Hangi ipler hangi kazıklara bağlı?
İdlib’de ne çapta ve nasıl bir felaketin olacağını ve kabağın kimlerin başına patlayacağını, ilk Soçi mutabakatından beri yazıp çiziyoruz
12.01.2020
Suriye ordusunun bazen büyük bazen ufak adımlarla ilerlediği İdlib’te Ankara ile Moskova, bir defa daha, çatışmaları durdurmaya niyetlenmiş görüntüsü verdiler. İlan edilişi ve duyuruluşunda bulanıklık olsa da, bir defa daha ateşkes ilan edildi.
Bulanıklık, sadece ateşkes üzerinde anlaşıldığının ilanıyla ateşkesin yürürlüğe girmesi hedeflenen zaman arasında medya ve propaganda aygıtlarının yarattığı karışıklık yüzünden meydana gelmedi. 11 Ocak günü itibarıyla ateşkesin varlığına dair en ufak belirti görülmüyor. Önümüzdeki günlerde belki kuytudan başını uzatır, ama hemen bulduğu ilk kovuğa saklanacağından şüphe yok.
Rusya yetkililerinin kararları ve tavırlarıyla ilgili olarak sağlam bilgi sahibi olduğundan şüphe duyamayacağımız yayın organı Sputnik, ateşkes haberini 9 Ocak günü şöyle verdi: “Rusya’nın Suriye’deki Tarafları Uzlaştırma Merkezi Başkanı Tümgeneral Yuriy Borenkov, bugünkü basın bildirisinde İdlib’deki gerilimi azaltma bölgesinde bugün saat 14.00 itibarıyla ateşkes ilan edildiğini açıkladı. Borenkov, ‘Türk tarafı ile varılan anlaşmaya uygun olarak 9 Ocak saat 14.00 itibarıyla İdlib’deki gerilimi azaltma bölgesinde ateşkes devreye girdi’ ifadelerini kullandı.”
Altı çizili “ateşkes ilan edildiğini” ibaresinde link, bu linkte de 24 Aralık 2019 tarihli bir haber vardı: “[İbrahim] Kalın: Rusya’dan ateşkes yapılmasını istedik”. Sputnik belli ki, ateşkesin Türkiye’nin isteği üzerine yapıldığını dolaylı yoldan duyurmayı tercih etmişti.
Sert mesaj gönderdik, altını çizdik
Millî Savunma Bakanlığı’na -ve Habertürk’ün haberine– bakılırsa, ateşkes 12 Ocak’ı 13’üne bağlayan geceyarısı yürürlüğe girecek. Oysa Sputnik’e -ve başka pek çoklarına- göre, ateşkes 9 Ocak Perşembe günü “devreye girdi”. İsmi ezcümle Esad muhalifleriyle dalga geçme amacıyla konmuş görünen “Suriye’deki Tarafları Uzlaştırma Merkezi”nin başkanı tümgeneral böyle demiş.
Millî Savunma Bakanlığı, ateşkesin hedefleri, dolayısıyla kalıcılığı konusunda hayli iddialı. Karar, çatışmayı durdurmaktan çok daha ötesini hedefliyor: “İdlib Gerginliği Azaltma Bölgesi içerisinde hava/kara saldırılarının durdurulması, can kayıpları ile yeni göç akımlarının önlenmesi ve hayatın yeniden normale döndürülmesine katkı sağlamak amacıyla” uygulanacakmış ateşkes. Âdetâ bir Yeni Türkiye hayali!..
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, Sputnik’in ateşkes haberindeki linkin bizi gönderdiği eski habere göre, Türkiye’nin ateşkes talebini şöyle ifade etmişti: “İdlib'te rejim ihlallerinin arttığını görüyoruz. Rusya tarafına sert bir mesaj gönderdik. Bugüne kadar bununla ilgili maalesef somut bir adım atılmadı. 24 saat içerisinde çatışmaların durdurulması, rejim saldırılarının durdurulması konusunda bir çaba içinde olacaklarını heyetimize ilettiler. Süreci yakından takip ediyoruz. Bunun yeni bir ateşkes ile hayata geçirilmesini bekliyoruz. Rusya’dan ateşkes yapılmasını istedik. Aksi halde hem İdlib mutabakatı ihlal edilmiş olacak, hem Türkiye’ye dönük göç dalgası olacak. Siyasî süreci sabote edecek sonuçları olacaktır. Bunun altını çizmek istiyoruz.”
