Hastalanan iklimi kim nasıl tedavi edecek?
AB sera gazı emisyonlarının azaltılması için yeni kararlar almışken, Türkiye bu alandaki olumsuz rekorunu koruyor
05.11.2014
Küresel iklim değişikliği mücadelesi, artık insanlık tarihinin en büyük mücadelesi. Bu alanda ülkeler için bağlayıcılığı olan, adaptasyon, uyum ve azaltma süreçleri net olarak belirlenmiş hedeflere ihtiyaç var. Avrupa Birliği üyesi 28 ülkenin devlet ve hükümet başkanları, geçen ay iklim değişikliğiyle mücadele kapsamında, sera gazı emisyonlarının azaltılması, enerji verimliliğinin sağlanması ve yenilenebilir enerjinin payının arttırılması konularında bir dizi karar aldı.
Liderler, dokuz saat süren pazarlıklar sonrası, özellikle ekonomik kriz nedeniyle uzun süredir geri planda tuttukları “2030 İklim ve Enerji Paketi” üzerinde uzlaşmaya vardı. Uzlaşma kapsamında, sera gazlarının 1990 verileri baz alınarak, 2030’a kadar yüzde 40 azaltılması en temel hedef. Bunun beraberinde yenilenebilir enerjinin, genel enerji içindeki payının yüzde 27 seviyesine yükseltilmesi ve yine AB’deki enerji tüketiminin de yüzde 27 oranında azaltılması diğer hedefler olarak belirlendi.
Bu kararlar aynı zamanda Rusya-Ukrayna krizinde de görüldüğü üzere, Avrupa'nın enerji konusundaki bağımsızlığının ne kadar önemli olduğunu da ortaya koyuyor. Tabii bunun yanında IŞİD’in merkezinde yer aldığı yeni Ortadoğu karmaşasına karşı AB, bundan böyle doğal gaz ve elektrik ağının tehlikeye girmemesi için yenilenebilir enerji türlerine daha fazla kaynak aktarmak zorunda kalabilir.
Pakette yer alan, enerji yatırımlarında AB içinde teknik danışmanlık ve iç koordinasyonun güçlendirilmesi, AB içinde enerji bilgi dolaşım sistemlerini güçlendirmek, stratejik partnerler, enerji tedarikçileri ve komşu ülkelerle enerji güvenliği konusunda kalıcı uyum şartları oluşturmak, enerji kaynağı ithalatını çeşitlendirmek diğer hedeflerden sadece birkaçı…
2020 formülü “20, 20, 20”ydi
Üzerinde mutabakat sağlanan bu hedeflerin, iklim değişikliği konusundaki sivil toplum kuruluşlarınca nasıl karşılandığına ve ulaşılabilir olup olmadığına geçmeden önce şunları hatırlamakta fayda var. Avrupa Komisyonu, 22 Ocak 2014 tarihinde “2030 İklim ve Enerji Paketi”ni sunarak, bir süreden bu yana sera gazı emisyonlarını azaltmanın yanında, hem yenilenebilir enerjilerin payını yükseltmek hem de enerji tasarrufu sağlamak amacıyla AB’nin 2020 hedeflerinin yerine geçecek hedefleri gündemine almıştı.
AB’nin Mart 2007’de kararlaştırdığı ve yakın zamana kadar geçerli olan iklim değişikliğiyle mücadele formülü, “20, 20, 20” rakamlarından oluşuyordu. Yani, sera gazı emisyonlarının 1990 yılına kıyasla yüzde 20 azaltılması, toplam enerji kullanımı içinde yenilenebilir enerjilerin payının yüzde 20 olması ve enerji tüketiminin daha etkin kullanımla yüzde 20 azaltılması.
2020 hedefleri tutmayacak
Komisyon, yüzde 30 ve daha fazla verimlilik hedefini teklif etme konusunda da oybirliği sağlamıştı. Saatler süren pazarlıklar sonucu, enerji tüketiminin yüzde 27 azaltılması hedefinde uzlaşıldı. Reddedilebileceği gerekçesiyle Komisyon, daha yüksek bir hedef koymamıştı, sonunda da zaten teklif edilen rakamın da altında bir oran kabul edilmiş oldu. Hatta Avrupa Parlamentosu'nun daha önce yüzde 40 hedefini desteklediği de biliniyordu. Ancak, rakam yüzde 40'ın epey altında yüzde 27 olarak kabul edildi. Haliyle, sivil toplum kuruluşları, yeni hedefleri eleştirerek bunun “sorumsuzluk” olduğunu dile getirdi.
Bu arada, 2030 hedefleriyle beraber, AB'nin 2020 hedeflerine ilişkin değerlendirme de yayımlandı. Avrupa Komisyonu, AB'nin enerji tasarrufu ve enerji verimliliğini iyileştirme hedeflerini yakalayamayacağını resmen kabul etti. Enerji verimliliğinin yüzde 18-19 seviyesinde kalacağı öngörülüyor.
