Hani Rus ordusu Fatsa’dan girecekti?
“Bu işler” böyleydi: Darbenin üzerinden bir hafta geçmemişken Sovyet büyükelçisiyle fingirdeşilebilir, palavralarla hayatlar söndürülebilirdi.
04.08.2022
Hürriyet yazarı Sedat Ergin, geçen gün köşesinde son derece ilginç bir olaya dikkat çekti. “Olay” demek yetersiz aslında. Çünkü ilişki, bağlantı, süreç, tavır, zamana yayılma falan söz konusu. Devlet kararına dayanan, istikrarlı bir yaklaşımdan, politikadan, diplomasiden söz ediyoruz. Bunlar, bu vesileyle öğrendiğimiz, devleti yönetenlerin elinde nasıl oyuncak edildiğimizi gösteren çarpıcı örneğe altlık oluşturuyor. Ergin’in yazısından öğrendiğimizle kendi yaşadığımızı yan yana getirince toplumsal yaşam kalitemize -bu terimi az önce icat ettim- dair hayli net ölçümler yapabiliyoruz. Böylece toplum olarak haysiyet katsayımızı elde ediyoruz; devletinkine ulaşamıyoruz.
Sedat Ergin, yazısını Emekli Büyükelçi Uğur Ergun’un sosyal medyadan paylaştığı belge üzerine yazmıştı. Belgenin görüntüsünü de yazısına eklemişti. Bu resmî yazı, “Sayın Genel Sekreterin Sovyet Büyükelçisi ile görüşmesi” başlığını taşıyan bir “Servis Notu”. Hazırlandığı tarih, 16 Eylül 1980. Yani 12 Eylül darbesinden dört gün sonra.
Söz konusu “Sayın Genel Sekreter”, o sırada Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri makamında oturan, ölümünün ardından ne büyük devlet adamı, ne muhteşem diplomat olduğunu teslim ederek bin şükür ve hayırla anmamız beklenen İlter Türkmen. Muhatabı Sovyetler Birliği Büyükelçisi ise Alexei Rodionov. İlter Türkmen’in ölümü üzerine belgeyi internette paylaşan emekli diplomat Uğur Ergun, Türkmen’in özel kalem müdürü.
Peki Türkmen’le Sovyet büyükelçisi darbeden dört gün sonra niye görüşmüşler? Çünkü Türkmen büyükelçiyi davet etmiş. Niye? Çünkü darbe lideri Orgeneral Kenan Evren’in SSCB Devlet Başkanı Leonid Brejnev’e mesajı varmış, o iletilecekmiş. Fakat meğer bu bir cevabî mesajmış ve meğer neye cevapmış: Darbeyle koltuğundan indirilmiş sabık başbakan Süleyman Demirel’e Brejnev’in daha önce gönderdiği mesaja. Sedat Ergin haklı olarak, “seçilmiş başbakana gelen mesaja yanıt verme görevinin darbenin lideri Evren’e geçmiş olması”nın “ilginç”liğine işaret ediyor. İlginç olmaktan çok sinir bozucu bir gayrimeşru ikâme pratiği.
“Aramız iyi” çarpı üç
Sedat’ın yazısında, 12 Eylül darbecilerinin yönetimindeki TC devletinin SSCB ile ilişkisine dair, birbiriyle uyumlu üç olgu sıralanıyor.
Birincisi şu: Türkmen-Rodionov görüşmesinin yapıldığı gün, daha erken saatte, darbe lideri Kenan Evren, cuntanın kendine taktığı isimle “Millî Güvenlik Konseyi”nin başkanı sıfatıyla ilk basın toplantısını yapmış, memleketin canına nasıl okuyacaklarını -yani “program”larını- anlatmış. O arada dış politikaya da girmiş ve İlter Türkmen’in Sovyet büyükelçisine özellikle hatırlattığı sözleri etmiş. Türkmen, darbe liderinin devlet başkanlığını ilk günden kabul etmiş, cuntacının devleti temsil yetkisinden şüphesi yok, sıkıntı da duymuyor. Zaten birkaç gün sonra, 12 Eylül darbecilerinin emrinde, dışişleri bakanı olarak görev yapmaya başlayacak! Cunta lideri Evren’den bahisle, “Bu sabah düzenlenen basın toplantısında, komşularımız içinde Sovyetler Birliği’nin özel yerini vurgulamış bulunuyor,” diye güvence veriyor büyükelçiye.