Altını da çizdikten sonra, “İdlib sorunu”nun “sadece Türkiye'nin sorunu” olmadığına, “uluslararası bir sorun” olduğuna dikkat çeken Kalın, Moskova’ya sert mesaj üstüne sert mesaj yollamayı sürdürmüştü: “Burada Rus tarafının daha büyük bir sorumluluk sahibi olduğunu hatırlatmakta fayda görüyoruz.”
“Doğrusal karşıtlık”
Kremlin epey telaşa kapılmış olmalı! Zira geçen yılın son haftasına girilirken sergilenen bu afra tafraya yeni yılın ikinci haftası dolmadan karşılık verdiler. 9 Ocak günü ateşkes üzerinde anlaşmaya varıldığı ilan edildi. Türkiye’de yaşadığımızdan, MSB’nin “12 Ocak 00:01’den itibaren”iyle 9 Ocak’tan bu yana başka herkesin ağzındaki “devreye girdi” arasında gidip geliyoruz. Koskoca “askerî strateji uzmanları” filan ateşkesi devreye girmiş saydığına göre biz de buna göre konuşabiliriz.
İkinci bir sebeple daha, bu zamanlama konusunu ihmal edebiliriz: Ateşkes devreye girmiş de girecek de olsa, biliyoruz ki, en fazla bir-iki gün sürecek, bilahare Rusya ve Suriye uçakları yerleşim yerlerini bombalamaya, helikopterler varil bombaları atmaya devam edecek, kimsenin barınamadığı cehennem ortamındaki evlerini barklarını terk eden ahali kuzeye ve kuzeybatıya doğru kaçacak, yeni göç dalgasına hayat verecek, cihatçılar mevzilerinde direnemeyip az daha, az daha çekilecek, “İdlib” derken kastedilen bölgenin, üzerindeki nüfusu sağ salim barındırması imkânsız hale gelecek. Ve canını kurtarmaya çalışan yüzbinlerce insan, öncülerinin zaten zorlamaya başladığı Türkiye sınırına yığılacak.
Tasvir daha çok insânî felaketi çağrıştırıyorsa da Ankara’nın kaygısının bundan ibaret olmadığını biliyoruz. Donattığı ve maaşa bağladığı savaşçılar da, savaş alanında imha edilmekle savaştan kaçıp ülkelerine ebediyen veda etme seçeneği arasında sıkışmak üzereler. İçeride kullanışlı kılınmaları tamamen ihtimal dışı sayılmasa da, ne olursa olsun, onbinlerce cihatçı savaşçıyı ‘günün birinde lazım olur’ diyerek kilere kaldıramaz veya Libya’ya gönderip sorumluluklarını üstünüzden atamazsınız.
Habertürk’ün ateşkesi konu ettiği programda televizyonun “askerî strateji danışmanı” Abdullah Ağar’ın söylediklerine kulak verin isterseniz. Ağar, Ankara’nın resmî yaklaşımını -ve telaşını- Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü’ne göre çok daha berrak ifadelerle ortaya koydu. Rusya ve Suriye’nin -artık askerlikle ilgisi olmayan benim gibilerin bile ayrıntısıyla kavradığı- askerî planlarının somut hedeflerini (özellikle Suriye ekonomisi ve rejimin güvenliği açısından hayatî M4 ve M5 karayollarında denetim sağlama meselesini) anlatan Ağar, dönüp dönüp sözü ateşkesin kalıcı olması gerektiğine getirdi. Bu olmazsa “Türkiye’nin çok ağır baskı altında kalacağını, … Rusya’yla, İran’la, rejimle doğrusal bir karşıtlığın, rekabetin içerisine düşeceğini” belirtti. “Doğrusal karşıtlık”, sanırım kaçınılması gereken bir pozisyon. Askerî stratejici, Moskova’nın, Ankara ile uyum pozları verirken gerçekte bildiğini okuduğunu, muhatabını inisiyatif tanıyarak pasifize etme ve istediği yöne sürükleme politikası izlediğini elbette apaçık anlatmadı, ancak dile getirilemeyen hakikatı başka yerden gelerek tarif etti: Rusya’nın, her hamlesi için Türkiye’nin itiraz edemeyeceği gerekçeler, bahaneler (Hmeymim üssüne İHA saldırıları vs.) ortaya koyduğuna işaret etti, bundan sonra bunların artabileceğine dikkat çekti. Tabiî, “terör örgütleri manipüle edebilir” gibi ifadelerle. Kastedilen, Ankara’nın İdlib’de bir nevi “vekil güç” haline getirdiği cihatçı savaşçılara hakim olamayabileceği gerçeği: Onların yiyeceği her halt, Rusya’ya karşı Türkiye’nin elini zayıflatacaktır – söylenmek istenen bu.
