Hafıza yükü

Hafızanın yükü, suyun kaldırma gücüne denk. Hem sular ne kadar tuzluysa o kadar artıyor kaldırma gücü. İstesen de batamıyorsun.

KARİN KARAKAŞLI

28.04.2023

Anı dediğin ömrün kaydı. Kimisi unutmana izin verilmeyen kimisi hatırlamayı senin seçtiğin kimisi de hiç aklından çıkarmaman gereken dersler silsilesi. İzlemesi ağır film misali boşluklara talip olman gerek sürekli. Hayatının hangi döneminde hafızanı karşına alıp baktığına bağlı olarak da anlatı değişikliğe uğruyor doğal olarak. O ki sen artık o anıyı yaşayan değil, onu hatırlayan kişisin.
 
Hayatın kurgusu desen keçi gibi inatçı. Takıldığın konu başlıklarını ısrarla akışına getirecek. Bu sefer öğrendin mi, bu kez bir şeyleri farklı yapacak mısın diye. Diyarbekir başta olmak üzere 21 ilde gazetecilere, avukatlara, siyasetçi ve sanatçılara operasyonla 128 kişinin gözaltına alındığı, dosyaya anında gizlilik kararı getirildiği o gün gözüm hemen muhalefete kaydı. Bu sefer bir şeyleri yeterince farklı yapacak mı, avaz avaz haykıracak mı diye. Yok, yine olmadı.
 
Oysa tam da bunun için seçime gidiyoruz. Hafızamıza zorla kaydettirdikleri zulme son vermek, dayanışma ve anlayış temelli yeni bir toplumsal, siyasal yapı kurmak için. Ya da benim anladığım bu. Haliyle böylesi bir dönüşüm sadece oy vermeye gittiğiniz günle sınırlı olamaz. Söz vermek, eylemi çağırır akabinde. Söz ve öz bir bütün olsun, yine her şey sil baştan yalana bulaşmasın diye.
 
Şimdiyse hayat yine devam ediyor. Mezopotamya Ajansı, Yeni Yaşam Gazetesi, Demokratik Bölgeler Partisi (DBP), İnsan Hakları Derneği (İHD) ve meslek kuruluşları, Amed Tiyatrosu oyuncuları, Diyarbakır Barosu ve Özgürlük için Hukukçular Derneği ve daha nicesi hedefteyken, taşın atıldığı yerden dalga dalga çemberler genişlerken.
 
Yakalama, gözaltı ve tutuklamaları ne zamandır muhaliflerin üzerinde doğrudan ceza yöntemi olarak uygulanıyor. HDP bu seçime eski eş başkanları başta olmak üzere büyükşehirlerin kayyım atanmış seçili eşbaşkanları ve pek çok siyasetçisi cezaevinde rehinken giriyor. Gazeteciler mesleklerini yaparken kovuşturuluyor, onları savunan ve seçim güvenliğinden sorumlu olacak avukatlar da şimdi hedef tahtasında.
 
Hâl böyleyken ateşin düştüğü yerden atılan çığlık yeter mi? “Yangın çıkardılar yine” diye bağırmadıkça hepimiz, topyekûn kavrulmaktan kurtulmak mümkün mü? Bu kez farklı olsun diye beklemişim demek ki. Öfkeme bakılırsa durum bu. Çünkü değişiklik dediğin sadece söylemle değil eylemle inşaya muhtaç. Yoksa koca koca cümlelerimizle çoktan kurtarırdık ülkeyi. Ama öyle olmuyor işte. Birlikte kazanmak sadece kaybettirmekle başlayıp bitecek bir şey değil. Suçlama kısmı boş olan kararlar diyarında her günün her ânı yepyeni ilişkilenme ve eyleme zorunluluğu dayatıyor.
 