İkinci olarak, silahlı direnişlerle karşılaşabileceklerinden falan endişelenerek hazırlandıkları, bol bol kan dökerek hazırladıkları darbenin üstünden henüz dört gün geçmiş, ücra köşelerine kadar memleketi terorize etmekle meşguller, işleri başlarından aşkın, yine de Sovyet büyükelçisine dostluk mesajı iletmeyi geciktirmek istememişler, bu aciliyeti elzem görmüş darbeciler. Devirdikleri başbakana gönderilmiş mesaja bir an önce cevap vermek istemişler. Sedat Ergin, bu telaşın “Sovyetler Birliği ile ilişkileri özenli bir çizgide yürütme çabasını yansıttığını” söylüyor, münasip -ötesi- dille.
Üçüncüsü, cevabın sadece geciktirilmemesi değil içeriği de belli ki bu muhabbete uygun düşen bir şeyleri yansıtıyor. Zira İlter Türkmen Büyükelçi Rodionov’a bilgi verirken, mesajdaki birtakım boş lafların boş laftan ibaret olmadığını göstermek istemiş. “Mesajın bir noktasına özellikle değinmek” istediğini bildirdikten sonra, “Bir paragrafta,” demiş, “Türkiye ile Sovyetler Birliği arasındaki dostane ilişkilere büyük önem atfettiğimizi ve bu ilişkilerin gelişmesini ümit ettiğimizi ifade ediyoruz.”
Tam o esnada başka paragraflarda başka şeyler oluyordu…
Esas haber, büyükelçinin tavrı
Benim Sedat’ın yazısından bunca şeyi aktarmam, baştan onun da bu belgeyi konu etmesi, olguların yerli yerine oturtulması bakımından kaçınılmaz. O yıllarda sık sık “NATO’nun ileri karakolu” olarak nitelenen devletin yetkililerinin SSCB’yi muhabbetlerine ikna etmek için gayret göstermesi, haber şüphesiz. Ama esas haber değil. O, Sovyet büyükelçisinin söylediklerinde.
Dönemin Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri Özel Kalem Müdürü Uğur Ergun’un hazırladığı “Servis Notu”ndan öğrendiğimize göre, Büyükelçi Rodionov, “Komünist Partisi” yönetimindeki Moskova’nın muhabbete verdiği karşılığı şöyle ifade etmiş: “…Türkiye’deki son olaylar, Sayın Orgeneral Evren önderliğinde yönetime el konulması, Sovyetler Birliği’nde anlayışla karşılanmıştır. Sovyetler Birliği, basın, radyo ve TV’de Türkiye’deki gelişmelere ilişkin haberleri iyi niyetle ve objektif bir şekilde vermektedir.”
Moskova’nın gösterdiği anlayış ve iyi niyetinden darbe Ankara’sı o kadar memnun ki, İlter Türkmen de diplomat dili içinde pek açık ve net belirtiyor bu memnuniyeti: “Sovyetler Birliği haber organlarının objektifliğini çok önemli görüyorum. Bu haberlerin veriliş tarzından herkes Sovyetler Birliği’nin tutumunu görebilmektedir.” Demek “objektiflik”? Yesinler!..
Rodionov, bunun üzerine SSCB’nin Türkiye politikasının “değişmeyeceğini” teyit etmiş, “iyi komşuluk, dostluk ilkeleri çerçevesinde…” makamından çalmış söylemiş.
Şimdi, değerli okurlar… Birkaç nokta…
(1) Dışişleri dünyasının parlak, medenî, kültürlü diplomatı nezdinde de, (2) bizzat darbeyi yapmış, yüz binlerce insanın hayatını mahvetmeye girişmiş, memleketi işkencehaneye çevirmeye koyulmuş cunta lideri nezdinde de, (3) Sovyetler Birliği’ni temsilen Türkiye’de bulunan büyükelçi aracılığıyla öğrendiğimiz üzre, SBKP, Politbüro, Merkez Komitesi şu bu nezdinde de, “sıkıntı yok”. Darbeci 12 Eylülcüler olmuş, bunların devirdiği seçilmiş hükümet, lağvettiği parlamento olmuş, kimse için fark etmiyor. Devletin devamlılığı esas ve seçilmiş başbakana yollanan mesaja onu deviren cuntacının cevap vermesi olağan bürokratik-diplomatik prosedür sayılıyor, zalim ve cahil bir darbeciler ekibi toplumun bütün demokratik birikimini paramparça ederken devlette devamlılığa halel gelmediği için bütün ilgililer olağan seyir içerisinde işlerine güçlerine devam ediyorlar.
