Hala yaşıyor ve katlanıyorsak…
Sağlık, huzur, mutluluk, barış tamam da şöyle bir yoklayın hafızanızı, yeni yıldan adalet dilemek çoğumuzun aklının ucundan dahi geçmezdi
05.01.2024
Her yeni yılda insanlar birbirlerine iyi dileklerde bulunurlar. Güzel bir gelenektir. Kötü bir yıl da geçirmiş olsanız, kişi olarak veya ülke olarak (mesela geçen yıl bir deprem felaketiyle gölgelenmişti yeni yıl umutları), neticede yeni bir yıldır ve umutlarınız, beklentileriniz, dilek ve temennileriniz vardır. Kuşkusuz; umutlu olmak, yeni bir yıla umutlarınızı canlandırarak başlamak, güzel, anlamlı bir gelenek olduğu kadar insanidir de.
Ama işte yıl dediğimiz zamanı takvimlendirirken geliştirdiğimiz, kullandığımız bir zaman ölçüm birimi; gün, hafta, ay gibi… Zamanın kendi başına herhangi bir umut veya dileği, beklentiyi gerçekleştirme kudreti yok. Tabii ki biliriz bunu. O umut, dilek veya beklentileri gerçekleştirmenin ancak irade, kararlılık, netlik, istikrar, tutarlılık gerektiren bir çaba, uğraş ve mücadele sorunu olduğunu da bildiğimiz gibi…
Ne var ki, işin o çaba, uğraş veya mücadele dediğimiz kısmında, herkesin aynı dirayeti sergileyebildiğini söylemek mümkün değil. Zira şikayet etmek, mızmızlanmak, küsmek daha “tercih edilir” bir seçenek oluyor çoğu kişi için.
Yeni yıl dilekleri içerisinde herhalde en çok telaffuz edilen sözcüklerden biri, barıştır. Hem değil midir ki “Yurtta sulh, cihanda sulh” ezberi almış bir ülkeyiz. (Bu veciz sözle ilgili hakim ezberleri zorlayacak çok şey söylenebilir ama sırası değil.) Ama yurtta ve cihanda insanlığa barış dilerken bunun beraberinde bazı yükümlülükler getirdiğinin de farkında mıyız acaba; doğrusu emin değilim.
Sağlık, huzur, mutluluk dilekleri de en az barış sözcüğü kadar revaçtadır. Sağlık elbette ki önemli. Boşuna değil, “Her şeyin başı sağlık” deriz. Sağlık yoksa, başka her şey anlamını kaybediyor. Covid-19 salgın dönemini, endişeyle evlerimize kapandığımız günleri hatırlayın. Herkes hayatın anlamını yeniden sorgular ve tanımlar olmuştu. Aşıyla ilgili birbirinden ürkütücü sürreel spekülasyonlar, korku ve felaket senaryoları bir yana, dünya ile birlikte süratle biz de “normale” döndük. Yılbaşı gibi vesilelerle yeni yıldan sağlık diliyoruz ama, sağlıklı bir yaşamın asgari gereklerine (beslenme, barınma vs.) hele ki bu hayat pahalılığı şartlarında kim ne kadar sahiptir acaba? Düşündürücü…
Bayram, yılbaşı, doğum günü gibi vesilelerle ağzımıza pelesenk ettiğimiz “mutluluk” için ne demeli peki? Saf bir mutluluk, daimi bir mutluluk, hep mutluluk diye bir şey olduğuna inanan var mıdır sahiden? Tabii ki her şey yolunda ise hayatında, insanın kendini iyi hissettiği, mutlu hissettiği anlar, günler, dönemler ve hatta zamanlar vardır; ama “daimi mutluluk”? Tabii ki insani bir arayış, özlem duygusu bu. Ne var ki, kainatta her şey kendi zıddıyla birlikte bir anlam ifade eder; dolayısıyla bu arayışa anlam kazandıran da bizi mutsuz eden şeylerin varlığından başka bir şey değildir.