Keyfi soruşturma ve iddianamelerle, yakıştırma ve mesnetsiz suçlamalarla Gezi Davası kapsamında haklarında 18’er yıl hapis cezası verilen Tayfun Kahraman, Hakan Altınay, Can Atalay, Mücella Yapıcı, Mine Özerden ve Çiğdem Mater 1 yıldır cezaevinde, Osman Kavala ise 2 bin günü aşkın süredir tutuklu. Ömürden çalmak diye bir şey var. Ve o ömürlere layık farklı bir gelecek hayali.
 
O hayal, çok emek ve irade gerektiriyor. Bir de hafızayla ödeşmeyi. Çünkü neyi nasıl yapacağının ve yapmayacağının anahtarı o kayıtlarda gizli. O kayıtlara alıcı gözle bakma cesaretinde. Deprem felaketini toplu katliama dönüştürenlere gözünü dikebilmek için de gerekli bu azim. Sessiz kalmaksa artık nicedir suç ortaklığı sadece.
 
Neyi seçiyoruz? Gitgide mengeneye dönen, utanmadan nefes almayı imkânsız kılmış bir siyasi düzeni sonlandırmayı. Ve ona bağlı olarak başka türlü bir toplumsal yapıyı kurmayı. Çünkü yıkan, kurmayı da bilmeli. Doğa boşluk sevmez. Peki anlık refleks niyetine neden muhalefet Diyarbekir’e koşmuyor? Neden o beyaz tülbentli Kürt anasının tam yanında durmuyor? Yılların kayıpları ve vakarıyla sigarasına ağzına götürmüş o toprak kadına ateş uzatmıyor?
 
O çakmak başka bir umut alevini yakardı içimde. Öfkemi soğutur, umudumu yeşertirdi. Çünkü bu topraklarda en zoru umudunu korumaktır. Erken açmış bahar çiçeği gibi yanarsın ayazın ortasında.
 
Nefret şehveti
Duygu skalasında sevginin karşı kutbunda kayıtsızlık yer alır benim için, nefret değil. Sevmediğim insanla, konuyla ilgilenmem. Kibirle değil, hayvani bir korunma içgüdüsüyle yaparım bunu. Bana bulaşmasın, ötemde kalsın diye.
 
Nefretse başlı başına enerjidir. Onu ekonomik kullanmaya çalışırım. Çünkü her nefret vakası insanın kendinden de götürür. Nefret etmem için canımın yanması gerek. İsyan etmem, tiksinmem, içime sindirememem.
 
Oysa buralarda nefret basbayağı siyaset yapma aracı. Hem de 14 Mayıs sonrasını kurma sorumluluğu varken yine yeniden revaçta. Çünkü kolaycı, çünkü bol keseden atıcı. Ama bir o kadar yıkıcı ve nafile. Yeşil Sol Parti ve Türkiye İşçi Partisi arasındaki ayrı liste ve olası milletvekili kaybı tartışmalarında da yer yer nefretin izi var. Ve çok şey düşündürüyor bu hâl.
 
Yeşil Sol Parti'nin milletvekili adayı Cengiz Çandar ise, nefretten kişisel düzeyde payını alan en önemli isimlerden biri. Bunu yakın tarihin hep tam ortasında durmuşluğu kadar, geçmişten bugüne derinlikli bir muhasebe yapma açıklığına da bağlıyorum. Buralarda eşine az rastlanır bir haslet. Dolayısıyla Ortadoğu’yu dünyası kılmış bu insanın sadece siyasi bilgi birikiminden değil, öncelikle bu muhasebe yeteneğinden de öğrenecek çok şey var. 15 Temmuz darbesinin halen bilinmeyen yönleri de dahil olmak üzere yakın geçmişten geleceğe uzanan bir hatta Çandar, Türkiye’yi her zamanki gibi dünya siyasetinin, hele de Ortadoğu’nun çok aktörlü, değişkenli siyasi enlem ve boylamına oturtarak bakmaya davet ediyor yine. Katkı sunabileceği her şeyi göze alarak.
 