Polonya ve İngiltere faktörü
AB'nin 2030 iklim değişikliği hedefleri birlik, uluslararası süreç ve bilim açısından farklı anlamlar taşıyor. Birlik içinde Polonya gibi bağlayıcı bir hedefi kilitlemeyi düşünen, 2020'deki yüzde 20 hedefini 2030 için yüzde 25 ile sınırlı tutmaya çalışan Doğu Avrupa ülkelerine rağmen yüzde 40 sera gazı emisyonu azaltma kararı çıktı. İklim koruma ve enerji tasarrufu konularında alınacak tedbirler, büyük masraflara neden olduğu için Polonya'dan birçok konuda öteden beri itirazlar geliyor. Hatta öyle ki, elektrik enerjisi üretiminin yüzde 95’ini kömürlü termik santrallerden sağlayan Polonya’nın Başbakanı Ewa Kopacz, zirve öncesi ülke çıkarlarıyla ters düşecek bir kararı veto etmekten çekinmeyeceklerini açık açık belirtti. Polonya’nın başını çektiği Doğu Avrupa ülkeleri, enerjide kömüre bağlıyken, İngiltere de nükleer enerji de ısrarcı.
Uluslararası Enerji Ajansı’nın rakamlarına göre, AB’nin elektrik üretiminde kömürün payı şu anda yüzde 25’ler seviyesinde, bu rakamın 2030’larda yüzde 4’ün altına indirilmesi gerekli. Halihazırda AB ülkeleri arasında en kirli kömürlü termik santrallere sahip ilk üç ülke Polonya, Almanya ve İngiltere. Buna sebep olarak, AB’nin mevcut iklim değişikliği, yenilenebilir enerji ve hava kirliliği politikalarının kömürü bitirmek için yeterince güçlü olmaması gösteriliyor.
Öte yandan, 2008-2009 döneminde kıtada yaşanan ekonomik krize bağlı olarak, sera gazı emisyonları yüzde 7,3 oranında düşüş kaydetmişti. Ancak, Avrupa Çevre Ajansı, 2010’da bu oranın arttığını, artışın yarısından fazlasının da Almanya, Polonya ve İngiltere’den kaynaklandığını açıklamıştı. Şu anda toplam elektrik enerjisinin yüzde 25’inden fazlasını yenilenebilir enerjilerden sağlamasına rağmen Almanya, hâlâ büyük oranda kömür ve nükleere bağımlılığıyla AB’nin olağan şüphelilerinden biri olmaktan kurtulamadı.
Sivil toplum bu planı sevmedi
Haliyle, bu hedefler sivil toplum örgütlerini “kesmedi”. Küresel kalkınma konusunda çalışan sivil toplum kuruluşu Oxfam, hedeflerin çok düşük ve yaptırım gücünün zayıf olduğunu belirtirken, AB’nin 2015’te Paris’e çok daha ciddi hedeflerle gelmesi gerektiğine dikkat çekiyor ve çağrıda bulunuyor: Emisyonları azaltma hedefi yüzde 55 olsun.
Greenpeace de, AB’nin hedeflerini eleştirerek, “Liderler, temiz enerjinin üzerine el frenini çekti” ifadelerini kullandı. Açıklamada, “Yenilenebilir enerjiye yönelik çabaları arttırmak, Avrupa’yı kirlilik ve pahalı yakıt bağımlılığından kurtarmak için bu hedefler çok düşük” dendi. Greenpeace’in AB Politikalarından Sorumlu Direktörü Mahi Sideridou da, “AB, iklim değişikliğinin ürkütücü sonuçlarına engel olmak için daha çok çaba harcamalı” diyor.
Bu noktada, çok kısa da olsa BM nezdindeki Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) şimdiye kadar hazırladığı raporlardan oluşan sentez 5’inci Değerlendirme Raporu’ndan bahsetmek gerek. Raporda, hükümetlerin yönetilebilir maliyetlerle iklim değişikliğini durdurabileceğine dikkat çekilirken, 2100’e kadar sera gazı emisyonlarının sıfıra indirilmesi gerektiğinin altı çizildi. Raporda mücadele için enerji kaynaklarının nasıl değiştirileceğinden, insanların bireysel olarak neler yapabileceğine kadar pek çok şey sıralanıyor. Dünyanın her tarafından 900 bilim insanının katkısıyla ortaya konan 5000 sayfalık rapor, şimdiye kadar konuyla ilgili hazırlanan en kapsamlı rapor olma özelliğini taşıyor.
120 hükümet tarafından incelenen ve onay verilen çalışma, Kyoto Protokolü’nün yerini alacak olan 2015’te Paris’te düzenlenecek COP-21 İklim Zirvesi’nde yeni bir küresel iklim değişikliği anlaşmasına imza atması beklenen 200 ülke için el kitabı olacak. Bu raporda, Çin ve ABD ile AB’nin en çok sera gazı salan yerlerden biri olması önemli.
