Hafızanın sırdaşıdır defterler

Tanımadığın bir insanın günlüğünü satın alıp okumak ancak bu hikâye aşkıyla açıklanır. Geriye buruk bir tat kalır

KARİN KARAKAŞLI

07.11.2019

İlkokul döneminde hatıra defterlerimiz vardı. Ne hikmetse, sekiz dokuz yaşında veletler, sanki bu hayatta devasa anılar biriktirmişiz gibi bu defterlerimizle pek bir övünürdük. Hani bir kuşağı ele veren ortak koordinatlar vardır ya, işte bu süslü püslü hatıra defterleri onlardan biri sayılır. Hele de o neredeyse her sayfada yinelenen bir dönemin manidar tekerlemesi:

Sepet sepet yumurta
Sakın beni unutma
Unutursan küserim
Gözlerinden öperim

Hafıza diye sayıklarken, gözümün önünde beliren imgelerden oldu bu defterler. Kim bilir şimdi hangi yatak bazasının altındalar. En azından sakladığımı ve bulmak istediğimi biliyorum. Bunca yıl sonra beliren tuhaf bir ihtiyaç… Arkadaşlar vesikalık resimlerimizi de yapıştırırdık o sayfalara. Sonra renkli kalemlerle kenar süsü yapardık. Neden tekrar bakasım geldi onlara, bir balonun içinde havada süzülüyormuşçasına benden bağımsız hareket eden bir parçamı daha geri çağırmak için mi? Sen buydun, bu da sendin demek için mi?..
 
Saman kâğıda özlem ve şükran

Ders defterleri buyurgandı. Kareli olanları rakamlarımızı, çizgili olanları harflerimizi hizaya sokardı. Taşırılmaması gereken sınırlardan ibaretti hepsi. O yüzden eski zaman okul yıllarının gizli kahramanı olan şu sarı saman kâğıtlı müsvedde defterini yâd edesim var izninizle. Hayatımda hiçbir defter bana bu kadar büyük bir özgürlük hissi vermemiştir. Şimdiki şık geri dönüşümlü kâğıttan yapılma türevleriyle karıştırılmasın. Gerçekten saman sarısıydı sayfaları. Başka bir hamurdu; yumuşak ve dost. Kalbi geniş bir arkadaştı müsvedde defteri, ismiyle uyum içinde hoyratça kullanılmaya açıktı. Yaz, çiz, parçala; aldırmazdı. Sadece ödev taslaklarını değil, başka bir deftere geçirmeyeceğin isteklerini yazardın ona. Sıkıcı derslerde sayfalarını usulca yırtar, seni özgürlüğe götürecek taşıt araçlarına dönüştürürdün onları. Sarı saman kâğıttan kayıklar ve uçaklarla dolardı çöp kutuları. Hayallerini, arzularını ondan yapılma bir tuzluğa şifreler, tuzluğun üzerindeki rakamların senin komutunca hareket edişine bakardın. Üçten üç kere… Güçlenirdin onun kendini koşulsuz fedasında. Derste elde ele yola alan gizli notlar olur, aramızda uçuşurdu sarı saman kağıtlar. Yüz yüze söyleyemediklerimize ulaklık edercesine.

Sınıflardan hayata çıkınca bir vakit defterler de çekildi hayatımızdan. Yani çoğumuzun hayatından. Bazılarımızsa onu sırdaş belledi kendine. Şimdi artık seçili defterlerin zamanıydı. Tıpkı sarı saman kâğıtlı müsvedde defteri gibi bize iyi gelecek olan defterleri aradık. Kimi zaman kareli, kimi zaman beyaz, kimi zaman çizgili. Renk renk, boy boy, çeşit çeşit. Hayat müfredatını yazmaya koyulduk.
 
