlerimizi 5 Temmuz 2018 tarihi itibariyle sonlandırmaya, buna mukabil gazetecilik faaliyetlerimizi televizyonlarımız Show Haber, Habertürk TV, Bloomberg HT ile entegre bir vaziyette Habertürk com başta olmak üzere internet mecralarımız odaklı olarak daha da güçlü bir şekilde devam ettirmeye karar verdik. Bu kararımızın sonucunda yazılı basın endüstrisinden çekilmenin yaratacağı ilave imkanlarla elektronik ve dijital habercilikte daha da güçlü bir şekilde yayıncılık yapmaya devam edeceğiz.

Bu mesajdan anladığımız birkaç şey var. İlki, basılı yayına veda ile birlikte insan kaynaklarında bir değişiklik olacağı, yani basılıya emek veren kimi gazetecilerin işlerini kaybedeceği. Bir diğeri ise, her ne kadar çoğu zaman karşılığını göremesek de dijitale daha güçlü bir şekilde odaklanma niyeti. Bu niyetin ne kadar hayata geçirilebileceği şüpheli. Çünkü Türkiye’de Radikal örneğinde olduğu üzere daha önce de basılıdan dijitale geçişler gerçekleşmişti.

 
Öncelikle şu soruyu sorarak başlayalım, Habertürk’ün kapanmasına etkin olan faktörler ne olabilir? Akla ilk ve doğal olarak satış istatistikleri geliyor.
 
Her ne kadar son bir ay içerisinde 20 bin’e yaklaşık bir düşüş yaşanmış olsa da 2017 Ocak itibariyle Habertürk’ün günlük satış istatistiklerini her ay için rasgele bir gün seçilerek incelersek, Medyatava.com verilerine göre tablo aşağıdaki gibi:


Son aylardaki düşüş ve dijitalleşme kararını birlikte düşünmek mümkün olsa da Kenan Tekdağ’ın açıklamasına sadık kalmakta fayda olduğunu düşünüyorum. Hattâ biraz daha ileri gidelim. Mevcut satış fiyatları zaten basılı gazete okur tarafından satın alınmasının dengeleyebileceği bir operasyona dayanmıyor. Bir de siyasi veya ticari göstermelik satın almalar da eklendiğinde bunun tam anlamıyla bir veri olarak kabul edilmesi oldukça güç. Zira piyasadaki bazı gazetelerin satışını yüksek göstermek için yaptıkları hinlikler artık sır değil.
 
Peki dijital veriler ne diyor? Similarweb.com’dan aldığım ve tamamen güvenilir olmasa da birçok araştırmada dayanak kabul edilebilen verilere göre Haberturk.com’un mevcut performansı oldukça iyi. Dünyada haber ve medya kategorisinde en çok ziyaret edilen 74. site konumunda olan gazete, Türkiye’de genel ortalamaya bakıldığında en çok ziyaret edilen 16. site konumunda. Dünya genelindeki farklı kategorilerdeki siteler listesinde de 395. sırada. Bu açıkçası çok olumlu; hattâ birçok açıdan başarılı bir performans. Her ne kadar sekme oranı (siteye girince hızla çıkma oranı) %44,30 gibi yüksek bir seviyede olsa da sitenin mevcut trafiği düşünüldüğünde bunun da çok sürpriz olmadığını düşünebiliriz.
 
Siteyle ilgili bir başka önemli detay da aylık ziyaretlerdeki düzenli artış. Similarweb’in aşağıdaki grafiğinde de görüldüğü üzere Aralık 2017’den Mayıs 2018’e kadar gelen süreçte aylık trafik bağlamında Habertürk’ün performansını yükselttiğini görüyoruz.

Ancak son iki yılın verilerine bakarak basılı öldü, dijital yükseliyor; akıllı patron ise bu durumu görüp stratejik bir karar verdi deyip meseleyi kapatmak pek mantıklı değil. Gazetenin Kurucu Genel Yayın Yönetmeni Fatih Altaylı’nın söylediklerine bakalım:
 
Turgay Bey (Ciner), öyle ortalıkta görünmek isteyen, görünen biri değil. Bir iş adamı, yatırımlarının kârlılığına bakar. Demek ki, geldiği noktada rantabl görmüyor gazeteyi. Türkiye bu şekilde devam ettiği müddetçe, merkez medyada rantabl olacak gazete yatırımı yapmak mümkün değil. Merkez medyadaki reklam geliriyle gazete yapmak mümkün değil. Bu açıdan baktığınızda kapatma kararı doğru bir şey.
 