Buna mukabil kimi çevrelerce kendisine yöneltilen nefret, tam da yeni dönem koordinatları açısından incelenmeyi hak ediyor. Nitekim Artı Gerçek'ten Seda Taşkın’ın sorularını yanıtlarken adını koymuş her şeyin: “Eleştiriler yok, operasyon var. Eleştiri ayrı şey, operasyon ayrı şeydir. Söylenenlerin dozunu, kullanılan sözcükleri adetini, temposunu, ritmini görünce neyin ne olduğunu anlamak için çok fazla da vakit geçmesi gerekmedi. Bu konularda yeterince tecrübem ve algılama yeteneğim de var. Bunları bir operasyon ve kişilik katli olarak gördüm. Operasyonda sol kıyafet giydirilerek rol almış kişilerin, kişilik katli kampanyası ve operasyon olarak gördüm.”
 
Merdan Yanardağ’ın “Solun HDP ile imtihanı!” başlığıyla Birgün’de yayınlanan yazısı o sistematik nefret operasyonunun veciz bir örneği. Dil seviyesi “dönek” vurgusuyla özetlenebilecek yazıda Çandar’ın hayatından kesitler sunulurken “Türk solu”nun rahatsızlığı dile gelmiş: “Öyle anlaşılıyor ki, Kürt siyasal hareketi, Kuzey Suriye’de ABD ile kurduğu ilişki ve yaşadığı deneyimini Türkiye’ye aktarmak istiyor. Bu tercihin başka bir sonucu daha var; HDP bu tutumuyla sol, sosyalist hareket ve cumhuriyetçi kesimlerle kurduğu ilişkiyi de zedelemiş oluyor.” Siyasal İslamcı, muhafazakâr, aşırı milliyetçi çizgiden savrulunacak yeni hat ulusalcı, Kemalist söylem ağırlıklı olacaksa vahlar gelmiş hâlimize zaten.
 
Aynı üsttenci tavır iftira pahasına yargı dağıtmaktan da çekinmiyor elbet: “İlhan Selçuk’un onayıyla Cumhuriyet’e alınan Çandar, 1969’da Milli Demokratik Devrim (MDD) hareketinden ayrılan Proleter Devrimci Aydınlık, sonra Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi (TİİKP), ardından da Aydınlık adlarını alan Doğu Perinçek grubunun lider ekibi içindeydi. 1968’deki Filistin gerilla mücadelesinin prestijinden de etkilenen devrimci gençlerin, Siyonizm ve ABD emperyalizmine karşı savaşmak için bölgeye giden ilk grubun içinde yer alıyor. İsrail operasyonundan hemen önce Filistin Halk Kurtuluş Cephesi kampını terk ediyor. İsrail saldırısında, aralarında MDD’nin yayın organlarından Türk Solu Dergisinin Yazıişleri Müdürü Bora Gözen’in de bulunduğu, sosyalist hareketinin en parlak kuşağından tam 7 devrimci ölüyor. İşte Cengiz Çandar derken, bu saldırının istihbaratını verdiği ileri sürülen bir kişiden söz ediyoruz. Ortadoğu uzmanı gazeteci Faik Bulut, bu operasyondan yaralı kurtulan bir devrimci. İsrail hapishanelerinde tam 7 yıl kalıyor. Olayın tanığıdır, hayatta… Elbette Cengiz Çandar söz konusu İsrail operasyonu ile hiçbir ilgisinin olmadığını, görüş ayrılıkları nedeniyle kampı terk ettiğini, zamanlamanın ise bir rastlantıdan ibaret olduğunu söylüyor. Bu açıklama doğru da olabilir. Ancak, biz biliyoruz ki, o kampı terk ettiği andan itibaren devrimci ve sosyalist hareketi de terk ediyor. Bu kesindir.”
 