Ateşkesin kalıcı olmayacağını, istense de olamayacağını, fakat bunu sağlayabilecek imkânların en çoğuna sahip gücün, “dostumuz” Putin hükümdarlığında iş gören Rusya’nın zaten böyle bir amacının bulunmadığını, Suriye’yi, İdlib’i izlemeye çalışan herkes, hepimiz biliyoruz. Yani “uzman”ların ve yetkililerin felaket senaryosu üslûbuyla çizdikleri manzara, pek yakın geleceğin hakikatıdır.
Bir gün içinde olanlar
Bizler “ateşkes devreye girdi” lafları arasında, “yahu 12 Ocak değil mi?” şaşkınlığıyla dolaşırken, bir gün içinde, Suriye ordusu Maaret el-Numan, El-Dena, Tel Menes, Han el-Sebil, Cebel el-Erba’yı (Türkçe yazılışlarda yanlışlar olabilir) ve kırsal alanda başka birçok yeri bombaladı, İdlib şehrinin 8-9 kilometre kuzeydoğusundaki Biniş’de yerleşim yerlerini hedef alan hava bombardımanlarında pazar yerindeki yedi kişi öldü, top ateşine tutulan birçok yerdeki ölü sayıları bu yazı yazılırken henüz bilinmiyordu, Lazkiye kuzeyinde cihatçılar Suriye askerlerinin çadırını güdümlü roketle vurdu, orada da askerler öldü, yine sayılarını henüz bilmiyoruz, Andan’daki TSK gözlem noktası ile muhtemelen İranlı milisler arasında karşılıklı top atışları yapıldı, bir asker yaralandı, oranın 6-7 kilometre güneyinde topçu ateşiyle ölenler var, Hürriyet’e göre toplam 17 ölü, böyle gidiyor… Anadolu Ajansı, “sert mesaj”larla meseleyi halledeceği izlenimi yaratmaya çalışanların hayal kırıklığını şöyle ifade etti: “Esed rejimi, Rusya’nın İdlib’de ateşkes ilan edildiğini öne sürmesine rağmen, saldırılarına devam ediyor” (vurgu benim -ük). Varlığı şüpheli ateşkesin kalıcı olması gerektiğine dair geniş bir edebiyat oluşmakta, oysa. Kan dökülmese, eğlenceli bile bulunabilirdi…
İdlib’de ne çapta ve nasıl bir felaketin olacağını ve kabağın kimlerin başına patlayacağını birçok insan, ilk Soçi mutabakatından beri öngörüyor, yazıp çiziyoruz. Başlangıçta daha çok sorular soruyorduk, “Peki ama nasıl olacak?..” mealinde. Artık anladık ki, onu hesaba katmazsa başı büyük belaya girecek olan Ankara’da kaçınılmaz sonu hesaba katan yokmuş. Buna karşılık, anlaşmanın öbür tarafları için o “kaçınılmaz son”, felaket değil. Aksine, öngörülen durum. İdlib’deki anlaşmanın Rusya açısından içeriğinin “bu cihatçılarını buradan al, yoksa hepsini imha edeceğim” olduğunu idrak etmemek mümkün müydü?
Olayların başka yere varması ancak tek şekilde mümkün hale gelebilirdi: Ankara’nın yönettiği silahlı cihatçılar koalisyonunun Suriye ordusunu yenmesiyle!? Moskova’nın buna izin vereceği, katlanacağı, “e, n’apalım, adam kazandı” deyip kenara çekileceği ya da “sert mesaj” yoluyla buna mecbur bırakılabileceği varsayılmış olabilir mi? Öyle bir haldeyiz ki, “yok artık!” bile denemiyor…
Dış politika diye ayrı bir başlığın kalmadığını, bizi yönetenlerin zihninde içerideki iktidar (“bekâ”) hesaplarıyla dışarıda girişilen türlü maceraların içiçe geçtiğini yazıp çiziyoruz. Şimdi İdlib’le 130 kilometrelik sınırda yaşanacaklar ve sonrası, sahiden büyük çaplı bir insânî felaket niteliğiyle, gelip dayandı. İdlib de hiçbir zaman olmadığı kadar iç mesele haline geliyor. Daha sonra bunu Afrin, El-Bab, Cerablus vs. izleyecek.