Altaylı’nın iyi bir gazeteci olup olmadığı onlarca ayrı yazının konusu olmakla birlikte tecrübeli bir medya yöneticisi olduğu bir gerçek. “Türkiye’de merkez medyada rantabl olacak gazeteci yatırımı yapmak mümkün değil,” saptamasını yapmak için büyük tecrübeye de gerek yok; ancak Ciner Grubu’nda bu kadar stratejik rollerde bulunmuş birinin böyle bir ifade kullanması bana kalırsa kayda değer. Altaylı, gazetenin kurumsal ve ticari tarihine de atıf yaptığı açıklamasında önemli bazı detaylara da değiniyor:
 
Habertürk'te, benim kurduğum gazeteye göre farklılıklar vardı. Ben kurduğumda Habertürk Türkiye'nin en etkili gazetelerinden biriydi. 400 bin tiraja gelmişti, Hürriyet'in arkasından ikinci büyük gazeteydi. Belirli bir kârlılığı vardı.
 
Gerçekten de Habertürk, Altaylı’nın yönettiği dönemde gazetecilik olarak yine çok sorgulanabilecek işler yapmasına rağmen daha çok sesli ve daha özgür bir mecra sunuyordu diyebiliriz. Ece Temelkuran da dahil olmak üzere, bugün muhalif olarak etiketlenen birçok insanın yazdığı, televizyonla entegre çalışan farklı bir kurum kimliğindeydi o dönem Habertürk. Bu elbette, okur tarafından takdir ediliyordu. Dahası ulaştıkları 400 bin tiraj seviyesi Türkiye basını ortalamasında en büyük ikinci gazete anlamına geliyordu ve bu oldukça mühim bir istatistikti.
 
Altaylı’nın beyanları arasında en ilgi çekici olanı reklamveren ve medya satın alma şirketlerinin yaklaşımına ilişkin olanı. Altaylı, bugün bir gazeteye reklam vermenin bir politik beyan gibi algılanır olduğunu söylüyor. Gerçekten de Sözcü ve Cumhuriyet gibi gazetelerin reklamveren profili ile havuz medyası denen medyanın reklam profili karşılaştırıldığında ortaya ilginç bir durum çıkıyor. Hattâ, geçmişte Diriliş Postası’nın yayın yönetmenliğini üstlenen Hakan Albayrak’ın yazdığı ve özetle “hür yandaşlığın kalesiyiz ama reklam vermiyorlar” ifadesini içeren yazı da reklam sektöründeki politik tercihler yapma eğiliminin ne kadar sıkıntılı bir hâl aldığının göstergelerinden biri olarak sayılabilir. Hattâ geçtiğimiz hafta yaşanan ve Karar’ın merkezinde olduğu olaylar da bana kalırsa zaten “cezalı” konumda gibi görünen gazetenin reklam gelirlerinde ciddi bir azalmaya neden olacaktır.
 
Tüm bu açılardan bakıldığında, başlıkta sorduğumuz soruya yanıt vermek kolay. Öncelikle, Türkiye’nin mevcut ekonomik ve politik koşullarında basılı yayıncılığı sürdürmek, karşılığında politik ve maddi bir sermaye elde edemediğiniz sürece mantıklı değil. Ciner Grubu bu iki alanda karşılık alamadığını düşünmüş olacak ki, dijitalleşmenin genel cazibesinden de yararlanarak bu kararı rahatça vermiş. Yani dijitalleşmenin basılı yayınlar karşısında önümüzdeki dönemde bambaşka cephelerde de zaferini ilan ettiğini görebiliriz; ancak bu dijitalleşmenin değil politik durumun da bir çıktısı olarak ele alınabilir. Ana akım bir gazetenin boşluğu yaşanırken sektörün ve politik iklimin böyle bir gazetenin yaşamına izin vermemesi de Türkiye’de siyasetin neredeyse tüm öznelerinin mevcut kutuplaşmadan ne kadar mutlu olduklarının kanıtı. Türkiye tam bir Akdeniz ülkesi olarak ana akımı ve onun ekonomisini öldürüp üstünde tepinmenin keyfini yaşarken, çoktan kaybedilmiş kamusal etkileşim ve tartışma imkânının da cenazesi iyiden iyiye kalkıyor.