“İyi” dediğimiz, “kötü” bildiğimiz şeylerden dolayı iyidir. “Özgürlük” dediğimiz, insanı ezen, baskı altına alan, köleleştirmek isteyen kötülerin çabasına karşı durmak irademizdir. “Adalet” dediğimiz, varlığımıza, değerlerimize, haklarımıza sahiplenmekle anlam kazanır…
“Huzur”, kendi başına ve fakat her insanın kendi neden ve gerekçeleriyle birlikte yaşamak istediği, özlem duyduğu bir ruh ve duygu durumunu ifade ediyor. İşinizi iyi yapmanız size huzur verir örneğin. Çocuklarınızın sağlığı, keyfi, morali yerindeyse, aç açıkta değillerse mesela. Hayata dair gerçekçi hedefleriniz varsa ve bunları gerçekleştirebilecek güç ve güvene sahip olduğunuza inanıyorsanız…
Ama işte huzura duyduğumuz ihtiyacın özünde de bizi huzursuz eden, kaygılandıran, endişelendiren hayat gerçekleri, engeller, sorunlar, sıkıntılar vardır; biliriz. Bunlar bireysel de olabilir, yaşadığımız ülkenin, bir parçası olduğumuz toplumun kaynaklık ettiği dertler, memleket meseleleri de. Kuşkusuz istesen de “memleket meselesi” deyip geçemezsin; her birimizin hayatına doğrudan tesir eden meselelerdir çünkü…
Adalet ile ilgili sorunlarımız arş-ı alaya varınca, bu kavram da dilek ve temennilerimizin gözdeleri arasına girdi epeydir. Sağlık, huzur, mutluluk, barış tamam da şöyle bir yoklayın hafızanızı, yeni yıldan adalet dilemek çoğumuzun aklının ucundan dahi geçmezdi. Nasıl bir “Adaletin bu mu dünya” durumundaysak artık…
Bu da gayet anlaşılır bir durum tabii. Yargı ile ilgili bağımsızlık, tarafsızlık başta olmak üzere sorunlar ülke tarihinin hiçbir döneminde eksik değildi gündemimizden. Bilen bilir. Ama yargının siyasi iktidarın elinde bu denli apaçık ve düpedüz sopa haline getirilmesi, bu dönemde tanık olduğumuz bir şey. Anayasa Mahkemesi (AYM) kararlarının önce siyasi iktidar sahipleri ve şimdilerde de yerel mahkemeler, son olarak da Yargıtay tarafından tanınmaması da bir “ilk” oluyor. En üst ve kararları bağlayıcı yargı mercii olan AYM ve onun varlık gerekçeleri (Anayasal ve yargısal denetim) iktidar sahipleri ve diğer yargı kurumları tarafından hiçe sayılıyorsa, bu durum ve gidişata kriz’den başka bir nitelendirmede bulunmak, zor…
Adalet, diğer dilek, temenni ve beklentilerimiz arasında giderek artan bir boşluğun ifade edilmesi oluyor.
Malum, adalet tanrıçası Themis bir elinde “kılıç” diğer elinde ise bir “terazi” tutar. Kılıç, suça karşı cezayı ve terazi de adaletin eşit, dengeli, adil bir şekilde dağıtılmasını simgeler. Themis’in gözlerinin bağlı olması, adaleti dağıtırken muhatabının kimliğine, statüsüne bakmaksızın eşit, adil ve tarafsız olmasını temsil eder. “Kadın” ve “bakire” olması da masumiyet ve bağımsızlık simgesi kabul edilir. Adalet tanrıçası Themis’e atfedilen bu sembolik temsiliyet özellikleri, aynı zamanda adaletin evrensel normlarının özetidir denilebilir. Bu normların ne halde olduğu, ne hale getirildiği, hayli düşündürücü bir gerçeğimiz…
Ve umut… Kim her ne anlıyorsa “umut” derken; en çok paylaşılan dileklerdendir. Yine de bir tanım yapmak gerekse, iyilik ve insanlık değerlerine dair özlemlerin kısa adıdır, derim.
Umut, bir hayat devam ediyor diyalektiğidir; hayat devam ettiği müddetçe hayata ve geleceğe dair umutları da olacaktır insanların.
Ama öte yandan, umut, devam eden hayatı, yaşadığımız dünyayı değiştirme, dönüştürme, insanileştirme iradesiyle, çabasıyla anlam kazanır. Bir çabaya, mücadeleye ilham vermeyen umut, “piyango bana çıksa” hayalinden başka bir şey değildir.
John Berger’in dediği de budur: “Dünya, ancak onu dönüştürmek umudu var olduğu ama bu umudu gerçekleştirme olanağı bulunmadığı zaman katlanılmaz bir hale gelir.”
Hala yaşıyor ve “katlanıyorsak” dünyanın bu haline, umutlu olmak için de nedenlerimiz var demektir.