Defterimden sildim seni

Defter, kaydetme yeridir. Hafızanın cisimleşmiş halidir. Kimi zaman beden kimi zaman zihin kimi zaman ruh kimi zaman kalptir defter. Varlığının ta kendisidir. Defterle ilgili deyim ve atasözlerinin bu gerçeğe yaslanmasına şaşırmamalı.  Birini defterinden sildiğinde, aslında kalbinden siler, adını anmaz, dost saymaz olursun. Eski defterleri yeniden açtığında, içindeki bütün o ödeşilmemiş olanı dökersin ortaya. Bir defteri kapattığında, biriyle, bir şeyle olan ilgini kesersin. Böyle bir şey benim defterimde yok, dediğinde, doğan gereği kabul edemeyeceğin bir davranışa dikkat çeker, sınır çizgini çekersin. Defterin dürüldüğünde ise ya bir yerden uzaklaştırılır ya da öldürülürsün. Hoş zaten, rızan dışı her gidiş bir ölümdür, o da ayrı mesele.

Yaşayacağı en güzel şeyleri noktalamış hissine kapılan ve şimdiki zamanda yaşayamayanlar için  “Müflis bezirgân eski defterleri yoklar” der atalarımız. Avuntu, hatıralardadır sadece. Anlattıkça dirilir, paylaştıkça değişirler. Bugünün ölü toprağı üzerine yağmur damlaları serperler.

Geçenlerde bir instagram hesabında sahafa düşen sahipsiz günlüklerin reklamını gördüm, satıştaydı hepsi. Sahibi ölmüş, devralanı olmamış hayat hikâyeleri. Defter, sırdaşıdır hafızanın. Tanımadığın bir insanın günlüğünü satın alıp okumak ancak bu hikâye aşkıyla açıklanır. Geriye buruk bir tat kalır.

Sonra kendine bakar insan. En son ne zaman yazdığına. Epey zaman geçmiş olmalı… Misal, benim için günlük, yol arkadaşımdı. Rutin koşuşturma içinde vapurda, otobüste; yurtdışındaysam ille de uçakta ve kafelerde yazardım. Rengârenk kalemler arasından gönlüme denk düşeni seçer, su gibi akardım. Sonra o akış önce duruldu, sonra kesildi. Yeni defterler aldım hep. Her yeni defter bir umuttur. Ama işte olmayınca olmuyor. Boş defter sancısı diye bir şey varmış hayatta. Kendime sustum. Ya da kaydetmekten korktum.

Çünkü yazmak değil mesele, bir de sonrasında okumak var. Eski bir kendinin karşısına geçip durmak. Tanıdık bir yabancıyla karşılaşmaya benzer duygusu. Elyazına bakarsın, sayfalara sızan lekelere, aralara koyup unuttuğun notlara, biletlere, resimlere… Bu sendin, yaşadıklarındı. Cesaretin var mı sahiplenmeye?

Hafıza, zamanda kırılma dayatır. Kaydettikleri de unutmayı tercih ettikleri de rutinin kırıldığı anların mirasıdır. Bir deftere eğilip yazarken, bir defteri alıp okurken yine rutini durdururuz.  Kendi ânımızda dururuz. O yüzden hafıza, geçmişin yâd edilişi değil, şimdinin sorgulanışıdır. Her şey gözümüzün önünden hızla akıp gider ve bizi pasif bir izleyiciliğe hapsederken yüzleşilen bir defterle hafıza, ânı durdurur. Duran ve tekrar oynatmaktan kendini alıkoyamadığın o ânın ta kendisi olursun.