Doğru da olabilir ne demek? Birini, insanların ölümüne ortak olmakla itham etmek bu denli kolay ve laçka bir şey mi? Gazeteci Gökhan Kaya söz konusu yazı üzerine görüştüğü Çandar’ın açıklamalarını twitter’da paylaştı. Hafıza kaydı açısından buraya eklemeyi gerekli görüyorum.
 
“Öncelikle şunu söylemek gerekir ki, Yanardağ, olayın tanığının Faik Bulut olduğunu söylemişti. Gün Zileli ile konuşan Faik Bulut böyle bir beyanatı olmadığını söyledi, Merdan Yanardağ'ı yalanladı. Gelelim Yanardağ'ın beyanlarına ilişkin Çandar'ın cevaplarına. Cengiz Çandar diyor ki: ‘İsrail baskınından az önce o kampı terk etmiş olduğum doğru değil. O kampta hiç bulunmadım. Bir de Filistin Halk Kurtuluş Cephesi kampı diyor. O, George Habaş'ın örgütünün adı. O örgütte hiçbir zaman bulunmadım ve kampında da kalmadım. Ben, Bora ve diğer arkadaşların öldürüldüğü yerden arabayla en az iki saat uzaklıkta Beyrut'un varoşlarında Burj el-Barajni adlı Filistin Mülteci Kampı'nda bir yıldır yaşamaktaydım ve bir süre daha orada yaşamaya devam ettim. Olaydan birkaç saat önce Bora Gözen vedalaşmak ve Almanya'da buluşmak, temasımızı sürdürmek için haber vermeye bana geldi. Gece bende kalmasını, sabah erkenden dönmesini önerdim. Kabul etti ve başka birisini görmek için ayrıldı. Sonra fikir değiştirip gece dönmüş.
O gece sabaha karşı da söz konusu İsrail baskını olmuş. Söz verdiği gibi kalmış olsaydı kurtulmuş olacaktı. Bora ve diğer arkadaşların öldürüldüğünü ve nerede kaldıklarını ertesi sabah olaydan sonra öğrendim. Bir kişi esir alınmıştı (Faik Bulut) iki kişi yaralı kurtulmuştu. Onlardan birini alıp Beyrut'ta ben tedavi ettirdim. Diğeri Trablus'ta hastanedeydi, taburcu olduktan sonra, bir başka arkadaşla kalmakta olduğum Burj el-Barajni'ye bizim yanımıza geldi.’”
 
Sonda da Gökhan Kaya’nın kendi kayıt tutma vurgusu var zaten: “Ayrıca Cengiz Çandar bu iftiranın kaynağının Doğu Perinçek olduğunu da belirtti. Sosyalist hareketin tarihi açısından da kaydedilmesi gereken bir beyan olduğunu düşünüyorum.”
 
Hafıza kayıtlarını tazelemeye ve kefeleri yerli yerine oturtmaya ne dersiniz? Bahar temizliği kadar gerekli ve hafifletici bir iş bu. Farkındayım, emek istiyor. Ama işte ortalığı toplamadan ne kalbini görebiliyorsun ne zihnini. Fazlalık kelimelerini, yaslandığın o konforlu önyargılarını, kolaycı nefretini battal boy çöp torbalarına doldurmadan yeni yola çıkılamıyor.
 
Hafızanın yükü, suyun kaldırma gücüne denk. Ona kendini bıraktığın anda özgürleşiyor, hiç olmadığın kadar hafif hissediyorsun. Boşlukta yüzmek, usulca süzülmek gibi bir duygu. Akışa teslim olmak. Güvenmek.
 
Hem sular ne kadar tuzluysa o kadar artıyor kaldırma gücü. İstesen de batamıyorsun. Emeğinin teri, kahrının, öfkenin gözyaşı ilk kez kurtuluşun oluyor. Meğer boşa gitmiyormuş hiçbir şey. Meğer sebepsiz değilmiş yaşadıkların. Böyle hisseden ve yaşayanlarla düşlüyorum günlerimi.
 
—–
Kapak Görseli: Cong Yu (Pixabay)