Arsızlık, yüzsüzlük, izansızlık
Fakaat!.. O esnada bizim burada öyle bir dönem başlamakta ki: birbirinden haşin asker-polis operasyonlarında, şüpheli olsun olmasın önüne gelen dövülüp sövülüp içeri atılacak, gözaltılar, haftalarca süren işkence seanslarıyla, resmî koruma altında iş gören sadist tayfasına unutulmaz anlar yaşatacak, dernekti, sendikaydı, partiydi, ne varsa yasaklanacak, kapatılacak, yüzlerce kişilik davalar için her biri ayrı yüz karası iddianameler hazırlanacak, memlekette demokrasi, hukuk, insan hakları adına ne birikim varsa içine edilecek, toplumun özgüveni, haysiyeti bugün hâlâ kapanmayan derin yaralar alacak…
Bütün bu amaçlara halkı ikna etmek için en güçlü motif, askeriyenin “emrimize uyun, esas duruşa geçin, bi daha yapmayacağınıza söz verin” şartına bağlı “kısa sürede gideceğiz” vaadi. Fakat bu yetmiyor. Öylesine şiddetle çökülmüş ki üstümüze, vatanı mazallah çok büyük felaketlerin eşiğinden kurtardıklarına çoğunluğu ikna etmeleri lazım. İkna işini vazifeli personel görüyor. Basında, akademide vs… Televizyonda, birbirinden kallavi müzikler eşliğinde, anarşistlerin hangi hain planlarla Türk milletine ne gibi fenalıklar yapacakları ballandırılıyor. Bir Ertürk Yöndem cehennemine dönmüş hayat. Kıyamet çağrışımlı, bol gürültülü ve gerilimli, ürkütücü grandiyöz orkestra müziklerini yapanlar, TRT telif ödediyse bayağı zengin olmuşlardır.
Kahraman ordu sayesinde son anda önlenen büyük fenalıkların başında, darbeden önce taşları “Türk askerini arkadan vur, Rus askerine selam dur” yalanıyla döşenmiş arsızca saçmalık geliyor: Komünistler Rus ordusuna kapıyı açacaklardı!
Birbirini boğazlayanlarımız dahil hiçbir sol gruptan hiç kimsenin aklından asla geçmeyecek, nitekim kimsenin herhangi bir yerde, yazılı veya sözlü haline rastlamadığı, ortalama kara propagandacıya önerilse, “Olur mu lan, millet inanmaz,” diyerek elinin tersiyle iteceği, hiç varolmamış bir uydurma slogan, faşistleri sahaya süren Kontrgerilla’nın halkla ilişkilercisi olarak çalışmaya kendini adamış gazeteciler tarafından, “komünistler böyle diyormuş” yalanıyla ortalığa salındı. Hatta yanılmıyorsam bir yerlerde bunu duvara da yazıp, fotoğrafını “hainler yazdı” diye yayınladılar.
Darbeden sonra iş slogandan çıktı, Cumhuriyet’i yıkmak üzereyken tespit ve derdest edilmiş komünist hainlerin neyse ki uygulanamamış planına dönüştü: Komünistler Fatsa’yı boşuna ele geçirmemişlerdi. Dertleri belediye falan değildi. Orada kurtarılmış bölge oluşturacaklar, Rus donanmasının çıkarma yapmasını sağlayacaklardı! Fikri Sönmez, bu hainane plan yürütülebilsin diye belediyeye yerleştirilmiş ajandı. Yanındakiler de hain yamakları. Esasen Türkiye’nin dört bir yanındaki komünistlerin amacı Türkiye’yi Moskova’ya bağlamaktı.
“Bu işler” böyleydi: Darbenin üzerinden bir hafta geçmemişken Sovyet büyükelçisiyle fingirdeşilebilir, “komünistler Fatsa’da üs kurup Ruslara çıkarma yaptıracaklardı” palavrasıyla hayatlar söndürülebilirdi.
Geçelim masanın öbür tarafına. Darbeyi “anlayışla karşılayan” Moskova, Fatsa’dan çıkarma yapılacağı palavralarını da devletin meşru kara propaganda hakkı sayıp gülmüş geçmiş olmalı. Bu palavra eşliğinde hayaları burulan gençler, ölüme sürüklenen Terzi Fikri, hiçbir sayın genel sekreterin umurunda değildi haliyle. Nasıl olsun? Devlet devam edecek orada…
Rus ordusunun, Anadolu’ya asker sokmak için yegâne imkânı Fatsa’da bulmuş olduğu, bu nedenle oranın halkının komünist Fikri Sönmez’i belediye başkanı seçmesini sağladıkları, belediyenin Ruslar çıkarma yapabilsin diye uygun rıhtım hazırlayacağı gibi aptalca laflara sahiden inanan çıktıysa da “Allah ıslah etsin” diyeceğim, ama o bile kolay görünmüyor.
Belgeyi paylaşan emekli diplomat Uğur Ergun’a ve bizi bu durumdan haberdar eden Sedat Ergin’e teşekkür ederek bitireyim de, sizi ve kendimi devam edersem olacaklardan koruyayım.