Deftere bu kudreti veren biraz da elyazındır. Şimdi ihtimal tıpkı yüzün ve bedenin gibi değişmiş olan elyazın. Elyazısı mahremdir, sırları açar. Tereddütle duraksadığın yerde mürekkep titreşip yayılmıştır. Bir şeylerin üstünü çizmişsindir ama karalandıkları haliyle en çok onlar görünür gözüne. Hırslanıp kalemi bastırdığın, sonra yine su gibi aktığın yerleri fark edersin tek tek. Parmakların satırları okşar. Elyazın senin ruh coğrafyandır, topraktır, taştır, sarp yamaç, tekinsiz kayalık, ille de deniz ve derin bir ormandır. Dokudur el yazın, yeni bir tendir.  Gülten Akın’ın Kıyamet şiirinde dediği gibidir:
 
Elyazını yaktım, dürüsttü ve aşınmamış
Sevgi sözcüklerini yaktım, hoyrattır onlar
Sıcaklığı saklı akarsuyu anlamazlar
Sorular, kurutur incitir sorarlar
Elyazını yaktım
 
Bilge bir cadı gelir yakıldığı zamanlardan. Yanına diz çöker. Bilmediğin bir dilden konuşur ama anlarsın her dediğini. En zorlu ateşe yardıma gelmiştir. El vermeye. Elyazısıyla ödeşmeye. Ne çok iz var. Şimdi suç mahalli kanıtı gibi duruyorlar. Tek tek dizer yakılacakları cadı. Yaşananın özünün sende kalacağını fısıldar. Yalan söylemeyeceğini bilirsin sana. Kimse bir şey sormasın, kastetmesinler sende saklı kalana. Bir nefes alır, yangını çıkarmaya koyulursun. İlk atılacaktır elyazısı bir yangına.
 
Adresini yaktım
Yakmak gibiydi biraz da dünyayı herşeyi
Bastığımız düşümüzde gördüğümüz
Özlediğimiz yaklaştığımız
Hayatım özlemdi ansımaydı düştü
Yaktım adresini şimdi özlem oldu hayatım
 
Bir ihtimali bitirmektir sevgiyi yakmak. Düşlenmiş bir geleceği silmektir. Artık gidilecek o tanıdık yerlerin olmadığını bilmektir. Kabullenmektir. Alınyazına isyandır. Ortak bir tahayyüle veda. Anı kadar düş yakarsın o yüzden usulca. Ne kadarı yaşadıklarına ne kadarı hayalini kurduklarına o yaşların, bir sen anlarsın.
 
Resimleri yaktım birini saklasam dedim
En çok onu yaktım onu yaktım
Kış göğünü yaktım, bir kavak büyüttüm balkonumdan
Akşam desem değil, yangın desem değil
Dışarda apansız bir kıyameti yaktım
 
Siz de bir an için bakar mısınız tanımadığınız evlerin pencerelerinden içeri? Gözünüze çarpan bir divana, orada uzanmış bacaklara, kendi kendine konuşan bir yaşlıya benzeyen televizyonun ölü ışığına? Bazen bir mutfaktır gördüğün. Ocakta bir şeyler pişiyordur. Kendinden kaçarken başkalarına hikâyeler yazarsın. Kıyametin bir yere sığmazken, bütün o arşınladığın sokaklar, git gide koca şehir bir tiyatro dekoruna döner. Bir köşeye ilişir, içindeki yangının dengi o şehir ışıklarına bakarsın.
 
Sevgidir kendimi bildiğim, onunla başladım
Elyazın mı, adresin mi, resimlerin mi
Sen mi ömrün mü
Çıkardım onları şimdi sakladığım yerden
Kıyameti göğü kışı akşam sözlerini
Sevgiyi yaktım
 
Hafızanın en çok durduğu an, sevgiyedir. Sevgiye ve aldanışa. Birini silmek, kendinden eksiltmektir. Ama işte bazen elden başka türlüsü gelmez. Alırsın önüne mektupları, notları, fotoğrafları, bir de defter tomarlarını. Kâğıda yaklaşan alevi izlersin. Alev, gözünde parlar ve önündeki desteye düşer. Bir çıtırtı kaplar ortalığı. Seni ne zamandır üşüten anıların yaydığı son ateşle bir an için ısınırsın.

Küllerinden yeniden doğmak için.