Paris Anlaşması demişken…
Özetle, her ne kadar eleştirilebilecek boyutları olsa da, 2015 Paris İklim Zirvesi yaklaşırken, AB gerek enerji güvenliği konusunda gerekse iklim değişikliğiyle mücadele konusundaki yapacaklarını bu şekilde ortaya koydu. Üzerinde çalışıldı, tartışıldı, 28 üyenin hepsini memnun edecek bir karar alındı ve altına imza atıldı.
Dünya ülkeleri 2020 yılından itibaren tüm dünya ülkeleri için geçerli olacak bir antlaşma üzerinde uzlaşmaya çalışıyor. BM Genel Sekreteri Ban Ki-Moon’un özel davetle liderleri New York’ta bir araya getirip, Paris öncesi bağlayıcı hedefler alınması yönündeki çabasının altında da bu vardı. 1997’de Japonya’nın Kyoto şehrinde imzalanan Kyoto Protokolü’nün yerine geçecek yeni bir iklim antlaşmasının sağlanması için son beş yılda gerçekleştirilen iklim zirvelerinden hiç bir sonuç alınamadı. 2015 yılında Fransa’nın başkenti Paris’te düzenlenecek iklim zirvesinde imzalanması umut edilen yeni antlaşma ile devletlerin atmosfere saldığı karbondioksit ve diğer sera etkili gazların sınırlandırılmasına ilişkin kararlı politikalar izlemeleri hedefleniyor. AB sözünü söyledi, şimdi sıra diğerlerinde…
Ya Türkiye ve hedefleri?
Peki tüm bunların Türkiye açısından bir anlamı var mı? Buna verilebilecek cevap, tek kelimeyle hayır olabilir. Başta kömür olmak üzere fosil yakıtlara giderek daha fazla bağımlı hale gelen, bu uğurda yüzlerce insanını katletmekten çekinmeyen, bunların yanında üç tane nükleer santral inşa etmeye heveslenen bir zihniyetin esiriyiz. Kullandığı petrolün yüzde 90’dan fazlasını, doğalgazın tamamına yakınını, kaliteli taş kömürünün neredeyse tümünü ithal en bir ülkeyiz. Pek çoğu verimli çalışmayan, yüksek oranda fosil yakıta dayalı elektrik üreten tesislerin yanında farklı sanayi alanlarının yarattığı başka çevresel sorunlara sahibiz.
Enerji verimliliği konusunda kısmi hedefleri olan ancak bunları uygulamaya koymayan, yenilenebilir enerji konusundaki hedefi sadece HES'lerle sınırlı olan, emisyon azaltmak için değil, neredeyse rekor kırmak için hedefleri olan bir Türkiye var karşımızda.
Alman çevre örgütü Germanwatch ve CAN Europe’un ülkelerin iklim değişikliği politikalarını değerlendirdiği “İklim Değişikliği Performans Endeksi”nde Türkiye en kötüler arasında. Bu endekste, ülkelerin sera gazı emisyon artışları, yenilenebilir enerji politikaları gibi iklim değişikliği ile ilişkili farklı konulardaki performansları değerlendiriliyor. Dünyada enerji kaynaklı meydana gelen karbon emisyonunun yüzde 85.71’inden sorumlu 58 ülkenin iklim değişikliğine etki eden faaliyetleri incelenerek değerlendirmeye tabi tutuluyor. BM İklim Değişikliği Sözleşmesi'ne taraf olan ve bu çerçevede sorumluluk alması gereken ülkelerin performansını değerlendiren endekste Türkiye, “en kötü ülkeler” kısmında 54’üncü sırada. Türkiye bu çalışmada 30 OECD üyesi arasında 28’inci, yeni sanayileşmiş ülkeler olarak gruplanan ve aralarında Çin, Mısır, Hindistan, Endonezya, Singapur, Malezya gibi ülkelerin olduğu 15 ülke içinde ise sonuncu.
Türkiye’nin ünü bununla da sınırlı değil. 1990-2012 yılları arasında sera gazı emisyonlarını yüzde 133,4 oranında arttıran Türkiye, bu alanda ciddi bir rekora sahip. Yükümlülük almıyor, hedef koymuyor, enerji tercihlerini değiştirmiyor, “bizim de karbon salma hakkımız var” derken, iklim zirvelerinde düşük profilli katılımlarıyla hep “hayalet” pozisyonunda. TÜİK verilerine göre, 2012’de rekor kıran karbon emisyonlarının yüzde 84,4’ü fosil enerji kaynaklı. Özellikle ithal kömüre dayalı termik santrallerin sayısındaki artış, karbon emisyonlarına tavan yaptırmış durumda.
Türkiye’nin iklim değişikliğine uyum için alması gereken çok yol var ancak henüz yolun başında bile değil.